20.07.09, 18:56 | #51 |
MİLLETİNE İNANCI
Atatürk, Türk milletinin yeniliğe açık, doğrunun ve güzelin peşinde koşmasını bilen, inandığı liderin izinde her şeyini feda etmeye hazır, çalışkan, onurlu ve fedakar bir millet olduğu inancını ölünceye kadar taşımıştır. Türk milleti de O’nu bu düşüncesinde asla yanıltmamıştır. Aşağıdaki anekdotta da Onun bu konudaki düşüncesini yansıtan güzel örneklerden biridir. Sarayburnu’ndaki büyük eğlentide, 9 Ağustos 1929 akşamı etrafını saran halka hitaben, ilk defa Harf Devrimi’ni açıklayarak, yeni harflerin kabul edilmesi gerektiğini belirttikten sonra: - Bir milletin yüzde onu-yirmisi okuma yazma bilir de, yüzde seksen-doksanı bilmezse, ayıptır. Bu millet utanmalıdır. Ama Türk milleti utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, şanlı şerefli bir millettir. Tarihi baştan başa iftiharla dolu bir millettir. Okuma yazma bilmeyenlerin çokluğu, onun hatası değildir. Hata, Türk’ün karakterini anlamayarak kafasını bir takım zincirlerle saranlardadır. Artık geçmişin bu hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları düzelteceğiz. Bu konuda bütün vatandaşların çabasını isterim. En fazla, bir iki sene içinde, bütün Türk toplumu yeni harfleri öğrenmelidir, öğrenecektir. Milletin, kafasıyla olduğu gibi, yazısıyla da uygar dünyanın yanında bulunduğunu gösterecektir!” deyince, halk, kendisini kucaklamak, bağrına basmak isteyen bir coşkunlukla alkışlarken, heyecandan ağlaşanlar bile görülmüştü. Oradan Büyükada’ya gitmişlerdi. Yat Kulübü’nde, pırıl pırıl ışıklar içinde, kırıta kırıta sırıtan fraklı, smokinli, tuvaletli bay, bayanlarla karşılaşınca, bir an durmuş, yanındakilere: - Hani Sarayburnu’nda yaptığımız yok mu? Onu burada yapamazdık!... demişti. ww.uydulife.tv
|
|
20.07.09, 18:56 | #52 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
ATATÜRK, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ VE ÇANAKKALE’DE ÖLEN DÜŞMAN MUHARİPLERİ Büyük insan Atatürk’e, insan Atatürk’e bakınız. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Çanakkale bölgesine denetlemeye gidecek. Veda için ziyaret ettiği zaman Atatürk şöyle diyor: - Çanakkale’ye gittiğin zaman aziz şehitlerimizi de ziyaret edeceksin. Bu görevi yapacağına şüphe yok. Yalnız nasıl bir nutuk söyleyeceksin. Ben söyleyeyim. Burada yatan aziz şehitlerimiz! Sizi hürmetle, saygı ile anıyoruz, diyeceksin. Mehmetçik anıtının başında, bütün yeteneğinle konuşacaksın. Burada rahat ve huzur içinde yatınız, diyeceksin. Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz, bu boğaz aşılır; İstanbul işgal edilir; vatan toprakları istilaya uğrardı, diyeceksin. - Evet, böyle konuşacağım! - Hayır, hayır... Sen böylenin üstünde, çok daha başka konuşacaksın. Dünyaya seslenircesine konuşacaksın. Orada, Çanakkale’de yalnız bizim şehitlerimiz değil, bu toprak üstünde kanlarını döken insanları da o kahraman askerleri de hürmetle, saygıyla anacaksın. - Paşam, ben bunları yapamam; çünkü bu sözler ancak sizin söyleyebileceğiniz yüksek sözlerdir. - Söyleyeceksin. Çanakkale’den dünyaya karşı böyle konuşacaksın. Senin böyle konuşman gerekir. Şükrü Kaya Atatürk’ün yanından ayrılıyor ve gece tekrar buluşuyorlar. Atatürk, Şükrü Kaya’ya uzun bir kağıt uzatıyor. Bu, Çanakkale’de söyleyeceği nutuktur. Atatürk bizzat hazırlamıştır ve Şükrü Kaya, bu nutku alıp Çanakkale’ye gidiyor. Orada Mehmetçiğin mezarı başında bu nutku söylüyor. Nutukta Şükrü Kaya’nın yabancı askerlere hitaben belirttiği cümleler şunlardır: “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve rahat içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak ülkelerden evlatlarını savaşa gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Şükrü Kaya, Atatürk’ün toprağında yendiği milletlere karşı gösterdiği yüksek insanlık hislerinin ifadesini taşıyan cümleleri Çanakkale’de söylüyor, Ankara’ya dönüyor. Meğer Mehmetçik Anıtı’nın başında söylenen bu sözleri kaydeden birkaç gazeteci varmış. Onlar bu sözleri gazetelerine bildiriyorlar, nutuk dünyaya yayılıyor ve aradan hafta geçmiyor; Şükrü Kaya’ya telgraflar yağıyor. Ta Avustralya, Yeni Zelanda’dan günlerce sonra mektuplar geliyor. Gözleri yaşlı analardan, kardeşlerden, siyasi şahsiyetlerden, askerlerden. Şükrü Kaya, bu konuşmasından dolayı tebrik ediliyor, takdir ediliyor. Oysaki söz, büyük askere aittir. Ve O büyük asker, dün yendiği milletlere karşı düşmanlık hissi beslememekte, en insani, en medeni hislerle, dostluk elini uzatmaktadır ve bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı’na söyletmektedir. “Yurtta barış, cihanda barış”... Atatürk’ün bu sözünü dünya milletleri arasında düşmanlığın unutulmasından aldığı nasıl belli. Em.Tümg. M.ERENDİL, İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, s.85-86 ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:56 | #53 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
SORAMAZDIN
Atatürk’e ve O’nun düşüncesine karşı olanlar, tarihsel gerçekleri çarpıtarak Atatürk’ü, kendi uluslarının ve insanlığın felaketini hazırlayan Hitler ve Mussolini gibi diktatörlerle kıyaslamaktalar. Bu diktatörler, kendi ülkelerinde demokrasilere son vererek baskı yönetimlerini kurmuşlardır. Oysa Atatürk, kişi egemenliğine dayalı keyfi monarşi yönetiminden Türk ulusunu kurtararak ulus egemenliğine dayalı bir yönetim getirmiştir. O, Türk halkını kulluktan kurtararak hak ve özgürlüklerinin bilincine sahip yurttaş yapmak için hayatını adamıştır. O’nu diktatörlükle suçlayanlar ya gaflet içerisinde olan kıymet bilmezlerdir ya da O’nun getirdiği çağdaş değerlerden rahatsızlık duyan geçmiş yönetimin kalıntıları olan tutucu ve yobazlardır. Bu tür düşünenlere, bir gençle Atatürk arasında geçen aşağıdaki diyalog bir cevaptır. Bir halk toplantısında, bir genç O’na şu soruyu sordu: - Paşam, size diktatör diyorlar, ne dersiniz? - Ben, diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın? ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:56 | #54 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
ATATÜRK VE MİLLİ BİRLİK
Milli birlik ve bütünlük bir milletin varoluş sebeplerinden biri ve Atatürk’ün üzerinde önemle durduğu sebeplerdendir. O, 23 Mart 1923’te Afyonkarahisar’da halkla yaptığı konuşmada bu konuyu şöyle dile getirmiştir. “Yurttaşlarım, Gördüğünüz bütün o felaketlerden sonra, sizleri o felakete sürükleyen sebepleri anlamışsınızdır ve o felaketlerden nasıl kurtulduğunuzu, elbette takdir etmişsinizdir. Sizler ve bütün millet o felaketlere kendine güvenmediği, geleceğini şunun bunun eline verdiği, şunun bunun esiri olduğu için uğramıştır. O, felaketlerden ancak milli benliğinize hakim olduğunuz için kurtuldunuz; amaca doğru bütün bir millet halinde yürüdünüz; üzerinize çöken felaketlere tahammül gösterdiniz, sebat gösterdiniz ve ancak bu sayede başarılı oldunuz. Bundan sonra da egemenliğinizi canınız gibi koruyarak ulusal egemenliğinize, namusunuza, kutsal değerleriniz gibi dört elle sarılarak hiç durmadan bütünlük içinde geleceğe doğru yürüyecek, bugünden daha saadetli, daha şerefli ve mutlu günlere kavuşacağız. Yurttaşlarım, Allah birlik ve beraberlik içinde çalışan şerefini, namusunu koruyan ulusları mutlu eder. Biz de bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bu anlayışla çalışırsak, Allah’tan böyle bir mutluluğu istemeyi hak ederiz.” ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:56 | #55 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
MEHMETÇİĞİN HAKKI
Tarihimiz boyunca Türk askeri büyük zaferler kazanmıştır. Zaferlerin kazanılmasında en büyük etken iyi eğitim, yüksek moral ve çağın teknolojisinde yararlanmak olmuştur. Eğitimsiz, moralsiz ve teknolojiden yararlanmadığı anlarda Osmanlı Devletinin son döneminde olduğu gibi hep yenilmiştir. Zaferler kazanıldığı zaman bazı din adamları bunda evliyalarının ve dualarının payı olduğunu söylemişlerdir. Kaybedilen savaşlarda ise kendilerine hiç pay çıkarmamışlardır. Oysa zaferlerin de, yenilgilerin de temelinde ordunun savaşa hazır olup olmaması vardı. Zaferde en büyük pay kanını, terini akıtan Mehmetçiğindir. Atatürk aşağıdaki anekdotta bu gerçeği vurgulamaktadır. Sakarya Meydan Savaşı zaferle sona ermiş, Gazi Ankara’ya dönüyormuş. Karşılama törenine katılan halk, Gazi geçtikçe alkış tutuyor ve arkasından büyük bir alay halinde ilerliyorlarmış. Meclis binasının önüne gelinmiş, Gazi bakmış ki alayın başında bulunanlar yukarıya doğru yol almakta. Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: “Cemaat” halinde Hacı Bayram Veli’nin türbesine gidilecek, onun “yüksek maneviyatının yardımıyla” kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra meclise dönülerek nutuklar okunacak. Gazi: - Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! Deyip doğruca meclis binasına sapmış. Atatürk böyle bir davranışta bulunmasının gerekçesini ise şöyle açıkladı: - Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların “maneviyatı” olamayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum. ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:56 | #56 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
BU MİLLET O KADAR ZENGİN DEĞİL
Türk ulusunun binbir yokluk ve sıkıntılar içerisinde olmasına rağmen ayağındakini, bedenindekini ve boğazındakini vererek Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırdığını iyi bilen Atatürk, savaş sonrasında halkın devam eden yoksulluğunu yenmek için çok çalışmıştır. Bu nedenle hemen her alanda savurganlığın önlenmesi ve tasarruf bilincinin yerleşmesine çaba harcamıştır. Buna özen gösterenleri de takdir etmiştir. Aşağıdaki anekdot, Atatürk’ün bu konudaki düşüncelerini yansıtan güzel bir örnektir. Bir tarihte Atatürk Ege Vapuru ile Mersin’e gitmiş. Dönüşte vapur Fethiye’de durmuş. Kasabada halk şenlik yaparken, gemilerden de havai fişekler atılıyormuş. Kendisine eşlik eden Zafer Torpidosu’nda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri, Zafer Torpidosu kumandanına bir torpil atmasını söylemiş. Torpido Kumandanı: - Hay hay efendim, demiş, yalnız bir torpilin değeri elli bir liradır. Bunun üzerine Atatürk: - Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir. Ve torpido kumandanına dönerek: - Sizi kutlarım, diye iltifatta bulunmuş. ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:57 | #57 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
GENELGEYLE OLMAZ
Siyasal ve toplumsal sistemlerde sağlıklı bir değişim gerçekleştirebilmenin en geçerli yolu değişim yanlısı olanların aktif bir şekilde çalışarak, topluma, yapılması düşünülen değişikliklerin gerekçelerini anlatmaları, onları değişikliklerden haberdar edip, desteklerini sağlamaya çalışmalarıdır. Propaganda ve bilgi alışverişi olmadan sadece birkaç satırlık genelgelerle, emir ve yasaklarla kısa sürede toplumu eski alışkanlıklarından kurtarmak mümkün değildir. Bunun bilincinde olan Atatürk, Anadolu’yu karış karış gezmiş, yaptığı devrimleri gerekçeleriyle halka anlatmıştır. Atatürk, diğer devlet görevlilerinden de bu yönde çaba harcamalarını, halkı aydınlatıp kazanmalarını beklemiştir. Aşağıdaki anekdot da Atatürk’ün bu yöndeki beklentilerine güzel bir örnektir. 1924 yılının ilkbaharındaydı. Erzurum ve Pasinler’de depremde birçok köylerin evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler’e gelen Ata, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı: - Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu. Ata, ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu: - Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, yöre ağzıyla: - Valle Padişeh bilir, dedi. Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle: - Baba, padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım, zararın ne? İhtiyar tekrar etti: - Padişeh bilir!.. Bu cevap karşısında kaşları çatılan Ata, Kaymakama döndü: - Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi. Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan yazı işleri müdürü: - Köylere genelge yolladık Paşam, dedi. Atatürk’ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı: - Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz... ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:57 | #58 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
ATATÜRK’ÜN COŞKUN TEZAHÜRLER HAKKINDA BİR YARGISI
Atatürk, Türk Milleti tarafından daima sevilmiş, sayılmış ve takdir görmüştür. Bunun en önemli sebebi yüzyıllar boyunca bir sürü gibi görülmüş olan Türk insanına hak ettiği değeri vermesi, milletinin geleceğini oluşturma uğrunda birçok sıkıntılara göğüs germesi ve Türk milletini hak ettiği yere getirmeye çalışmasıdır. O, Türk insanını karanlıklardan aydınlığa çıkarmıştır. Türk milletinin Atatürk’ü sevmesinin anahtarı “Millete efendilik yoktur, hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur” sözünde gizlidir. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün bu anlayışını yansıtması açısından güzel bir örnektir. Yaşadıkları sürece yığınlara hakim olmuş, alkışlar ve takdirler toplamış nice tarihi kişiler, hayatlarında veya ölümlerinden sonra zaman çarkının dişlileri arasında kaybolup gittiler. Bunlar “Yalancı Şöhretler’di ve yaptıkları köksüzdü, temelsizdi. Bunun içindir ki, eserlerinin ömrü, kendi ömürlerini aşamadı. Bunların çoğu, lehlerinde yapılmış bir takım gösterilerin gururuna da kapıldılar. Ve bunları “ebedi yaşama”nın bir delili sandılar. “Zafer sarhoşluğu”nun uykusunda kaybolup gittiler. Atatürk’e 12 yıl yaverlik yapmış olan Sayın Naşit Mengü’nün çeşitli anılarını dinlerken, bir yandan da bunları düşünüyordum: Atatürk, kendisi hakkındaki büyük sevgi gösterileri karşısında nasıl duygulanıyor, neler düşünüyordu? Bu soruma Naşit Mengü şu cevabı verdi: - Yıl 1927... Atatürk, Anadolu’ya geçtikten sonra ilk defa İstanbul’a dönüyor. Bütün kent halkı sokakları ve denizleri kaplamış. Bayramların en büyüğünü yaşıyorlar. Kıyılardan, denizlerdeki sandallardan Atatürk’ün motoruna doğru eller uzanıyor, “Yaşa, Varol” sesleri kubbelerde yankılar yapıyordu. Atatürk de ayakta, mendil sallayarak bu sevgi gösterilerine karşılık veriyor. Ben, rahmetli Salih Bozok’la Ata’nın bir adım gerisindeyiz. Rahmetli Salih, halkın bu coşkun gösterilerinden çok heyecanlandı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Gazi’ye eğilerek: - Paşam, dedi, halkın şu coşkun tezahürlerine bakınız. Bu millet ebediyete kadar uğrunuza ateşe atılmakta tereddüt etmez. Atatürk, şu cevabı verdi: - Kendilerine faydalı olduğunuz, onlara müspet yolda hizmet ettiğiniz müddetçe milletin sevgisini kazanabilirsiniz. Vaatlerinizi yerine getirmez, milletin refahına hizmet etmezseniz bu gün bizi alkışlayan bu topluluk yarın yuhalar. ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:57 | #59 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
ÖLMEZ BU VATAN
Türk tarihinin en karanlık dönemi olan işgal günlerinde, Türk aydınları silahlı direnişin dışında pek çok çözüm yolu düşünürken, Atatürk 4 Şubat 1919’da bir gazeteciye yaptığı açıklamada “iyi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer ve millete silahlı direniş için önder olursa vatan da millet de kurtulur” diyerek tek kurtuluş yolunu açıklamıştır. Bu tarihte bu şekilde düşünen “Tek Adam” odur. Onu bu düşünceye yönelten Türk milletini çok iyi tanımış olmasıdır. O, Türk milletindeki cevheri, Trablusgarp’ta, Balkan Savaşları’nda, Çanakkale’de, Filistin’de vatanı için can veren mehmetçikte görmüştür. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün bu konudaki düşüncesini yansıtması açısından önemlidir. Kurtuluş Savaşı’nın en karanlık günlerindeydi; anayurdun en verimli yerleri düşman çizmeleri altında inliyordu. Milletin bütün kuvvet kaynakları kurumuş; dışarıdan ve içeriden ihanetler birbirini kovalamıştı. Herkes: - Türk öldü”.. diyordu. Türkiye’nin Afrika ve Asya’daki esir ülkeler arasına katıldığı sanılıyordu. Yüzyıllarca Türk egemenliği altında yaşayan milletler, onun son varlığını yağma ediyorlardı. En akıllı görünen birçok yurttaşımız İngiltere’nin veya Amerika’nın himayesini nimet saymaya başlamışlardı. Atatürk böyle bir zamanda yer yer ayaklanan Türk halkına önder oldu; Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni kurdu. Bir gün Meclis’te söylediği nutkunu, şair Mithat Cemal’in bir manzumesinin şu son beyti ile bitirdi: “Ölmez bu vatan farzı muhal ölse de hatta, Çekmez kürenin sırtı bu tabutu cesimi...” Türk vatanının düşman elinde kalmayacağı ve Türk milletinin asla esir olmayacağı hakkındaki iman, Atatürk’ün ruhunda sonsuz bir kuvvet ve sönmez bir ateşti. Bu kuvvet ve ateşi, her fırsatta milletin her ferdine aşılamakta eşsiz bir ustalık gösterirdi. ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:57 | #60 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
MİLLETİ KURTARINCAYA KADAR
Türk milletinin acı ve sıkıntılarını kendi içinde hisseden Atatürk, milletin içinde bulunduğu sıkıntıları aşması için kendisini görevli bilmiş ve millet gerçek anlamıyla kurtuluşa ermeden kendisinin asla rahat olamayacağını bir an bile olsa unutmamıştır. O, yaşamını çok sevdiği milletine adayan onunla sevinmeyi onunla üzülmeyi ve onunla varolmayı ilke edinen gerçek bir vatanseverdir. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün millet sevgisini yansıtan sayısız örnekten sadece birisidir. Atatürk, “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve düşman emellerine kurban etmemek için açılan Milli Mücadele’de, uğrunda milletle beraber serbest bir surette çalışmaya resmi ve askeri sıfatım artık engel olmaya başladı” diye istifasını vererek: Milletin bağrında mücadele için yer aldığını bildirdikten sonra, Erzurum’da ilk kongreyi toplamakla uğraşırken, İstanbul hükümeti de, durumundan fena halde kuşkulanarak, Sivas, Bitlis, Van ve Erzurum vilayetlerine: (Askerlik mesleğinden istifa eden sabıkalı Paşa Mustafa Kemal Bey, veyahut Efendi nerededir? Ne ile meşguldür, hangi işle uğraşmaktadır? Acele bildirilmesi,” diyen telgraflar çektiği zaman, Erzurum’da vali vekili bulunan Kadı Mehmet Hilmi Efendi de, telaşa düşmüş, ne cevap vereceğini bilemiyerek, bir yandan İstanbul hükümetine: “... Halihazırdaki vaziyetine göre, kendisi ikametgahında bulunarak kendi işleri ile meşgul oluyor ve dışarıyla nadiren temasta bulunduğu anlaşılmıştır.” diye cevap verirken, aynı zamanda meseleyi Mustafa Kemal Paşa’ya da bildirmişti. Bu cevabı görünce gülen Mustafa Kemal Paşa: - Hocam, demişti, cevabın güzel ama, bakalım inandırabilecek misin?.. İstanbul’dakiler de, gerçekte, içleri rahat etmek için böyle bir cevap isterlerse de, beni de bilirler... Benim kendi işlerim, milletin işlerinden ibarettir. Yoksa, yazdığın gibi, evime çekilir, yan gelir, yatardım. Ne çare ki, yatsam da, milletin geleceğini düşünürken, gözüme uyku girmez... Ama, sen tekrar sorarlarsa, yine böyle de... Hatta, sizlere ömür, vefat etti, de!..” Bu söz üzerine, üzüntüyle: - Allah esirgesin Paşam, öyle söz olur mu? İnşallah çok yaşarsın!... Deyince, Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı şu olmuştu: - Daha pek çok değil, yalnız milleti ve vatanı kurtarıncaya kadar... Allah’tan başka bir şey istemem...” ww.uydulife.tv
|
|||||||||
Bookmarks |
Etiketler |
atatürkten anılar |
Konuyu Toplam 7 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 7 Misafir) | |
|
|