20.07.09, 18:50 | #11 |
GENERALLE ASKER BİRDİR!... Türk milleti, zor anlarında yediden yetmişe el ele gönül gönüle vererek birçok engeli aşmasını bilmiştir. Ancak, aklın gösterdiği doğru asker ocağında olduğu gibi, zor anların dışında da bu milletin evlatlarının el ele gönül gönüle olmasıdır. Asker ocağındaki komutan ve mehmetçik sevgisi öylesine güçlü öylesine uzun ömürlü ki, bu sevgi, şiirlere, türkülere, öykülere ve gece masallarına konu oluşturarak ölümsüz bir kültüre dönüşmüştür. Vatani görevini yapmış her Türk insanının iki anısından birisini mutlaka askerlik anıları oluşturur. O ne güzel bir ocak ki ondan kopmak mümkün olmuyor. “Askerliğini yapmayana kız verilmez” ve “askerliğini yapmayan adam sayılmaz” sözleri Anadolu’da atasözü haline gelmiştir. Bu sözlerin mutlak doğruluğuna katılmak mümkün değilse de, asker ocağına veriler değeri yansıtması açısından önemlidir. Aşağıdaki anekdotta Atatürk, komutan-mehmetçik dayanışmasının önemine dikkat çekmektedir. Atatürk, Sümerbank Dokuma Fabrikasının açılış töreninde hazır bulunduktan sonra askeri manevra sahasına hareket etmişti. Yolda bir sel yatağına saplanmış olan top arabasının tekerleklerini bataklıktan çıkarmaya uğraşanlar arasında bir generalin bulunduğunu görünce, kendisine sonsuz takdirlerini bildirdiler ve iltifatlarda bulundular. Daha sonra, “Maviler” tarafına ait bir tank birliğinin yaptığı hücum sırasında “Pembeler”den bir askerin ansızın siperinden fırlayarak tanklardan birinin üstüne sıçradığını ve şoförüyle mücadeleye başladığına tanık oldular. O zaman yakında bulunanlara, evvelce gördüğü generalin fedakarlığı ile bu askerin gösterdiği cesaretin birbirine denk olduğunu beyan ederek, şöyle dediler: - Biz Milli Mücadelede bütün Türk Milleti bu şekilde çalıştık. Böyle kahraman generaller, subaylar ve askerlere dayanarak savaşı kazandık. Onlar var oldukça kimse vatanımıza göz dikemez!... N.A.BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.38 ww.uydulife.tv
|
|
20.07.09, 18:50 | #12 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
“KUVAYI MİLLİYE” NEYE YARAR?
I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin yöneticileri kendi taç ve tahtlarının geleceği için Türk yurdunun istilasına göz yumunca Türk Milleti kendi namusunu, yurdunu ve geleceğini kurtarmak amacıyla “Kuvayı Milliye” adı verilen yerel direniş örgütlerini kurmuşlardır. Bu yerel örgütler Kurtuluş Savaşı destanını yazacak olan Türk Milletinin kahraman ordusunun çekirdeğini oluşturmuştur. Aşağıdaki anekdot da Atatürk’ün Kuvayı Milliye ile ilgili ilginç değerlendirmesi yer almaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra memleket işgal edilmiş, ordu dağılmış, elde bir şey kalmamış durumdaydı. Yabancılar artık Türkiye’nin tarihe karıştığını iddia ediyor, memleket üzerinde pazarlıklar yapıyorlardı. İşte bu sırada Atatürk Samsun’a çıkmış, Erzurum ve Sivas Kongresi’ni topluyor, “Kuvayı Milliye”nin oluşmasına çalışıyordu. Bu durum karşısında etrafındakilerden umutsuzluk içinde olan birisi, bir gün Mustafa Kemal’e: - Paşam, dedi, memleket işgal edilmiş, ordu tümüyle dağılmış, büyük devletler bizim sonumuzu görüşüyorlar. Galip devletlerin kuvvetli orduları ve donanmaları karşısında kurmak istediğiniz “Kuvayı Milliye” neye yarar? Mustafa Kemal gayet sakin şu cevabı verdi: - Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer. Namusunu koruması için, herhangi bir ümidi kalmadığı zamanda hiç değilse intihara yarar. Hadi BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.103-104 ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:50 | #13 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
ÖLMEYİ TERCİH EDERİZ
Bağımsızlık Savaşı öncesi ülkenin yöneticileri ve bazı sözde aydınlar işgallerin yarattığı ortamdan yılgınlığa düşerek düşmanların Türk Milletine uygun göreceği düşük bir yaşama razı olmuşlardı. Onlar, insanların yaşama tutkularının temelinde onur ve özgürlüğün bulunduğunu görememişlerdi. Oysa, Türk insanı bu değerler için ölümü yaşama tercih etmeye hazırdı. Bunu gören ve bilenlerden Atatürk, Bağımsızlık Savaşı’na karar verirken bir an bile tereddüt göstermemiştir. O, yaşamak için ölümü göze alanların ölmeyeceğini biliyordu. Türkiye Cumhuriyeti bunun en canlı ve anlamlı kanıtıdır. Aşağıdaki diyalog Atatürk’ün özgürlük ve Türk Milleti hakkındaki düşüncelerini yansıtmaktadır. General Pershing’in kurmay başkanı olan General Harbord Sivas’ta Mustafa Kemal ile görüşürken der ki: - Türk tarihini okudum. Milletiniz büyük komutanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Bunları yapan bir millet elbette bir medeniyet sahibi olmalıdır. Takdir ederim. Ama, bugünkü duruma bakalım. Başta Alman müttefikinizle bir dört yıl harb ettiniz, yenildiniz, dördünüz bir arada yapamadığınız şeyi, bu durumda tek başınıza yapmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Fertlerin intihar ettikleri zaman zaman görülür. Bir milletin intihar ettiğini mi göreceğiz? - Mustafa Kemal generale “Teşekkür ederim, dedi, tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. Fakat, şunu bilmenizi isterdim ki biz emperyalist pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağılık bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.” General ve arkadaşları sessizce ayağa kalktılar. - Biz de olsak böyle yapardık! F.Rıfkı ATAY, ÇANKAYA ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:50 | #14 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
BULUNUR
Bir sorunu çözebilmenin, bir işi başarabilmenin ilk koşulu kişinin “başaracağım” inancını taşımasına bağlıdır. Bu inanca sahip olmayıp, ümitsizlik içerisinde olanların ise başarıya ulaşmaları mümkün değildir. Atatürk, düşman güçleri karşısında yılgınlığa düşen yakın çevresindeki arkadaşlarını ve Türk milletini sarsılmaz bir inançla motive etmiştir. “Başarı, başaracağım diyenlerindir” ilkesini hep canlı tutmuş ve Türk ulusuyla birlikte başarıya da ulaşmıştır. Kurtuluş Savaşı henüz başlıyordu. Ordu yoktu ve her taraftan vatanın bağrına giren düşmanlara karşı ancak gönüllü çetelerle savaş yapılıyordu. Milletvekilleri arasında bile, dövüşü göze alan, fakat ümitsizlikten kurtulamayanlar vardı. Bir gün Büyük Millet Meclisi’nde vatanın kurtulması için neler yapılması gerektiği hakkında heyecanlı konuşmalar yapılıyordu. Milletvekillerinden biri, sözlerini büyük vatan şairi Namık Kemal’in şu beyti ile bitirdi: “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?...” En büyük ve korkunç düşmanın, ümitsizlik olduğunu pek iyi bilen Atatürk bu beytin iki kelimesini değiştirerek, fakat veznini de bozmaksızın sert ve sarsılmayan bir sesle şu cevabı verdi: “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!...” ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:50 | #15 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
NELER YAPILMAZ
Saraylarının dışına çıkıp halkın yüksek niteliklerini tanımadan yaşayan Osmanlı yöneticileri, yıllarca emeğinden yararlandığı halkı “sürü”, kendilerini ise çoban olarak görmüşlerdir. Bu nedenle, başlarına işgal felaketi gelip taht ve taçları tehlikeye düşünce düşmanın insafına sığınmak zavallılığına teslim olmuşlardır. Ancak, Türk milletinin üstün özelliklerini cephede vatanı için ölen Mehmette gören Atatürk, vatanın kurtarılması söz konusu olduğunda bütün görevlerinden istifa ederek milletine sığınmış ve önderlik ettiği milletini karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Lider, liderlik ettiği toplumu tanımak zorundadır. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün Türk toplumunu çok iyi tanıdığını yansıtması açısından güzel bir örnektir. Erzurum: 3 Temmuz 1919... Ilıca’da Mustafa Kemal’in ilk karşılanması sırasında: Konukların önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üzerine koyarak selamladı. Mustafa Kemal Paşa, ta yanıbaşına kadar geldiği halde heykel gibi duran bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu. Mustafa Kemal’in sohbete başladığı ihtiyar, Ruslar gelince göçmek zorunda kalıp Çukurova’ya indiklerini, şimdi köyüne döndüğünü kısaca anlattı. Mustafa Kemal, o günlerin bu dönüşe pek uygun olmadığını işaretle: - Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi, diye sordu. İhtiyar hemen karşılık verdi. - Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer, bir eken yüz biçiyor. Bize tarla verdiler, çayır da... Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki İstanbul’daki “ırzı kırık”lar bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu “namertler” kimin malını kime veriyorlar? Tunç çehreli, ak sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses yine O’nun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttı. Bu eski Türk kalesine, ulus işi için, ulusla birlikte çalışmağa gelen bu büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü: - Bu ulusla neler yapılmaz! ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:51 | #16 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
ŞEREFİMLE ÖLMEYE HAZIRIM!.. Her vatanın temelinde sıkıntı, yokluk, acı, gözyaşı ve ölüm vardır. Bütün bunlara daha iyi, daha onurlu ve daha özgür bir yaşam için razı olunmuştur. Onun içindir ki, vatan toprakları üzerinde yaşayanlar onun değerini bilmek ve sahip çıkmak sorumluluğuyla yükümlüdürler. Mehmet Akif Ersoy’un aşağıdaki dizelerinde bakınız bu gerçek nasıl dile getiriliyor. “Sahipsiz kalan bir vatanın batması haktır, Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” Aşağıda yer alan anı, vatan gerçeğini en iyi anlayan ve onun gereğini yapmaktan çekinmeyen insanların başında Atatürk’ün yer aldığını yansıtması açısından önemlidir. Mustafa Kemal’in Samsun ve çevresindeki faaliyetlerinden korkan İstanbul Hükümeti, İçişleri Bakanı Ali Kemal’in bir genelgesi ile O’nu görevden alıyor. Bu sıralarda, Ali Galip adında birisi de, Erzurum Valiliği’ne atanmak maskesi altında Mustafa Kemal’i tutuklamakla görevlendiriliyor. Ve Sivas’ta bazı tertiplere başvuruyor. Bu komployu Amasya’da haber alan Mustafa Kemal, bir atlı birlik oluşturarak habersizce Tokat’a gidiyor. Kendileriyle sohbet etmek üzere şehrin ileri gelenlerini topluyor. Bu toplantıda bulunan avukat Ali Bey, gözlemini şöyle anlatıyor: “Yirmi kişi kadar vardık. Atatürk, etrafında bazı kişilerle birlikte geldi. Köşede bir sandalye vardı. Selam verip oraya oturdular ve bize memleketin kurtuluş yolu hakkında hiçbir şekilde unutamayacağım şu açıklamada bulundular: - Hiçbir koruma aracına sahip olmasak bile, dişimiz tırnağımızla, zayıf ve dermansız kolumuzla mücadele ederek şeref ve haysiyetimizi, namusumuzu korumayı kaçınılmaz görüyorum. Tarih, bize vatan uğrunda canını, malını esirgemeyen milletlerin asla ölmediklerini göstermektedir. Ben hayatımı, hiçbir zaman milletimizden üstün görmedim ve görmeyeceğim. Her an memleket için şerefimle ölmeye hazırım.” N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.370-371. ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:51 | #17 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
VATAN ELDEN GİDERSE
Vatan, yani üzerinde yaşadığımız toprak parçası, toprak olmanın ötesinde anlamlar taşır. İnsanlar vatanlarıyla vardır. Acı, tatlı, bütün anılar onunla başlar onunla biter. Ona sahip olmayanın kimliği bile yoktur, tutsak köleden öte. İnsanlar varlıklarını vatana borçlu oldukları bilinciyle hep onun için ölmüşlerdir. Vatanı kaybetmek, atayı, kendini, evladını, suyunu, ekmeğini, aşını, nefesini hepsinden öte kimliğini kaybetmektir. Vatanımızın varolmasına emeği, bilgisi ve düşüncesiyle en büyük katkıyı yapan şüphesiz Türk milletinin Atası Atatürk’tür. Aşağıdaki anekdot bu büyük insanda vatan sevgisinin nasıl bayraklaştığını, her şeyin nasıl vatanla anlam kazandığını yansıtması açısından önemlidir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçtikten ve Erzurum Kongresi’ni yaptıktan sonra Sivas’a dönmüş, orada ikinci kongreyi açmıştı. Bu sırada lise binasında yatıyor; toplantılar yapıyordu. En basit ihtiyaçlarını bile temin edecek halde değildi; bazı geceler sabahlara kadar küçük petrol lambasının cılız ışığında çalışıyordu. Bir aralık lise binasına baskın yapılacağı ve Atatürk’ün yakalanıp asılacağı hakkında şehirde haberler dolaşmaya başladı. Atatürk’ün hizmetini basit fakat temiz ruhlu, fedakar bir Türk genci yapıyordu. Bu delikanlının babası gizli ve sık sık geliyor; oğluna: - Etme, eyleme; evine dön; bugün yarın şehir basılacak; Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak. Onlar her şeyi göze almışlar; sen aileni düşün, diyordu. Atatürk bu geliş gidişin farkına vardı; bir gün delikanlıyı yanına çağırdı ve sordu: - Sık sık sana gelen kimdir? - Babam!... - Ne istiyor? Delikanlı her şeyi anlattı. O zaman Atatürk, ona doğru biraz daha ilerledi; elini omuzuna koydu ve dedi ki: - Hizmetinden memnunum, fakat baba hakkı büyüktür. Madem ki razı olmuyor, git! Git, fakat babana söyle ki, vatan elden giderse evladın ne önemi kalır? ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:51 | #18 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
ARADAKİ FARK
Saltanat ve Hilafet özlemcisi kimi çevreler tarihsel gerçekleri pervasızca çarpıtmaktadırlar. Örneğin, Atatürk’ün Anadolu’ya Vahdettin tarafından bir bağımsızlık savaşı başlatması için gönderildiğini iddia etmektedirler. Bu çevrelerin iddialarına gösterdikleri kanıtlardan biri de Atatürk’le Vahdettin arasında sarayda geçen bir konuşmadır. Bu konuşmada Vahdettin’in “Paşa isterseniz devleti kurtarabilirsiniz” şeklindeki sözüne mal bulmuş gibi sarılan bu çevreler, bu sözün kurtuluş mücadelesini başlatmak için söylendiğini belirtirler. Oysa Osmanlı Padişahının bu ifadeyi kullanırken M.Kemal’den beklentisi şudur: “İtilaf Devletleri’nin emir ve isteklerinin yerine getirilmesini sağla, Anadolu’da olası işgallere karşı ortaya çıkabilecek direnişi engelle”. Padişah böylelikle İtilaf Devletleri’nin Anadolu’da kalıcı olmayacaklarına, bir süre sonra çekip gideceklerine ve Anadolu’nun da kurtulabileceğine inanıyordu. Yani, kurtuluşu teslimiyette görüyor ve silahlı bir mücadeleyi asla düşünmüyordu. Aksine silahlı mücadeleye başvurulacak olursa işgalci güçlerin Osmanlıyı hemen parçalayacaklarına inanıyordu. Çünkü padişahın Türk milletine ve kendine güveni yoktu. Kurtuluş Savaşı’nı isyan olarak görmesinin nedeni de buydu. Anadolu’ya geçmek için hazırlıklarını tamamlayan Atatürk, Yıldız Sarayı’na gitti. Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, onu çok küçük bir odada kabul etti. Hemen hemen diz dize oturdular. Padişahın sağında mini bir masa üzerinde güzel ciltlenmiş kalınca bir kitap, bir Osmanlı Tarihi vardı. Pencereden Boğaz, Boğaz’ın mavi sularında birbirine paralel dizilmiş ve toplarını saraya çevirmiş olan düşman savaş gemileri görünüyordu. Padişah, ona dedi ki: - Paşa, devletimize çok hizmet ettin; bunların hepsi artık bu kitaba geçmiştir! Elini Osmanlı Tarihi’ne koydu, bastı ve ilave etti: - Tarihe geçti!... Sonra dedi ki: - Bunları unutunuz. Asıl bundan sonra yapacağınız hizmet şimdiye kadar yaptıklarınızdan mühim olacaktır. Paşa, isterseniz devleti kurtarabilirsiniz! Atatürk cevap verdi: - Bu yolda elimden gelen yapacağıma emin olmanızı rica ederim. Vahdettin: - Muvaffak olunuz! diyerek ayağa kalktı. Ziyaret sona ermişti. Padişah, ondan düşmanların arzularını yerine getirmesini bekliyordu; elinde hiçbir kuvvet kalmamış olan devletin ancak böyle, düşmanların hoşuna giderek kurtulacağını sanıyordu. Bilmiyordu ki, kuzuyu yemeğe karar vermiş olan kurt için bahane bulmak gayet kolaydır. Atatürk de devleti kurtarmak istiyordu; fakat düşmanlara yaranmakla değil, milletin bitmez tükenmez hürriyet ve istiklal aşkını, cesaret ve fedakarlık duygularını harekete geçirerek... İşte Türk milletini anlamamış bir adamla, anlamış adamın arasındaki fark... ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:51 | #19 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
SULTAN BACI
Ulusal kahramanlar halklarıyla bütünleşebildikleri, onları anlayabildikleri ölçüde ölümsüzleşirler. Atatürk de gerek Kurtuluş Savaşı döneminde gerekse devrimlerin yapıldığı süreçte toplumla sürekli bir iletişim içerisinde olmuş, halk yararına çalışmış, bu nedenle de halkının büyük sevgisini kazanmıştır. Türk milletinin Atatürk’e olan sevgisi aşağıda anlatıldığı şekliyle Sultan Bacı’nın kişiliğinde somutlaşmıştır. Atatürk, İzmir zaferinden sonra ilk kez Adana’ya gelmişti. Ayağının tozuna yüz sürmeyi adak edenleri zorla topraktan ayırabiliyorduk. O genç, alçak gönüllü kurtarıcı, bu coşkun, kendinden geçmiş halkı selamlaya selamlaya hükümet konağına geldi. Biraz sonra evine dönecekti. Merdivenlerin yarısını indiği sırada bir kucak sarı çiçekle bir köylü kadınının nefes nefese, sıçrarcasına merdivenleri çıktığını gördük. Gazi Mustafa Kemal durdu, köylü kadını yanına kadar çıktı. Anlatılamaz bir hayranlıkla O’nun gözlerine tutuldu ve bir süre bu dalgınlık içinde yerinden kımıldanamadı, sonra bir ana sesindeki sevecenlik ve özlemle: - Ah benim çakır oğlum! Yolunu bir deli gibi bekledim. Sana bu çiçekleri tarlamdan yoldum. Eğ başını! O sarı saçlarını öpeyim... Bu benim adağım, umduğumu çok görme... Genç komutanın yüzüne bir huzur ve sevinç yayıldı, başını ona doğru eğdi. Köylü kadın bu sarı başı, bağrındaki sarı çiçeklerin üzerine bastırdı. Kokladı, öptü. Sonra da sarı fulyaları ayağının altına sererek: - Adağım yerini buldu, koca yiğit, tuttuğun altın, kılıcın keskin olsun; her muradın yerine gelsin, dedi. Bu köylü kadın bizim cephe arkadaşımız “Sultan Ana” idi. ww.uydulife.tv
|
|||||||||
20.07.09, 18:51 | #20 | |||||||||
Üye Numarası: 109
Üyelik tarihi: 20.08.2008
Yaşım: 42
Mesajlar: 5.693
Konular: 4141
Rep Gücü : 32
Rep Puanı : 1000
Rep Seviyesi :
Level: 53 [] Paylaşım: 132 / 1324 |
TÜRK ASKERİ
Osmanlı devlet anlayışına göre savaşlardaki başarı padişahın, başarısızlık ise onun kulu durumundaki ordu komutanlarının ve askerlerindi. Türk Milli Kurtuluş Savaşı’nın lideri Atatürk ise, cephede omuz omuza savaştığı askerinin hakkını teslim eden ve kendi başarısını önemsemeyerek ordusunu hep yücelten alçakgönüllü bir kahramandı. Aşağıdaki anekdot bu gerçeği yansıtanlardan sadece birisidir. Alfabe toplantısında, 29-30 Ağustos 1928 Dolmabahçe. Şafak söküyordu. Doğacak güneş 30 Ağustos sabahının güneşi idi. Bütün İstanbul, bu büyük zafer hazırlıklarını tamamlamıştı... Hep birden kalkıldı. Atatürk’ü, Türk yurdunu ve Türk ulusunu kurtaran en büyük zaferin yıldönümünü kutluyorduk. Ulu Önder, kutlamaları – derinlere bakan gözlerinin dalgınlığı içinde - dinledi, dinledi: - Bu zaferi kazanan ben değilim, dedi. Bunu asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların her birinin adını Kocatepe sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat hepsinin ortak bir adı vardır: Türk Askeri. Kutlamalarınızı onların adına kabul ediyorum. ww.uydulife.tv
|
|||||||||
Bookmarks |
Etiketler |
atatürkten anılar |
Konuyu Toplam 6 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 6 Misafir) | |
|
|