Bir dünya düşünün ki, en büyük dostumuz sandığımız makineler bize ihanet etmiş. İnsanlığı koruması gereken savunma sistemi Skynet, insan türünü kendine rakip olarak görmüş. Bunun sonucunda ise, Nükleer savaş çıkartıp, dünyayı felaketin eşiğine getirmiş. Bildiğiniz ve yaşadığınız dünya artık yok. Her yer yıkıntı, tüketim çılgını toplumlar için en büyük kabus. Sevdikleriniz, komşularınız, aileniz hepsi ölmüş. İnsanlıktan sağ kalan çok az kişi var. Yemek yok, içecek temiz su çok az, hiçbir üretim yok. Tüm dünya Nükleer bir çöl haline gelmiş. Şehirler yıkılmış yaşamak çok zor. Bildiğimiz tüm yaşam Kıyamet Günü'nde (Judgment Day) yok olup gitmiş. Bundan kurtulduğunuz için kendinizi şanslı mı sanıyorsunuz? En büyük yardımcımız olan makineler artık insanlığın en büyük düşmanı. Terminator kod adlı bu siborglar (Cyborg) Skynet'in kontrolü altında insanlığı soy kırıma uğratmaya çalışıyor. Nükleer kabus bitti ama artık daha kötüsü de başladı. Teknolojik bir kabus. Kendi yarattıklarımız bize isyan edip bizi yok etmeye çalışıyor. Makineler bizden daha güçlü ve daha yetenekli. Bizden daha zekiler, onlara karşı durmak imkansız. Ancak bir kişi onları yenecek yeteneğe sahip, bir kişi onlardan korkmuyor. Bir kişi geleceği daha önceden biliyor. İnsanlığı organize edip türümüzü zafere ulaştıracak. O son umudun adı John Connor…
James Cameron'un modern kıyamet senaryosu olan The Terminator, 1984 yılında sinemalarda gösterildiği zaman, sinema tarihini ve insanlığın bakış açısını sonsuza dek değiştirdi. Film zamanı için müthiş efektlere ve ileri bir sinema teknolojisine sahipti. Ancak bununla birlikte, yeni bir paranoya da yaratıyordu. Daha önce İsaac Asimov'un ve Frank Herbert'ın kitaplarında fazla üstünde durmadan bahsettiği bir paranoya. 80'li yıllarda insanların en büyük korkusu ve paranoyası Nükleer savaştı. Sovetler Birliği ve ABD’nin süper güç savaşı nedeniyle geliştirdiği bu silahlar olası bir savaşta insanlığın sonunu getirebilirdi. Tüm dünyada bu korku varken, bir yandan bilgisayarlar büyüleyici şekilde hızla bir gelişim içindeydi. Belki bizim için bilgisayarlar ve teknolojik ortamlar çok normal. Ancak, o zamanın insanları için, bilgisayarlar düşünme hızları ve yapabildikleriyle bir mucize gibiydiler. Bazı komplo teorisyenleri ise makinelerin yeterince gelişip bizi işsiz bırakacağını düşünüyordu. Yine de makineler bizim mucizevi evlatlarımızdı. Hayatı kolaylaştıracaklardı. Ancak James Cameron bu paranoyayı bir adım öteye taşıdı. Zamanı gelince hayatlarımızı emanet edeceğimiz makineler, evrim sürecinde niye bizim kölelerimiz olsunlar ki?
Cameron bu kara gelecek senaryosunu iki Terminator filmiyle anlattı. Özellikle ilk Terminator filmi hem gelecekte hem de 84 yılında geçerek, başımıza gelebilecekleri en iyi şekilde yansıtıyordu. Robotlar da tıpkı insanlar gibi bir evrime sahip. Basit tasarımlardan giderek en gelişmiş hale geldiler. T-800 adlı modeller insanları yok etmek için kusursuzdu. Derileri ve dış dokuları canlıydı. Saçları vardı, derileri gerçekti, kanıyorlardı, terliyorlardı bu şekilde insanların arasına sızıp yok etmek çok kolaydı. Ancak John Connor liderliğindeki Direniş, Skynet'e ağır kayıplar verdirmeye başladı. Tabii ki her lider gibi Skynet de düşmanını suikast ile ortadan kaldırmak istedi. Ancak makinelerin düşüneceği bir planla, T-101 (Arnold Schwarzenegger ) deri modelli bir cyborg geçmişe yollanır. Amacı John Connor'ın annesi, Sarah'ı öldürüp John'un doğumunu engellemektir. Ancak bunun farkında olan John geçmişe Kyle Reese adlı direniş askerini yollar. Filmin sonunda Terminator çeşitli zorluklarla yok edilirken, Sarah'da Kyle'dan hamile kalmıştır. Böylece zaman paradoksu adı verilen olayla, John'un babası Kyle olur…