05.08.11, 03:06 | #1 |
Muhtelif konular
Çeçenistan
ÇEÇENISTAN DIRENISIN TARIHÇESI (1996'ya kadar) Müslüman çeçenlerin Ruslara kök söktüren tarihsel mücadelesi 1783 Çeçenlerin Çarlik Rusyasi isgaline karsi baslattigi savas Kuzey Kafkasya'ya yayildi. 1780'lerin basinda baslayan savasta cihadin liderligini Seyh Mansur yürütüyordu. Rus istilâcilar katliam yaptilar. 1791'de tutukladiklari Seyh Mansur'u, 1794 yilindâ Slisselarg hapishanesinde sehit ettiler, ama savas devam etti. 1816 Çar, General Yermalov'u Kafkasya'ya komutan toyin etti. Yermalov büyük bir ordu ile Çeçenleri ve diger Kafkas halklarini katliama tabi tuttu. 1828 Rus baskisina dayanamayan Dagistan'da Müslümanlar önce Imam Gazi Muhammed, daha sonra Imam Hamzat önderliginde ayaga kalktilar. Büyük savas bir anda bütün Kafkasya'ya yayildi. 1834 Imam Hamzat'in sehit edilmesinden sonra cihadin önderligini Imam Samil yapmaya basladi. Taso Haci liderligindeki mücahid kuvvetleri de Imam Samil saflarina katildi. 1839 Çarlik, Çeçenlere karsi baskin düzenlemeye basladi. Imam Samil liderligindeki büyüklü küçüklü bütün Çeçenler ve Kuzey Kafkasya halklari gazavat savasina, cihada basladilar. Milli Azadlik cihadi olarak bilinen bu savas tam 25 yil devam etti. Bu savas Rus tarihine Kafkas Harbi olarak girdi. Rus demokrat yazari N.Çerniserskiy, bu savastan bahsederken, "Rusya bu savasa yilda 25 bin asker gönderdi" diye yazmaktadir. General N.N. Rayevsk ise "Bizim Kafkasya'daki hareketlerimiz Amerika'nin istilâsindaki facialar gibi idi" diye yazmaktan kendini alamamistir. 1859 Ruslar, Çeçenlerin son duragi Vedeno köyünü de isgal etti. Samil esir düstü. 25 yil devam etmis olan savasta milletin yarisindan çogu vuruldu ya sahit oldu veya gazi. Fakat Çeçenler yilmadi. Savas 1864 yilina kadar devam etti. 1865 Ruslar, sömürge rejimi uygulamaya basladilar. Çeçen gençleri Rus ordusu arasina dagitildi. Birçoklari da ülkenin disina çikmak zorunda kaldi. Anadolu'ya göçler bu tarihte basladi. 1877 Çeçen ve Inguslar yeniden ayaga kalkti. Iki yillik çetin savastan sonra Ruslar, Çeçen ve Inguslari vatan topraklarindan sürgün ettiler ve bölgeye Rus Kazak (koçak/larini yerlestirmeye basladilar. Bunun üzerine Çeçen ve Inguslar gerilla savasi ,baslatti. Zalimhan, liderligindeki mücahidler; 1917 yilina kadar Rus Koçaklorina karsi savastilar. 1917 Çeçen Inguslarla Rus Kazaklari arasindaki ölüm kalim savasi basladi. Bu savas bir yil sürdü. Çeçenler, 1918 yilinda kendi topraklarini geri aldilar. Çeçenler, Seyh Uzun Haci önderliginde Kuzey Kafkasya Emirligi altindaki Islâm devletinin kuruldugunu ilan ettiler. 1920 Komünistler, Kuzey Kafkasya'yi isgal ettiler. Sovyetler sikiyönetim ilan etti. Olaganüstü idarenin basini ÇK (daha sonra KGB) yürütüyordu. Aydinlar, bilhassa din adamlari kursunlandi. 1922 Komünistler, bölgeyi "Çeçen vilayeti" ilan etti. 1924-25 Kafkasya Sikiyönetim Komutanligi, 10 bin Çeçen Ingus aydinini hapsetti. Komünist olmayanlar idam edildi, kursuna dizildi. 1929 Kafkasya Harbi Komutanligi, Çeçenistan'da kolhozlastirma (halkin topraklarina el koyma) hareketi baslatti. Bu uygulamaya karsi çikan Çeçenler, Sit Islambulov liderliginde baskaldirdilar. 1930 Kizilordu, Sit Islambulov liderligindeki mücahidlerle anlasma yoluna gitmek zorunda kaldi. Bu anlasmaya göre Sovyetler, Çeçen Inguslarin haklarina saygi duyacaklari garantisini verdi. 1931 KGB, anlasmayi bozdu ve Sit Islambulov ve arkadaslarini kursuna dizerek sehit etti. Sit Islambulov'un yerine kardesi Hasan Islambulov geçti ve 1935 yilina kadar Kizilordu ile savas devam etti. 1932 Çeçenistan Nogayyurt bölgesindeki halk ayaklandi. Buna karsi NKVD (daha sonra KGB) buradaki herkesi hapse atarak iskenceler uyguladi. Sonra diger yerlerdeki milleti kötülemek için kizil partizan Ibrahim Gelderan liderliginde sahte bir ayaklanma gerçeklestiren KGB, halki Kizilordu kursunlarina hedef ettiren Gelderan'a öldürttü. 1936 Yillardir devam eden savasi durdurmak isteyen Moskova, Çeçen-Ingus vilayetine, Çeçen Ingus Sovyet Sosyalist Özerk Cumhuriyeti adini verdi. "Sovyet Sosyalist" kelimelerini istemeyen millet aydinlarini 1937 yilinda hapse attilar. Bir yil içinde 10 bin kisi tutuklandi ve hiçbirisi evine dönemedi. 1940 Milleti tehcir eden Ruslara karsi Hasan Islambulov liderliginde baslayan ayaklanma herkesi birlestirdi. Satoy sehrini ele geçiren Hasan Islambulov askerlerinin hareketi millete güç verdi ve Galanoj Ingus halkinin geçici inkilap hükümetini kurdular. Ruslar ne kadar saldirdilarsa da Islambulov taraftarlarini yok edemediler. 1944 Çeçenler, Kirim; Karaçay, Balkar ve Ahiska Türkleriyle birlikte, Stalin tarafindan Sibirya ve Türkistan steplerine sürgün edildiler. Bu topyekün sürgün sirasinda binlerce Çeçen açlik, salgin hastalik ve Rus kursunlariyla öldü. 1957 Sovyet lideri Nikita Kurusçev, sürgündeki Çeçen ve Inguslara, eski durumlarina kavusmalari için bazi haklar tanidi. Sürgündekiler, Çeçen Ingus Cumhuriyeti'ndeki yurtlarina dönmeye basladilar. 1960-1970 Bu yillar içerisinde Moskova, Çeçen Inguslarin daglik yerlere, sehirlere, Rus Kazaklarinin yerlestirilmesi, nüfus yapisinin degistirilmesi çalismalarina devam etti. Çogu yerlerde sahte törenler yapti. Çeçen Inguslar bu sahte törenlere çok sert tavir aldilar. Rus-Çeçen mücadelesi ideolojik savas seklinde devam etti. 1982 Sovyetler Birligi Komünist Partisi'nin birinci adami Brejnev'in yardimcisi Süslov, "Baska milletler, Sovyetler Birligi'ne kendi arzulari ile katilmislardir" diyerek asimilasyon politikasini sürdürdü. 1988 Çeçen Ingus Halk Cephesi kuruldu. Hoca Ahmet Bisultanov lider seçildi. Cephe, ilk eylem olarak Gudermes'te yapilmakta olan kimya fabrikasina karsi protesto gösterileri düzenlemeye basladilar. Bu arada siyasi teskilâtlar da kuruldu. Bu teskilâtlar, 1990 yilinda siyasi parti hüviyetine büründü. Kasim 1990 Çeçen Halk Kurultayi toplandi. Kurultayda Çeçen Milli Komitesi kurulmasi karari alindi. Komitenin adi daha sonra Milli Kongre olarak degistirildi ve basina Cevher Dudayev getirildi. 5 Eylül 1991 Agustos ayinda Sovyetler Birligi Komünist Parti Genel Sekreteri ve Devlet Baskani Mihail Gorbaçov'u devirmek için yapilan darbeyi destekleyen Çeçen Ingus hükümeti, baskilar sonucu; bagimsizlik yanlisi Çeçen Milli Konseyi'nden istifa etmek zorunda kaldi. Rus Hava Kuvvetleri'nden kendi istegiyle emekli olan General Cevher Dudayev, ülkesine döndü ve milli lider ilan edildi. Ekim 1991 Cevher Dudayev, Moskova yanlisi geçici hükümeti devirmek için kampanya baslatti. Resmi daireleri ele geçirmeye baslayan Cevher Dudayev halkin yüzde 80'den fazlasinin oyunu alarak Devlet Baskanligi'na seçildi ve tek tarafli olarak bagimsizlik ilan etti. Kasim 1991 Rusya Federasyonu Devlet Baskani Boris Yeltsin, olaganüstü hal ilan ederek Çeçenistan'in bassehri Grozni'ye asker gönderdi. Bu askerlerin Grozni havaalaninda Devlet Baskani Dudayev'e bagli askerler tarafindan engellenmesi üzerine, Rusya Parlamentosu olaganüstü hali kaldirdi ve Rus askerleri 3 gün sonra geri döndü. Haziran 1992 Çeçen-Ingus Cumhuriyeti, "Çeçenistan" ve 'Ingusistan" olarak birbirinden ayrildilar. Ingusistan, Rusya Federasyonu içerisinde kalmaya karar verirken Çeçenistan'in bagimsizlik karari Rusya tarafindan reddedildi. 1994 Moskova; Çeçenistan'in suçlular için karargâh olmaya basladigi seklinde propaganda yapmaya basladi ve halkin Cevher Dudayev'i devirmesi için çagri yapmaya basladi. 2 Agustos 1994 Rusya'nin destekledigi bilinen muhalefet tarafindan organize edilen Geçici Konsey, Cevher Dudayev'i devirme çalismalarina basladi. 25 Kasim 1994 Moskova destekli isyancilar, tank ve agir silahlarla Grozni'ye saldirdilar, fakat bir gün sonra geri çekilmek zorunda kaldilar. 29 Kasim 1994 Boris Yeltsin, Dudayev ve muhalefete 48 saat içinde silahlarini birakmalari çagrisinda bulunarak, aksi halde olaganüstü hal ilan edecegini açikladi. Rus uçaklari Grozni'yi bombaladi. 30 Kasim 1994 Rus uçaklari tarafindan yeni bir hava saldirisi daha yapildi. En az 10 uçagin katildigi saldiridan sonra Cevher Dudayev, kadin ve çocuklara Grozni'yi terket- meleri çagrisinda bulundu. Rusya, Çeçen sinirina asker yig- maya basladi. 1 Aralik 1994 Rusya'nin, verdigi sürenin bitmesine ragmen, hiçbir harekette bulunmayan Yeltsin, Çeçenlerin elindeki Rus esirleri geri alabilmek için her yolu deneyecegini açikladi. 5 Aralik 1994 Rusya, Çeçenistan'in terörist yatagi oldugunu ileri sürerek, Bati'yi yanina almak tesebbüslerine basladi. 6 Aralik 1994 Çeçenistan bagimsizligini elde etmesinden sonra ilk dafa en üst seviyede bir toplanti yapti. Rusya Savunma Bakani Pavel Graçev ve Cevher Dudayev, yaptiklari görüsmede, krizin sona ermesi için güç kullanilmamasi konusunda görüs birligine vardilar. 7 Aralik 1994 Rus Güvenlik Konseyi, taraflarin silahsizlandirilmasi için bütün anayasal tedbirlerin uygulanmaya konulmasini istedi. 8 Aralik 1994 Boris Yeltsin, anayasal tedbirlerin uygulanmasini istedi. 10 Aralik 1994 Rusya, Çeçen hava sahasi ve sinirini kapattigini açikladi. Grozni yine bombalandi. Dudayev'in yardimcilarindan biri, Rusya'nin Çeçenistan'i isgal etmeleri halinde, Rus askerlerinin tabut içinde terk edeceklerini söyledi. 11 Aralik 1994 Rus askerleri, 3 koldan Çeçenistan'a girdiler. Yeltsin, 15 Aralik tarihine kadar süre taniyarak, Çeçenlerin silahlarini birakmalarini istedi. 12 aralik 1994 Rus uçaklari, Grozni yakinindaki hedefleri bombaladi. Grozni'nin disindaki köylerde agir çarpismalar meydana geldi. 14 Aralik 1994 Cevher Dudayev, Rusya'yi uyararak bir adim daha atmalari halinde, gerilla savasi baslatacaklarini ilan etti. Baris ümidi, Çeçenlerin Rusya'nin isteklerini reddetmeleri ile son buldu. 15 Aralik 1994 Boris Yeltsin, Cevher Dudayev taraftarlarinin silah birakmasi için verdigi süreyi 48 saat daha uzatti. Dudayev, Rus askerlerinin çekilmesi halinde masaya oturacagini açikladi. 16 Aralik 1994 Çeçenistan'a gönderilen bir Rus general, Yeltsin'in hareketinin anayasaya aykiri oldugunu belirterek, "Bir adim daha ileri gitmeyecegini" ilan etti. Rusya Güvenlik Konseyi yaptigi açiklamada, verilen süreyi cumartesi gece yarisina kadar erteledi. 17 Aralik 1994 Rusya Disisleri Bakani Andrei Kozirev, yabancilarin ülkeyi terketmesini istedi ve Dudayev'i bir defa daha görüsme masasina davet etti. 18 Aralik 1994 Rus uçaklari gece yarisindan itibaren Grozni'yi bombalamaya basladilar. Fakat kara harekâtina geçilmedi. Grozni'de bulunan Dudayev taraftarlari sessiz kalarak Rusya'nin ikinci bir adim atmasini beklediler. 19 Aralik 1994 Rus kuwetleri özellikle sivil yerlesim birimlerini bombalayarak 16 kisinin ölümüne sebep oldu. Grozni'ye yönelik hava saldirilari yine devam etti. Grozni disinda yogun çarpismalar oldugu bildirildi. Bölgede bulunan gazeteciler, Petropavlovskaya köyünün Ruslarin eline geçtigini bildirdi. Cumhurbaskanligi Sarayina yönelik saldirilarda, sarayin isabet almadigi, mermilerin bos araziye düstügü belirtildi. Ocak 1995 Rus tanklari Grozni'nin merkezine dogru ilerlemeye basladi. Subat 1995 Mücahidler bassehir Grozni'yi terk etmeye basladi. Nisan 1995 Avrupa Güvenlik ve Isbirligi Konferansi AGIK, Çeçenistan komisyonu kurmaya karar verdi. Dudayev, Rusya içinde saldirida bulunma tehdidinde 'bulundu. Argun, Gudermes ve Sali'yi ele geçirmeye basladi. Mayis 1995 Rus askerleri Kafkas dagina dogru ilerliyor. AGIK himayesinde yapilan görüsmelerin ilk turunda sonuç alinamadi. Haziran 1995 Askerlerinin, güneydogudaki mücahidlerin karargâhini ele geçirdiklerini duyuran Rusya, Satoy ve Nazhoyyurt'u da aldilar. 14 Haziran 1995 Çeçenistan'a 70 kilometre mesafedeki Stavropol sehrinin Budonnovski kasabasina baskin düzenleyen Samil Basayev liderligindeki bir grup mücahid, bir hastanede yüzlerce Rus'u rehin aldi. 15 Haziran 1995 Rusya, Kuzey Kafkasya'daki kuvvetlerini alarma geçirdi. Yeltsin, Rus sivillere sakin olmalari çagrisinda bulundu. 16 Haziran 1995 Rus askerleri, Çeçenlerin saldiri ihtimaline karsi Moskova'daki kilit öneme sahip binalari korumaya aldi. Rus parlamentosundaki gruplar, hükümetin istifasini istedi. Yediler toplantisi için Kanada'ya giden Yeltsin'e geri dön çagrisindabulunuldu. 17 Haziran 1995 Rus askerleri hastaneye baskin düzenledi. Operasyon basarili olamadi. Ancak Basayev, 220 kadin, çocuk ve hastayi serbest birakti. Yeltsin; baskinin kendisinin Moskova'dan ayrilmasindan sonra gerçeklestirildigini açikladi. Basbakan Çernomirdin ise, rehinelerin serbest birakilmasina karsilik Çeçenistan'da ateskes yapilmasini teklif etti. 18 Haziran 1995 Rusya Basbakani Çernomirdin, mücahidlerin komutani Samil Basayev ile telefonda görüstü. Mücahidler, 126 rehineyi daha serbest birakti. Bâsayev, kendi adamlarini ve rehinelerin bir kismini Çeçenistan'a götürmek için bir otobüs istedi. Çeçenistan'daki Rus komutan, "Bütün askeri operasyonlarin durdurulmasi" talimatini verdi. 19 Haziran 1995 Baris görüsmelerinin yeni turu Grozni'de basladi. Mücahidler 764 rehineyi daha serbest birakti ve bir Rus tuzagina karsi bazi gazeteciler, parlamenterler ve çok sayida Rus'un bulundugu otobüsten olusan konvoyla Budonnovski'den ayrildi. 30 Temmuz 1995 Heyetler arasinda askeri anlasma imzalandi. Anlasmaya göre; Ruslar, Çeçenistan'daki askerlerini çekecek, Çeçenler de savunma maksatli olmayan silahlarini teslim edecekler. Çeçen heyetine Çeçenistan Bassavcisi. Osmati Imayev baskanlik etti. Agustos 1995 Çeçenistan'da kimyasal silah kullanilmis olabilecegine iliskin belirtiler bulundugu bildirildi. 16 Agustos 1995 Çeçen Cumhuriyeti'nin baskenti Grozni'de süren baris görüsmelerinin kesilmesi ve taraflar arasinda gerginligin tehlikeli bir sekilde tirmanmasi ardindan bir grup Çeçen direnisçi silahini teslim etti. 25 Agustos 1995 Çeçen lideri Cevher Dudayev'e bagli güçler, cumhuriyetin ikinci büyük kenti Gudermes'te yönetime el koydugunu bildirdi. 28 Agustos 1995 Rusya'nin Budonnovsk kentine baskin düzenleyerek 30 Temmuz da Rus-Çeçen heyetlerinin askeri bir anlasmaya varmalarina kadar giden görüsme sürecini baslatan Çeçenlerin ünlü savasçisi Samil Basayev, silahlarini teslim etmeyeceklerini söyledi. 5 Eylül 1995 Çeçenistan'da Cevher Dudayev yanlilari 6 Eylül 1991'de ilan edilen, ancak taninmayan bagimsizlik ilanlarinin yildönümünü cumhuriyetin çesidi yerlesim birimlerinde kutladilar. 16 Eylül 1995 Çeçenistan'in Alkhoi-mohk kasabasinda Rus uçaklarinin bombardimani sonucu üç kisinin öldügü, alti kisinin Yaralandigi bildirildi. 4 Ekim 1995 Çeçenistan Cumhurbaskani Cevher Dudayev'in danismani Ramazan Kaytemirov, Rusya'nin Çeçenistan'da asil amacinin petrol yataklarina sahip olmak, boru hattini kullanmak ve askeri üs kurmak oldugunu söyledi. 20 Aralik 1995 Çeçenistan'in Gudermes kentini kusatan Rus askerleri yüzlerce sivil öldürerek kenti ele geçirdi. Ülkenin yüzde 70'ini kontrol altinda tutan Müslüman direnisçiler, Ruslara agir kayiplar verdirdi. 9 Ocak 1996 "Yalniz Kurt" grubunun lideri Salman Rudayev, Kizilyar'a baskin düzenleyerek yüzlerce kisiyi esir aldi. 17 Ocak 1996 Salman Raduyev ve mücahidler, Kizilya dan kaçarken kistirildiklari Pervomaiskoye köyündeki Rus kusatmasini yarmayi basardilar. 5 Subat 1996 Çeçenistan'in baskenti Grozni'de bagimsizlik yanlisi Çeçenler, Rus güçlerinin ayrilmasi istegiyle gösteriler baslatti. 8 Subat 1996 Grozni'deki gösterilere binlerce kisi katildi. Kent merkezinde gösterilere katilanlarin sayisi on bine ulasti. Kaynak: Miço'nun sayfasi ww.uydulife.tv
__________________
|
|
05.08.11, 03:08 | #2 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Filistin
Israil'in Kirli Tarihi Bazi devletlerin kirli çamasirlari vardir. Ortaya çikmasini istemedikleri, bilinmesinden rahatsizlik duyduklari ve bu nedenle resmi tarihlerinden çikardiklari tarihsel gerçeklerdir bunlar. Örnegin Vietnam Savasi sirasinda ABD birliklerinin o ülkedeki sivil halka karsi uyguladiklari iskence ve katliamlar—ki bunlarin sonucunda 1.5 milyon Vietnamli yasamini yitirmistir—Amerikalilar tarafindan mümkün oldugunca unutturulmak istenir. Bu gerçek savas sirasinda ört-bas edilmeye çalisilmistir, savas sonrasinda ise Vietnamla ilgili olarak çevrilen Hollywood filmleri ile ayni yol denenmistir. Bu "Rambo" filmlerinde hep Amerikan askerlerinin Vietnam'da yasadiklari zorluklar anlatilir, Amerikali birliklerinin diri diri yaktiklari köylüler degil. Yine de Vietnam savasinin içyüzü pek çok insan tarafindan bilinmektedir. Çünkü savas dünyanin gözleri önünde yasanmis bir olaydir ve bu nedenle tam anlamiyla ört-bas edilmesi mümkün olmamistir. Ancak baska bazi devletler, kirli çamasirlarini çok daha basarili bir biçimde gizleyebilmislerdir. Bu devletlerin belki de en basarilisi ise, Israil'dir. Siyonizm'in 1930'lu ve 40'li yillardaki tarihi sözkonusu kirli çamasirlarla dolu iken, Yahudi Devleti bu gerçekleri yalnizca gizlemekle kalmamis, dahasi kendi lehinde bir propaganda aracina dönüstürmüstür. Öncelikle Israil'in nasil bir imaja sahip olduguna bakalim. Israil'in Iki Yüzü Israil, onyillardir tüm bir ulusu isgal altinda yasamaya zorlayan dünyadaki yegane devlettir. 1948'de Filistin topraklarinin önemli bir bölümünü isgal etmis ve Filistinlilerin bir kismini kendi yönetimi altinda yasamaya zorlamis, bir kismini sürmüs, hatta bir kismini da "imha" etmistir. 1967'de tüm Filistin topraklari Israil isgali altina girmistir. Ayrica Israil; Misir, Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarini isgal etmis, yillarca bu topraklardan çekilmemistir. Israil'in isgal ettigi bölgelerdeki halka karsi uyguladigi devlet terörü ise oldukça ünlüdür. Israil ayrica dünyanin baska bölgelerindeki acilarda da pay sahibidir: Dünyanin dördüncü büyük askeri gücüne sahip olan Yahudi Devleti, Üçüncü Dünya'daki baskici diktatörlere, fasist rejimlere destek olmus, onlara silah satmis, onlarin ordu ve gizli polislerini egitmistir. Pinochet, Idi Amin, Bokassa, Mobutu, Marcos, Noriega gibi eli kanli diktatörlerin tümü, Israil'in yakin birer müttefiki olmuslardir. Kisacasi, Israil, oldukça "kirli" bir devlettir. Birlesmis Milletler'de aleyhine en çok karar çikartilan, ama bu kararlarin hemen hiç birini tanimayan Yahudi Devleti, dünyanin dört bir yanindaki pek çok insanin gözünde saldirgan, zorba ve küstah bir çete devletidir. Ancak Israil'in bir baska yüzü daha vardir. Daha dogrusu Israil çogu zaman bir baska yüzle insanlarin karsisina çikar. Bu yüz, Israil'in bir "çete devleti" degil, aksine bir "mazlumlar ve magdurlar yuvasi" oldugu imajini verir. Bati'daki pek çok insan da Israil'i bu yüzüyle tanir. Bu görüse göre, Israil, dünyanin dört bir yaninda irkçilarin hedefi olan yahudilerin yegane siginagidir. Bu düsünce, temelde "yahudi soykirimi"na dayanir: Buna göre Israil, Naziler'in Yahudi irkina yönelik korkunç iskence ve katliamindan kurtulan yahudiler tarafindan kurulmus bir siginaktir. Naziler 6 milyon yahudiyi acimasizca öldürmüslerdir. Bu bir daha asla yasanmamalidir. "Bir daha asla" seklinde sloganlasan bu mantik, Israilliler tarafindan son derece ustalikla kullanilmakta ve üstte sözünü ettigimiz tüm "kirli" isler, bu yolla hasir alti edilmektedir. Bu yolla Israil'in isgalleri ve devlet terörü mesrulastirilir: "Israil, güvenligini saglamak zorunda, yeni bir soykirim mi yasansin?" mantigi kullanilir. Israil Devleti sürekli olarak soykirim konusunu gündemde tutmakta ve bunu varliginin bir numarali mesruiyet kaynagi olarak göstermektedir. Israil'i ziyaret eden her yabanci devlet adami, ilk olarak mutlaka Yad Vashem adli "Soykirim Müzesi"ne götürülür. Tarihin Perde Arkasi Israil'in sözünü ettigimiz iki farkli imaji, takdir edilir ki, birbiriyle uyusmasi oldukça zor olan imajlardir. Bir yanda açikça saldirgan, irkçi, isgalci ve baskici bir devlet, öteki yanda "mazlumlarin siginagi" seklinde bir görüntü vardir. Iste "Soykirim Yalani" adli kitabi ortaya çikaran arastirmayi yapmamiza neden olan sey de, bu iki zit görüntüdür. Bu iki zit görüntünün ardinda farkli bir gerçek olabilecegini düsündügümüz için bu kitaba konu olan tarihsel bilgileri arastirdik. Ve sonuçta ortaya pek az kimsenin farkinda oldugu bir gerçek çikti. Bu gerçek, özetle sudur: Israil devleti, ikili bir karaktere sahip degildir. Yani bir yandan baskici ve saldirgan, bir yandan da "mazlumlarin siginagi" degildir. Aksine, baskici ve saldirgan karakter, Israil devletinin, bu devleti kuran ve yasatan siyasi kültürün yegane özelligidir. Israil'in "mazlumlarin siginagi" olarak bilinmesine neden olan sey de, aslinda bu siyasi kültürün kendi halkina reva gördügü bir takim zulümlerden ibarettir. Bu genel yorumu yapmamiza neden olan somut gerçek ise, öncelikle Nazizim ve Siyonizm arasindaki bilinmeyen tarihsel iliskidir. Soykirim Yalani adli kitabimizda bu konuyu ayrintilariyla gözler önüne serdik. Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için yeterli sayida Yahudiyi Avrupa'dan göç etmeye bir türlü ikna edemeyen Siyonistlerin, II. Dünya Savasi öncesi dönemde Naziler'i—ve diger pek çok fasist hareketi—destekleyerek zoraki bir göç sagladiklarini ortaya koyduk. Almanya'yi Yahudiler'den arindirarak etnik yönden "saf" hale getirmek isteyen Nazilerle, bu ülkedeki sözkonusu Yahudiler'i Filistin'e götürmek isteyen Siyonistlerin nasil dogal müttefik olduklarini inceledik. Naziler'in Alman Yahudilerine yaptiklari baski ve zulümlerin, Siyonist liderler tarafindan neden sevinçle karsilandigini ve iki tarafin ne gibi isbirlikleri gelistirdiklerini ortaya çikardik. Bu tablo açikça göstermektedir ki, Israil, antisemitizm (Yahudi düsmanligi) tehlikesinden kaçan Yahudiler için bir siginak degildir, aksine bu Yahudileri tehdit eden antisemitik hareketler, Siyonizm tarafindan en basindan beri desteklenmistir. Bu gerçegin bilinmesinde ise büyük yarar vardir, çünkü bu gerçek, Israil devletinin kendi mesruiyetinin dayanagi olarak gösterdigi en büyük gerekçeyi çürütmektedir. Nitekim bugün Israil'in politikalarina, hatta varligina karsi çikan "anti-Siyonist" Yahudiler de bu tarihsel gerçege isaret etmekte ve Siyonizm'in Yahudiler için bir kurtulus degil, aksine en büyük tehlike oldugunu savunmaktadirlar. "Soykirim Yalani" kitabinin verdigi en önemli mesaj, bizce budur. Israil, hem isgal ettigi Arap topraklarinin gerçek sahiplerine, hem de bu topraklara zor yoluyla getirdigi Yahudiler'e baski ve zulüm uygulamis bir devlettir. Israil'in resmi ideolojisi olan Siyonizm, bu nedenle asla ve asla gerçek anlamda baris yanlisi olamaz. Baris ve huzura dayali bir siyasi kültür, her irkçi ve fasist hareket gibi Siyonizm'in de yok olmasina neden olacaktir çünkü. Israil'in bir "baris ve demokrasi" ülkesi olarak tanitildigi Türkiye'de, bu gerçeklerin bilinmesi gerekmektedir. "Soykirim Yalani", iste bu yönde atilmis önemli bir adimdir. Soykirim Efsanesi Nasil Dogdu? Nazi Almanyasi'ndaki Yahudilerin baski ve iskence politikasina maruz kaldiklari konusu, Nazilerin iktidara geldikleri 1933 yilindan itibaren Bati'daki yayin organlarinda islenmeye baslamisti. Medyayi bu konuda besleyen en önemli kaynak ise birer sivil toplum örgütü niteligindeki Yahudi kuruluslariydi. Nazilerin Yahudilere karsi toplama kamplarinda sistemli bir "soykirim" yürüttügü yönündeki iddialar ise, 1942 yilinda yogunluk kazandi. Bu iddialari dile getirenler Dünya Siyonist Örgütü ve onun Batili ülkelerin hemen hepsinde kurulmus olan kollariydi. Örnegin Yahudilerin Nazi toplama kamplarinda "sabun" haline getirildiklerine dair saiyalar, ilk kez Amerika'daki Siyonist hareketin lideri ve Amerikan Yahudi Kongresi'nin (AJC) baskani olan Stephen Wise tarafindan duyuruldu. Wise, 1942 yilinda resmi bir açiklama yaparak, "yahudi cesetlerinin Almanlar tarafindan sabun, yag ve gübreye dönüstürüldügünü" iddia etti. Gaz odalari iddialari da yine ayni dönemde resmi siyonist kuruluslarin temsilcileri tarafindan duyuruldu. Bu iddialarin genel medya tarafindan desteklenmesinin ise iki nedeni vardi: Birinci neden, Yahudi sermayeli yayin organlarinin bu konuya gösterdikleri özel ilgiydi. Ikinci ve daha önemli olan neden ise, bu haberlerin Batili ülkelerin savas halinde olduklari Nazi Almanyasi'na karsi kullanabilecek iyi bir karsi-propaganda malzemesi olusuydu. ABD yönetimi bu propagandayi çok gerekli buluyordu; çünkü "kendi çocuklarimizi neden Avrupa'da savasmaya gönderdik" diye düsünen genis halk kitlelerini savasin gerekliligine ikna etmek için, "gaz odalarinda öldürülüp sabun yapilan" masum insanlari kurtarmak kadar iyi bir gerekçe bulunamazdi. Nitekim Almanlar hakkinda buna benzer gerçek disi bazi vahset hikayeleri, I. Dünya Savasi sirasinda da Amerikan kamuoyunu ülkelerinin savasa girmesine ikna etmek için üretilmisti. Savas yillarinda bu sekilde üretilen Soykirim söylentileri, Nazi toplama kamplarinin Amerikan, Ingiliz ya da Sovyet birlikleri tarafindan 1945 yili içinde ele geçirilmesiyle birlikte iyice güçlendi. Çünkü müttefik ordulari bazi kamplarda, özellikle Dogu Polonya'daki Belsen'de binlerce yahudi tutuklunun korkunç durumdaki cesetleriyle karsilasmislardi. Bunlarin fotograf ve filmleri dünya medyasinda yayinlandi. Bu cesetler soykirimin açik birer delili sayildilar. Oysa sözkonusu cesetlerin ölüm nedeni Nazilerin her türlü önleme ragmen bir türlü basa çikamadiklari tifüs salgini ve savasin son aylarinda Alman tasima sisteminin çökmesi nedeniyle bazi kamplarda, özellikle Dogu Polonya'daki büyük kamplarda basgösteren açlikti. Buna karsilik, daha Bati'da yer alan kamplardaki Yahudi tutuklularin gayet sihhatli ve psikolojik yönden de rahat bir durumda oldugu gözlenebiliyordu. Nürnberg Mahkemesi Soykirim efsanesini "adli" bir anlamda tarihsel literatüre geçiren en önemli gelisme ise, 1946 yilinda Nazi savas suçlularini yargilamak için düzenlenen Nuremberg Mahkemesi oldu. Bu mahkemede bazi "tanik"lar kürsüye çikarildilar ve toplama kamplarindaki yahudi tutuklularin gaz odalarinda sistemli bir biçimde ihma edildigini anlattilar. Bu verileri degerlendiren mahkeme, "6 milyon Yahudinin Nazi toplama kamplarinda imha edildigini, bunlarin dört milyonunun özel üretilmis imha araçlariyla katledildigini" kabul etti. Bu mahkemede delil olarak sunulan malzeme ve ifadeler, Soykirim literatürünün hala en büyük dayanagidir. Ancak mahkeme gerçekte pek dürüst ve tarafsiz bir ortamda yapilmamisti. Nazi Almanyasi'ni yenilgiye ugratmis olan müttefikler-ABD, SSCB, Ingiltere ve Fransa-Nazi rejimini ne kadar korkunç ve acimasiz gösterebilirlerse, kendi argümanlarini o kadar iyi savunacaklarini düsünüyorlardi. Bu nedenle Siyonistlerin savas sirasinda ürettikleri tüm Soykirim hikayeleri mahkeme tarafindan ciddiye alindi ve hepsi kabul edildi. Yahudi kuruluslari tarafindan mahkemeye getirilen "görgü taniklari", toplama kamplarinda sahit olduklari gaz odasi manzaralarini anlattilar. Bu sahitlerin verdikleri ifadelerin çok büyük bölümünün gerçeklerle uyusmadigi bugün biliniyor. Örnegin mahkemeye çikarilan ve Dachau toplama kampindan kurtulduklari söylenen pek çok tutuklu bu kamptaki gaz odalari hakkinda detayli ifadeler vermislerdi. Oysa Dachau'da "gaz odasi" olarak gösterilebilecek tek bir bina dahi olmadigi için, Soykirim literatürünün savunuculari ilerleyen yillarda bu iddiayi geri almak zorunda kaldilar. Bugün Dachau'da gaz odasi oldugunu savunan hiç kimse yoktur. Diger toplama kamplarindaki sözde gaz odalari ile ilgili ifadelerin çogu da çeliskiliydi. Bazilari gerçeklesmeleri bilimsel yönden imkansiz hikayelerdi. Nuremberg Mahkemesi'ne sahit olarak çikarilan en önemli kisi ise Auschwitz toplama kampinin kumandani Rudolf Höss"tü. Höss, çok önemliydi, çünkü mahkemeye çikarilan sahitlerin ezici çogunlugunun aksine bir Yahudi degil, bir Nazi subayiydi. Hem de Auschwitz'de iki yildan uzun bir süre en üst düzey yetkili olmustu. Höss "itiraflarinda", Auschwitz'in içinde "Wolzek" adi verilen özel bir imha kampi oldugunu, kendi komutasi altinda burada 2.5 milyon yahudinin öldürüldügünü söyledi. Ama "Wolzek" diye bir yer hiç bir zaman bulunamadi, dahasi Auschwitz'de 2.5 milyon Yahudinin öldügü iddiasi da bir süre sonra Yahudi tarihçileri tarafindan geri alindi. Rakam önce 1.25 milyona, en son olarak da Yahudi tarihçi Jean Claude Pressac tarafindan 775 bine düsürüldü. Peki Höss neden yalan ifade vermisti? Basit; Höss'ü sorgulayan Ingiliz gizli servisi, ona agir bir iskence yapmis, dahasi ailesini ve çocuklarini öldürmekle tehdit etmislerdi!... Bu, bugün ispatlanmis tarihsel bir gerçektir. Höss bu durumda kendisini ve ailesini kurtarmak için her seyi imzalayabilirdi, nitekim öyle yapti. Soykirim hikayesi Nuremberg mahkemesine dayanarak hizla büyüdü. Yahudi tarihçiler mahkeme tutanaklarindan alintilar yaparak kitaplar yazdilar. Baska tarihçiler bu kitaplardan alintilar yaparak yeni kitaplar yazdilar. Ilerleyen yillarda yeni bazi "soykirim sahitleri" çikti ve bunlar yazdiklari kitaplarla Nuremberg'teki verilmis olan ancak sonradan "siritan" bazi ifadelerin yerlerine yenilerini koymaya çalistilar. Israil'de özel bir Soykirim Arastirmalari Merkezi kuruldu. Dünya kamuoyunun soykirimi kesin bir tarihsel gerçek sanmasinin en önemli nedeni ise, Hollywood'un Yahudi sermayeli film sirketleri ve Yahudi yönetmenleri tarafindan çevrilen 100'e yakin Soykrim filmi oldu. Soykirimin sorgulanmasi ise 60'li yillarda basladi. ABD'deki Northwestern University'den Dr. Arthur Butz, Fransa'daki Lyon Üniversitesi'nden Robert Faurisson ve pek çok "best-seller" kitabin yazari Ingiliz tarihçi David Irving sözkonusu revizyonist akima öncülük ettiler. Revizyonist akimin bugün en önemli entellektüel merkezi, California'daki Institute for Historical Review adli kurumdur. Israil'in Terör Gelenegi Bir süredir "baris" rüzgarlarinin estigi Ortadogu, son bir hafta içinde Israil'in Lübnan'da gerçeklestirdigi bombalamalarla yeniden isindi. Bu durum, bazilari için sasirticiydi. Bir "baris ve demokrasi sembolü" olarak gördükleri Israil'in, içi küçük çocuklarla dolu bir ambulansi nasil olup da havaya uçurdugunu, ya da sivil yerlesim bölgelerini nasil olup da fütursuzca bombaladigini anlamakta güçlük çektiler. Oysa, Bati medyasinin propaganda ilüzyonundan kurtularak ve Israil'in gerçek kimligini göz önünde bulundurarak vaziyete bakildiginda, Israil'in sözkonusu "gazap üzümleri" operasyonunun hiç bir sasirtici yönü olmadigini görebiliriz. Çünkü Israil, bir terör devletidir; terör, Yahudi Devleti için olagan bir dis politika aracidir. Israil'in geçmisine bir göz attigimizda ise, bu tanimi kesinlestiren yüzlerce örnek bulmak mümkündür. Terörizmden Basbakanliga Israil'in kuruldugu yillar, ayni zamanda Ortadogu'nun da terörle tanistigi yillar olmustu. Yüzyilin basindan beri sistemli bir "devlet kurma" programi izleyen Siyonist hareket, 1940'li yillarda Filistin'de olusturdugu terör örgütleri ile bölgeyi kan gölüne çevirdi. Sag kanat Siyonistler, Filistin'deki Araplara ve ilerleyen yillarda da Ingilizlere karsi savasacak olan Irgun Zvei Leumi (Ulusal Askeri Örgüt) ya da kisaca Irgun adli silahli yeralti örgütünü kurdular. Irgun ve 1940 yilinda ondan ayrilan Avraham Stern'in kurdugu LEHI (Lomamei Herut Yisrael-Israil'in Özgürlügü Savasçilari), Araplar'a ve Ingilizlere karsi kanli terör eylemleri gerçeklestirdiler (LEHI, kurucusunun adindan dolayi Stern Çetesi olarak da anilir). Irgun ve Lehi'nin iki aktif teröristi, yillar sonra tüm dünyanin taniyacagi isimler haline geleceklerdi: Menahem Begin ve Yitzhak Samir! Ikisi de, sirasiyla, Basbakan oldular. Bu sag kanat teröristler ile sol kanat Siyonistler arasinda da gizli bir ittifak vardi. 16 Eylül 1948 günü Stern örgütünün teröristleri, Birlesmis Milletler'in Filistin arabulucusu olan ve Siyonistlerin isgal politikalarini elestirmesiyle taninan Kont Folke Bernadotte'u Kudüs'te öldürdüler. Yeni kurulmus olan Israil Devleti'nin Basbakani Ben Gurion, Stern militanlarinca gerçeklestirilen suikasti lanetledi ve Bernadotte'un BM karargahindaki cenazesine de katilarak taziyelerini sundu. Suikastin sorumlusu olan Stern üyeleri ise kayiplara karistilar. Ancak bir süre sonra bu militanlar ortaya çiktilar, hem de çok ilginç bir biçimde... Bernadotte'u vuran Joshua Cohen adli tetikçi, Basbakan Ben Gurion'un özel korumasi oluverdi birden bire.! Suikast emrini verenlerden Yitzhak Samir ise Mossad'in Avrupa masasi sefligine getirildi.(1) Ben Gurion'un basbakanliginin sürdügü bu dönemde, Samir'in de katkisiyla, çok sayida "Israil düsmani" Mossad ajanlarinca Avrupa'da öldürüldü. Kisacasi Israil'in liderleri aktif birer teröristtiler, ya da terörizmi el altindan destekliyorlardi. Terör, Israil'in kurulmasiyla bitmedi, azalmadi da. Aksine, daha da çok kan dökmeye basladi. Israil Tarzi Terör ... 80-100 kadar erkek, kadin ve çocuk öldürülmüstü. Çocuklari kafalarina sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir kisinin canina kiyildi. Köylerde erkek ve kadinlar yiyecek ve su verilmeksizin evlere kapatildilar. Sonra da sabotajcilar gelip evleri havaya uçurdu. Bir kumandan, bir ere emir vererek, havaya uçurmak istedigi bir evin içine 2 kadin kapatmasini söyledi. Bu arada bir asker, öldürmeden önce bir Arap kadinin irzina geçtigini anlatti. Yeni dogmus bir çocugu olan Arap kadinina birkaç gün süreyle etraf temizlettirildikten sonra kadin ve çocuk öldürüldü. 'Harika bir adam' diye nitelenen iyi yetistirilmis, iyi bir egitim görmüs kumandanlar, asagilik katiller haline gelmisti. Hem de gelisen korkunç olaylarin içinde ister istemez bu duruma düsmüs degillerdi. Aksine soykirimi ve yoketme metodlarini bilinçlice kullaniyorlardi. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalirsa, o kadar iyiydi... Üstteki satirlar, Israil'in Davar gazetesinin 9 Haziran 1979 tarihli sayisinda yayinlandi. Yazilanlar, 1948'de Dueima adli Filistin köyünün ele geçirilmesi sirasinda yapilanlara taniklik eden Israilli bir askerin katliam hatiralariydi. Önemli olan bu satirlarda anlatilanlarin, istisnai bir terör eylemini degil, Israil'in kutsal terörünün siradan bir örnegini tarif etmesidir. Bir diger "siradan örnek", Israillilerin devlet kurduklari yilda, 1948'de Deir Yassin köyündeki Arap halka giristikleri katliamdir. Menahem Begin'in yönettigi Irgun ve Stern teröristleri, Kudüs yakinlarindaki Deir Yassin köyüne düzenledikleri baskin sirasinda, hamile kadinlarin ve çocuklarin da dahil oldugu 280 kadar Arap köylüsünü önce sokaklarda dolastirdiktan sonra kursuna dizmislerdir. Ancak bir de önemli "detaylar" vardir: Öldürülen genç kizlarin çogunun irzina geçilmis, erkeklerin cinsel organlari koparilmistir. Siyonistler bazi kurbanlari öldürmek için biçak kullanmislardir. Raporlarda "ortadan ikiye biçilen" küçük bir kiz çocugundan da söz edilmektedir.(2) Bu sekilde alti ay içinde Arap köylerine düzenlenen sayisiz baskinlarla 400 bine yakin Arap, yurdunu terketmek zorunda kaldi. Deir Yassin Katliami bu baskinlarin sadece birisiydi. Israilliler'in yillar içinde terör yoluyla bosalttiklari köy sayisi, Israil'in az sayidaki "muhalif" seslerinden biri olan Israel Shahak'in tespit ettigi rakama göre, 385'tir. Bu köylerde yasayanlarin içinde korku yöntemiyle kaçirilanlarin yaninda, Deir Yassin'le ayni kadere ugrayanlar da vardir. Israil'in terörü, ilerleyen yillarda da kan dökmeye devam etmistir. Kibya ya da Sabra Satilla katliamlari, yine buzdaginin görünen kisimlaridir. Israilliler çogu kez bu açik eylemleri bile üstlenmemeye çalismislardir. Örnegin Israil'in 1982 yazindaki Lübnan'i isgali sirasinda Sabra ve Satilla mülteci kamplarinda öldürülen 1.500'ün üstündeki Filistinli'ler hakkinda Begin "yahudi olmayanlar, yahudi olmayanlari öldürdü, bize ne!" demisti. Oysa kisa süre sonra katliami gerçeklestiren Falanjistlerin Israil subaylarinin komutasinda oldugu ve Israil ordusunca silahlandirildiklari ortaya çikti. Israil Tarzi Iskence Israil'in kutsal terörünün önemli bir parçasini ise iskence olusturmaktadir. 1967'den bu yana iki milyondan fazla Filistinli'yi isgal altinda yasamaya zorlayan Yahudi Devleti, bu Filistinlilerin muhalefetini kirmak ve onlari göçe ikna etmek için sistemli bir iskence politikasi uygulamistir. Yahudi Devleti'nin korkunç iskence yöntemleri, ilk kez Londra'da yayimlanan Sunday Times'in 1977 yilinda yayinladigi uzun bir arastirmada ortaya çikti. Belgelenen vakalar, 1967'den itibaren on yillik Israil isgali sirasinda iskence gören kirkdört Filistinlinin durumlarini ortaya koyuyordu. Buna göre, Israil'in; Nablus, Ramalla, Hebron ve Gazze'deki hapishanelerinde, Kudüs'teki Rus sitesi ya da Moskoviya olarak bilinen sorgu ve gözalti merkezinde ve Yona, Ramle, Sarafand, Nafha gibi özel askeri hapishanelerde inanilmaz iskenceler uygulaniyordu. Sistemli dayak disinda, Israillilerin kullandigi iskence türleri arasinda; cinsel organlara elektrik verme, tutukluyu çirilçiplak buzlu suya sokma, gözleri baglanmis olan tutuklunun üzerine özel egitilmis köpekleri saldirtma, vücudun degisik yerlerinde sigara söndürme, arkadan tecavüz, tirnaklarin ve saglam dislerin sökülmesi gibi yöntemler vardi. Bazi tutuklularin kizlari da tutuklanmis ve bunlara babalarinin gözü önünde tecavüz edilmis, sonra da tutuklu kendi kiziyla cinsel iliskiye girmesi için zorlanmisti. Bazi erkek tutuklularin cinsel organlarina ince cam çubuklar sokulmus ve sonra da bu çubuklar organin içindeyken iskenceciler tarafindan kirilmisti. Erkek tutuklularin hayalarinin sikistirilmasi da çok kullanilan yöntemlerin biriydi. Bu iskenceler sonucunda çok sayida Filistinli tutukluda kalici sakatliklar meydana geldi. Çogunun cinsel fonksiyonlari sona erdi, görme ve isitme duyularini ve akli dengelerini yitirenler oldu. Bu fiziki iskencelerin yaninda psikolojik yöntemler de vardi. Siyasi tutuklular, kasten, Israil ordusuna çizme, kamuflaj agi, vb. malzeme imal etme islerine kosuluyorlar, reddettiklerinde fiziki yöntemlere basvuruluyordu.(3) Sunday Times'in ortaya çikardigi bu vakalar, 1967-1977 yillari arasindaki iskence vakalariydi. Ilerleyen yillarda da Israil'in kutsal terörü ve kutsal iskencesi sürdü. Yalnizca 1987-1993 döneminde; Israil birlikleri tarafindan 1.283 Filistinli öldürülmüs, 130.472 tanesi hastaneye kaldirilacak derecede yaralanmis, 481 tanesi sürülmüs, 22.088 tanesi gözaltina alinmis, 2.533 ev mühürlenmistir. (4) Gözalti ve tutukluluk sirasinda kullanilan iskence yöntemlerinin hangi boyutlara vardigini bilmek de mümkün degildir. Israil iskence gelenegi ile ilgili olarak en son 1995 Agustosunda ortaya bazi yeni bilgiler çikti. Emekli Albay ve tarihçi Mose Givati, "Çöl ve Alevlerin Içinde" adli kitabinda, 1948, 1956 ve 1967'deki Arap-Israil savaslarinda Israil ordusunun savas esirlerine inanilmaz iskenceler yaptigini yazdi. Buna göre, esir alinan Misirli askerlerin gözleri sigara ile oyulmus, cinsel organlari kesilerek agizlarina tikanmisti... Burada önemli olan bir nokta var. Israil devlet aygiti, terör ve iskenceyi yalnizca pragmatik bir uygulama olarak degil, bunun da ötesinde kutsal bir misyon olarak görmektedir. Israil'in terörü, Livia Rokach'in ifadesiyle, "kutsal" bir terördür. Çünkü bu terör, yahudi dini kaynaklari tarafindan emredilir. Terörün "kutsalligi" Eski Ahit'in Tesniye kitabinda, 7. Bap söyle baslar: "Allahin Rab, mülk olarak almak için gitmekte oldugun diyara seni götürecegi ve senin önünden çok milletleri, Hittileri ve Girgasileri ve Amorileri ve Kenanlilari ve Perizzileri ve Hivileri ve Yebusileri, senden daha büyük ve kuvvetli yedi milleti kovacagi; ve Allahin Rab onlari senin önünde ele verecegi ve sen onlari vuracagin zaman; onlari tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acimayacaksin ve onlarla hisimlik etmeyeceksin; kizini onun ogluna vermeyeceksin ve onun kizini ogluna almayacaksin... Çünkü sen Allahin Rabbe mukaddes bir kavimsin; Allahin Rab, yeryüzünde olan bütün kavimlerden kendine has bir kavim olmak üzere seni seçti." I. Samuel kitabi 15. Bap'in basinda ise su ayet yer alir: "Ordularin Rabbi söyle diyor: Amalek'in Israil'e yaptigini, Misir'dan çiktigi zaman yolda ona karsi nasil durdugunu arayacagim. Simdi git, Amaleki vur ve onlarin herseylerini tamamen yok et ve onlari esirgeme ve erkekten kadina, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden esege kadar hepsini öldür." Ayetlerde geçen Hittiler, Yebusiler, Amalekler gibi kavimler, M. Tevrat'in yazildigi dönemlerde Ortadogu'da bulunan toplumlardir. Bu nedenle bu ayetlere (ve M. Tevrat'in içindeki yüzlerce benzerlerine) göz atan pek çok kisi, tarihin derinliklerinde kalmis birer siddet olayinin hikayesini okudugunu sanabilir. Oysa gerçek böyle degildir... Israil'in "güvercin" siyasetçilerinden Amnon Rubinstein, su satirlari yaziyor: "(Israilli radikallerin) kullandigi lisanda, günümüzdeki Araplar; Yebusiler'dir, Amalekler'dir ya da Kenan diyarinin Tevrat tarafindan lanetlenen yedi kavminden herhangi birisidir... Tesniye'de, 'geride hiç bir sey kalmayacak sekilde' Amalek'i yok etmek üzere verilen emir, dogrudan bugünkü Araplar'a yönelik olarak yorumlanmaktadir... Israil'in savaslari da bu çerçevede anlasilmakta ve bu savaslarda bu 'yeni Amalekler'e karsi insancil davranilmamasi gerektigi söylenmektedir. Haham Menachem M. Kasher, 1967 savasindan sonra yazdigi bir yazida, Tevrat'in 'onlari sizin önünüzden yavas yavas azaltacagini ve yurtlarina sizi yerlestirecegim' seklindeki ifadesinin, Israil'in Araplar'la olan iliskisini tarif ettigini yazmistir... Bar Ilan Üniversitesi'nden Haham Israel Hess, daha da ileri gitmis ve 'Tanri'nin Amaleklere karsi girisilen savasa bizzat katildigini' söylemistir. Israel Hess'in konuyla ilgili yazisinin basligi ise, 'Tevrat'in katliam emirleri'dir." (5) Kisacasi, Israil kimligi olusturan en büyük faktör olan "dinci" ekol, Muharref Tevrat ayetlerini bu sekilde yorumlamakta, ve böylece Yahudi Devleti'nin uyguladigi teröre teolojik bir mesru temel olusturmaktadir. Iste bu nedenle terör ve Israil, birbirinden ayrilmaz iki parçadir. Yahudi Devleti, mevcut ideoloji ve kurumlariyla ayakta kaldikça, terörü mesru bir siyaset araci olarak görmeye devam edecektir. "Gazap üzümleri"nin bombalariyla ambulans içinde parçalanan çocuklar, bu gerçegin ne ilk ne de son kurbanlaridir. DIPNOTLAR 1) Richard Curtiss, "The Good Cops and Bad Cops Who Killed the Peace Process". Washington Report on Middle East Affairs. Haziran 1995 2) Lenni Brenner, The Iron Wall: Zionist Revisionism from Jabotinsky to Shamir, London: Zed Books, 1984, ss. 141-143 3) Ralph Schoenmann, Siyonizm'in Gizli Tarihi, Kardelen Yayincilik. 1992. ss. 79-95 4) Washington Report on Middle East Affairs, Haziran 1994 5) Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited: From Herzl to Gush Emunim and Back, 1.b., New York: Schocken Books, 1984, s. 116 Kaynak: Harun Yahya hocaefendimizin sayfasi ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:08 | #3 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Siyonist isgal ve isbirlikçi ihanet arasinda
Filistin Direnisi Bugün Siyonist Israil rejiminin isgali altinda bulunan ve bir ksminin özerklestirildigi ileri sürülen Filistin topraklari, ortadogu'nun tam ortasinda yer alan 26.350 km2 bir bölgenin adidir FIlistin'in en önemli özelligi müslümanlarin ilk kiblesi Kudüs'e ev sahipligi yapmasindan öte, tevhid tarihindeki rolü ve statüsünden ileri geliyor. Kur'an da adi geçen birçok peygambere yüzyillar süren ev sahipligi yapan Filistin, yüzyillar süren hak-batil savasinin en büyük görgü sahididir. En son 199 yilinda yapilan sayimda Filistinlilerin toplam sayisi 5.447.000 olarak belirtilmistir. Bu nüfusun 40 %'i Filistin'de, kalan 60 %'i ise diger Arap ülkelerine dagilmis vaziyette sürgün hayat yasamaktadir. Islam tarihinde Filistin Medine'de kurulan Islam devletinin kuzeye dgru sinirlarinin genisletmesiyle Müslümanlar, Filistin topraklarina da yönelmislerdi. Ilk defa Hz. Ebu Bekir, Filistin üzerine 633'te iki küçük birlik gönderdi. Daha sonra 634'te Halid bin Velid komutasindaki Islam ordusunun Remle yakinlarinda Bizans ordusuna karsi kazandigi zaferle Kudüs disindaki Filistin topraklarinin önemli bir kismi fethedildi. Kudüs'ün fethi ise 638'te ikinci halife Hz. Ömer döneminde gerçeklesti. Hz. Ömer, Kudüs'ün anahtarlarini teslim aldiginda oranin halkina tam bir din hürriyeti ve güven içinde yasayacaklarina dair yazili eman vermisti. Bu fetihten sonra Filistin 1097'ye kadar süreklil müslümanlarin hakimiyetinde kaldi. Bu tarihte Müslümanlar arasinda suni ihtilaflari iyi kullanan Haçli ordularinin 40 gün süren siddetli kusatmalari sonunda bölge hristiyanlarin eline geçti. Bölgenin haçlilarin eline geçmesiyle günler süren katliamlar da baslamis ve en az 70.000 Müslüman günlerce süren vahsetle öldürülmüstü. Bölge insanina kan kusturan Haçli isgali ise 3-4 yil kadar süren bir cihad ve vahdet hazirligindan sonra 1186 yilinda Selahaddin Eyyûbi son verdi. Yavuz Sultan Selim'in 1516'da gerçeklestirdigi Misir seferi sirasinda Filistin Osmanli devletine baglandi ve 1918 yilida Ingilizler tarafindan isgal edilinceye kadar baris ve huzur içinde yasadi. Emperyalist tezgah 20. yy. gelindiginde, dönemin Hicaz Emiri Serif Hüseyin'in büyük bir Arap imparatorlugu kurma hayali onu Osmanli devletine karsi Ingilizlerle isbirligi yapmaya itmisti. Bu isbirligi sonucunda 1. dünya savasi sirasinda Osmanliya karsi Ingilizlerin yaninda savasan Serif Hüseyin, Ingilizler'in bölgeyi isgal etmesine yardimici oldu. Ingilizlerin Hüseyin'le gizli iliskiler içine girmeleri aslinda 1917 yilinda Balfour deklarasyonu adiyla siyonistlere söz verdikleri 'Bagimsiz bir Yahudi devleti' projesini hayata geçirmenin sadece ilk asamasini olusturuyordu. Siyonistlerin Filistin'den bir miktar elde etme çabalari ise daha eskilere, Osmanli sultani II. Abdülhamit zamanina kadar uzanmaktaydi. Bölgeyi önce parayla almayi düsünen siyonistler, bunun karsiliginda Osmanlinin tüm dis borçlarini ödemeyi taahhüt ettiler. Ancak bölgeden yahudilere toprak satmanin ileride nasil sorunlara yol açanbilecegini uzak öngörüsü il egören II. Abdülhamit, teklifi sert bir sekilde geri çevirdi. (Teklifte bulunmak için huzuruna gelen yahudi heyetini def etti, M.K.) Osmanlidan (veya Abdülhamit'ten, M.K.) bu yolla birsey koparamayan siyonistler bu kez dönemin süper gücü Ingilizlerle isbirligine gitmeyi kararlastirdilar. Osmanli devletini yikmak veya zayiflatmak için her firsati degerlindirem Ingilizler, para babasi siyonistlerin kendilerine yanasmalarini iyi bir firsat olarak degerlendiriyordu. 1916 yilina gelindiginde Fransa, Ingiltire ve Rusya Ortadogu'yu kendi aralarinda paylasmayi öngören Sykos-Picot anlasmasini imzaladi. Anlasmanin Filistinli ilgili maddesinde söyle deniliyordu: "...Diger ortaklarin ve Mekke Serifinin muvafakati alindiktan sonra bu bölgede uluslararasi bir yönetim kurulacaktir..." Gizli anlasmadaki 'uluslararasi bir yönetim kurulacaktir...' sözünün açilimi aslinda, Ingilizlerle siyonistler arasindaki gizli isbirligini ortaya koyan Balfour deklarasyonu okundugunda daha iyi anlasiliyordu: "Hasmetli Ingiliz kraliyet hükümeti, Filistin'de yahudi halki için milli bir devlet kurulmasini memnuniyetle karsilamaktadir..." Ingiliz isgali ve göçler Bu tür uluslararasi komplolarla, Ingilizlerin denetimine Filistin topraklarinda müslümanlar da Ingiliz isgaline ve onlarin organize etmeye basladigi yahudi göçüne karsi müadele etmeye basladilar Bu dogrultuda zaman zaman ayaklanmalar gerçeklestirildi. 27 Subat 1920 tarihinde Filistin halkindan 40.000 kisilik bir topluluk Mescid-i Aksa'da gösteri düzenledi. Ayni yilin Mart ayinda ise ilk silahli çatismalar basladi. Bu çatismada 7 yahudi öldürüldü. Kudüs'te yahudi göçmenler ve müslüman halk arasinda günlerce süren çatismalar yasandi. Bunun üzerine örgütlenmeye baslayan yahudi göçmenler silahli çeteler kurdular. Ilk siyonist terör örgütü 1920 yilinda kurulan Hagana idi. Bunu Irgun, Lahome Herut ve Stern gibi diger çeteler izledi. Bu örgütler öylesine kanliydi ki, Deir Yasin, Sa'sa, Beledi's Seyh gibi köylere düzenledikleri saldirilarda yüzlerce masumu vahsice katletmekten çekinmemis ve sistemli olarak katliamlarini sürdürmüslerdir. (Israil zulmünün bir simgesi) Bu sekilde 2. dünya savasinin sonuna kadar 27 yil süren kanli bir süreç yasandi. Savas sonunda Ortadogu'daki gücünü ve nüfuzunu yitiren Ingiltire kralligi, yerini yükselmekte olan yeni emperyalist güç ABD'ye birakti. Siyonist rejimin kurulusu 1947 yilinda Filistin'den çekilmeye baslamasi ardindan bölgede kurulacak yönetim için BM'de oylama yapildi. Genel kurul, 1947'de Filistin topraklarinin Araplarla yahudiler arasinda paylastirilmasina dair 181 sayili karari onayladi. Buna göre Filistin topraklarinin en verimli kesimlerini olusturan 55 %'i yahudilere, verimsiz ve çöl kesimlerinden olusan 45 %'i de Araplara birakildi. Ingilizlerin 1948 yilinda tamamen çekilmeleri ardindan BM'nin kendilerine verdigi toprakalrin sayisini artirdan yahudilere, Filistin'e ait topraklarin 15 %'i daha isgal etti. 14 Mayis 1948 yilinda son Ingiliz birliklerinin de ayrilmasiyla Israil devleti ilan edildi. Israil'in kurulus ilanindan bir kaç saat sonra Birinci Arap-Isaril savasi basladi. Bölgedeki Arap rejimleinin özellikle Ürdün'ün ihanete varan sorumsuz tutumu nedeniyle yahudi isgalciler savas sonunda isgal ettikleri topraklari daha da genisletti. 1956 yilinda Ingiltire ile Misir arasinda patlak veren Süveys bunalimina taraf olan Israil'in Ingiltire yaninda savasa girmesiyle ikinci Arap-Israil savasi yasandi. Savasa daha çok Ingilizlere destek vermek amaciyla girdiklerinden dolayi çatismalar, Israil'e ciddi bir toprak kazanimi saglamadi. Ancak 1967 yilina geldigimizde Israil ile Araplar arasinda yasanan savaslarin en büyügü meydana geldi. Alti gün savasi olarak bilinen savasta, daha önce hep birlikte Israil'e saldirma ve üç cephede biren onu mesgul ederek gücünü kirma karari alan Suriye ve Ürdün, savas sirasinda sözlerinde durmayinca Misir'in tüm hava savunmasinin yok oldugu savas büyük bir fiyaskoyla sonuçlandi. Savastan önce yok edilecegi söylenen Israil bir hafta içinde Misir'in tüm Sina yarimadasini, Suriye'nin Golan tepelerini ve Ürdün'ün de Bati yaka (Bati Seria) denilen bölgelerini topraklarina katti. Bu savasta kaybettikleri yerleri geri almak için Misir, Suriye ve Ürdün tarafindan 1973 yilinda baslatilan savas ise yine Arap ülkelerinin yenilmesiyle sonuçlandi. Israil saldirganliginda 5. büyük askeri operasyon ise 1982 yilinda gerçeklesti. Siyonist rejim, Lübnan'a yerlesmis bulunan Filistin direnis güçlerini oradan çikarmak amaciyla bu ülkeyi isgal ederek, Filistin'li sivillerin kaldigi Sabra ve Satilla kampalrinda büyük bir katliam gerçeklestirdi. Halen Israil'de bakanlik yapmakta olan Ariel Sharon isimli teröristin gözetiminde gerçeklestirilen katliamda yaklasik 1000 kisi bir gecede öldürüldü. Yilginlik ve tavizler Filistin'i kurtarmak bir yana Israil'e kaptirdiklari kendi toprakalrini bile geri alamayan Arap rejimleri, çareyi siyonistlerle anlasmakta buldu. Bunlardan ilki Misir devlet baskani Enver Sedat oldu. 1978 yilinda, yahudi asilli ABD Disisleri bakani Henry Kissinger'in (dg. 1938, Fürth/Almanya, M.K.) arabulucugunda gerçeklestirlen Camp David anlamasiyla isgalci rejimi 'devlet' olarak taniyan Misir, Filistin'in satisi anlamina gelen bu siyasi manevra karsiliginda Sina yarimadasini geri aldi. Daha sonraki dönemde Misir'in dislanmasiyla sonuçlanan bu süreci devam ettirmeye cesaret edemeyen diger Arap ülkeleri, 1991 yilina kadar beklemek zorunda kalacaklardi. Sovyet blogunun çöküsü ile birlikte kendini dünyanin tek efendisi olarak ilan eden ABD'nin baskilarina boyun egen diger Arap liderler Ispanya'nin Madrid kentinde bir araya gelerek Ortadogu baris süreci'ni baslattilar. 1993'te Arafat, 1994'de Ürdün siyonistlerle baris anlasmasi imzalayarak aralarindaki savasa son verdi. Suriye ise 1967 yilindan beri isgal altindaki Golan'i geri vermeyi taahhüt etmedigi iç su ana kadar barisa yanasmis görünmüyor. Islami direnis Süphesiz Arap ülkeleri ile Israil'in masaya oturtan etken savaslarda alinan yenilgilerle olusan kendine güvensizlik ve yilginligin yanisira 1987 yilindan itibaren gelisen Intifada'nin mücadelede kontrolü ele almaya baslamasidir. Intifada (Ayaklanma) olarak isimlendirilen Filistin ayaklanmasinin ilk kivilcimi 7 Aralik 1987 tarihde ateslendi. Gazze bölgesinde bir yahudinin kamyonetyile Filistin'li isAileri tasiyan bir araca çarparak 4'nün ölümüne neden olmasi Gazze Islam Üniyersitesi'ndeki ögrencileri hareket geçirdi. Ögrenci Meclisi, kamyonet olayinda hayatini kaybeden veya yaralanan kisilerle ilgilenmek üzere tüm müslüman ahlki Sifa isimli hastanenin etrafinda toplayarak, ayaklanmanin ilk startini verdi. Filistin halkini yönlendiren bu meclisin bütün üyeleri Filistin Islami Direnis Hareketi, kisaca HAMAS olarak isimlendirilen hareketin mensuplariydi. Hareketin ilk temeli, Misir'daki Müslüman Kardesler (Ihvan-i Müslimîn) teskilatinin kurucusu Imam Hasan el-Benna'nin 1948 savasi için Filistin'e gönderdigi mücahitler tarafindan atildi. Bu kisiler ve onlarin etrafinda toplananlar, egitim ve teblig çalismalarini devam ettirerek güçlü bir taban olusturdular. Seyh Ahmet Yasin liderliginde güçlü ve disiplinli bir örgütsel yapiya kavusturulan hareket, 1987 yilindan itibaren kamuoyunun önüne çikan hareket baslattigi halk direnisi ile adini duyurdu. Hamas, direnisin ilk aylarindan itibaren periyodik bir sekilde halk kitlelerine hitap eden ve direnisi yönlendirilen bildirileri yayinladi. Kendinden birilerinin liderligini çabuk benimseyen müslüman Filistin halki, o güne kadar batil ideolojilerle yürütülen mücadelenin sonuçsuz kaldigini iyi bildiginden yüzlerce evladini sehid verme pahasina Hamas liderligini takip etti. O güne kadar Arafat'i öncelikle tehdit olarak algilayan siyonist rejim ise tarih içindeki tevhid mücadelesinin besigi olan Filistin'de, mücadelenin Islami bir hüviyet kazanmasinin ne tür bir sonuç doguracagini iyi bildiginden en cani yöntemlerini Islami direnis mensuplarin sindirmek için gerçeklestirdi. Hamas'la mücadele için özel bir "Iskence yasasi" çikartan ve her türlü sorgulama yöntemini yasal hale getiren siyonist rejim, aralarinda 18 mayis 1989 tarihinde tutuklanan Seyh Yasin'in de bulundugu binlerce Filistin'liyi zindanlara tikti. Su ana kadar Israil zindanlarina atilan Filistin'li sayisinin 5.000'i asti. Yapilan iskencelerde ise 1987 yilindan bu yana sehid olanlarin sayisi 100'ü buldu. Iskence disinda, Islami Cihad lideri Fethi Sikaki, Hamas eylemcisi Yahya Ayyas gibi önde gelen kisilerin de bulundugu yüzlerce kisi, siyonist istihbarat örgütlerince faili meçhul cinayet süsü verilerek sehid edildi. Filistin halki basta dini, onuru ve topragi olmak üzere tüm kutsal bildigi degerleri için kahraman insanlarin öncülügünde savasirken, ayaklarinin altindan bazi mevkilerin kaymaya basladigini farkeden Arafat gibi sahte kahramanlar da, bu kutsal mücadelenin meyvelerini toplama saygisizligini gösterdi. Islami direnisin olusturdugu halk muhalefetinin gücünü pazarlik masasinda iyi kullanan Arafat, siyonist rejimden kendisi için kukla bir yönetim koparmayi basarirken, kendini oralara tasiyan halkina ise siyonistlerden farksiz bir muameleyi reva görmekten utanmiyor. Su ana kadar 250'den fazla Hamas mensubunu tutuklayan ve su ana kadar en az 10 tane mahkumun iskenceden öldügü Arafat yönetimi, Filistin'lilerin yeni kabusu olacak gibi görünüyor. Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi 2, Subat-Mart 1999 Resimler: Evrensel mesaj dergisi ve Yürüyüs dergisi ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:09 | #4 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Mescid-i Aksa'nin Altindaki Tünelin Anlami
Son bir kaç gündür Filistin sokaklari savas meydanina dönmüs durumda. Dogu Kudüs'te, özellikle Mescid-i Aksa çevresinde ve Bati Seria ile Gazze'nin çesitli bölgelerinde, yillar öncesinin Intifada'sindan hiç de az kalmayacak çatismalar yasaniyor. Israilliler ile Filistinliler, bir kez daha birbirlerini öldürüyorlar. Tüm bu olaylarin nedeni ise, bilindigi gibi Mescid-i Aksa'nin altindaki tarihsel bir tünelin Israil tarafindan ziyaretçilere açilmasi oldu. Bu hareket, Filistinlilerin gözünde, Israil’in Mescid-i Aksa'yi yikabilmek için yaptigi uzun vadeli planin yeni bir parçasiydi. Onlari büyük bir öfke, hatta bir "hamiyet-i Islamiye" içinde sokaklara döken sey de tünelin bu "stratejik" anlami oldu. Buna karsin, dogal olarak, Israilliler tünelin hiç bir sekilde Mescid-i Aksa'ya zarar vermek gibi bir amaci olmadigini israrla söylediler ve söylemeye devam ediyorlar. Onlara göre, bu sadece "turistik" bir düzenleme ve tünelle birlikte yalnizca daha fazla "turistik gelir" elde etme düsüncesindeler. Kuskusuz Israillilerin öne sürdügü bu "turizm" açiklamasina inanmak için bir hayli saf olmak gerekir. Çünkü Israillilerin daha önce de bir çok defa çatisma nedeni olan Mescid-i Aksa üzerinde bu tür bir düzenleme yaparken, bunun sonucunu tahmin etmemis olduklari düsünülemez. Ve hiç bir hükümet, sirf biraz daha "turistik gelir" elde etmek için, bile bile büyük bir çatismanin fitilini ateslemez. Netanyahu hükümeti, kuskusuz Filistinlilerin -ve tüm Müslümanlarin-"göz bebegi" olan Mescid-i Aksa üzerindeki bu düzenlemeyi, karsilasacagi tepkiyi bilerek ve göze alarak göstermistir. Bu ise su anlama gelir: Demek ki, Israilliler açisindan, özellikle önceki Isçi Partisi hükümetine göre daha radikal ve daha "dinci" olan Netanyahu kabinesi açisindan, Mescid-i Aksa'nin altindaki tünelin son derece büyük bir anlami vardir. Öyle ki, bu anlam, onlari, basta Filistinliler olmak üzere tüm Islam dünyasini -hatta, "dostlar alisveriste görsün" nevinden bile olsa ABD'yi bile- karsilarina almalarina neden olacak bir icraata sürüklemistir. Israillilerin tünelin açik kalmasi -ya da sadece "bir kaç günlügüne kapanmasi"- konusundaki israrli tutumlari da bizlere tünelin "turizm"den çok daha büyük ve önemli bir anlami oldugunu göstermektedir. Bu anlami kesfedebilmek içinse, "dindar Siyonizm"in tarihine bir göz atmak ve Mescid-i Aksa'nin bu tarih içindeki konumuna bir göz atmak gerekmektedir. "Dindar Siyonizm" ve Mesih Inanci 19. yüzyilin sonunda siyasi bir hareket olarak ortaya çikan Siyonizm'in milliyetçi, modern ve laik Yahudiler tarafindan ortaya atildigi ve dolayisiyla "dini" bir hareket olmadigi sikça anlatilan bir hikayedir. Ancak hikaye, gerçegi ancak kismen yansitmaktadir ve bir de gözlerden uzak kalan bir yön vardir. Bu yön, "dindar Siyonizm" olarak bilinen ve "sag Siyonizm" ya da öteki adiyla "Revizyonist Siyonizm" olarak tanimlanan akimla da oldukça iliskili olan bir harekettir. Dindar Siyonizm, bir Yahudi Devleti'nin kurulusunu yalnizca ulusal bir self-determinasyon olarak gören laik Siyonizm'den farkli olarak, Israil’in kurulusunu Yahudi dinindeki geleneksel "Mesih" inanci çerçevesinde yorumlamistir. Bu inanca göre, Yahudiler, Tanri tarafindan "seçilmis" olan üstün bir halktir, ve diger uluslari yönetme hakkina sahiptirler. Ancak bu "yönetme hakki", diger uluslar tarafindan gasp edilmistir. Hakkin yerine getirilmesi, "Seçilmis Halk"in yeryüzü egemenligine ulasabilmesi ise, ancak Hz. Davud soyundan gelecek olan Beklenen Mesih'i yeryüzüne inip Yahudiler'e önderlik ederek Kudüs merkezli bir Krallik kurmasi ile gerçeklesecektir. Mesih'e karsi "itaatsizlik" yapacak olan uluslarin isi ise zordur! The Universal Jewish Encyclopedia, söyle yazar: "Mesih geldiginde diger milletler ya fethedilecek, ya imha edilecek ya da dinlerinden döndürüleceklerdir. Ama sonlari ne olursa olsun, o tarihten sonra Israil için sikinti kaynagi olmaktan çikacaklardir." (1) Mesih'in gelisi, Yahudilerin binlerce yillik tarihi boyunca hep beklenmistir. Ama en çok da, MS 70'de Romalilar tarafindan Kudüs'ten kovulmalarinin ardindan güçlenmistir. 70 yilinda Romalilar, Kudüs'teki Hz. Süleyman Tapinagi'ni ikinci kez yikmislar, sehirdeki Yahudilerin büyük bölümünü katletmis kalanlari da sürmüslerdir. Geriye Tapinak'tan yalnizca tek bir duvar kalmistir; o da bu "yikim"im anisina Aglama Duvari'na dönüstürülmüstür. Mesih geri geldiginde ise, inanisa göre, Tapinak yeniden insa edilecek ve Mesih, ayni "King Solomon" gibi, buradan dört bir yana hükmedecektir. Iste bu nedenle de, Mesih'in gelisi ile Tapinak'in yeniden insasi, birbiri ile çok yakindan iliskili olan iki "vaad"dir. Dindar Siyonizm'in Mesih ve Tapinak Yorumlari Yahudiler tarafindan asirlardir beklenen bu iki büyük gelisme, 19. yüzyila kadar uzak bir hayal görünümündeydi. Ancak Siyasi Siyonizm'in dogusu ile birlikte, Yahudiler, 19. yüzyil sonra Kudüs'e dönmek için ciddi bir girisim baslattilar. Hareket "laik" Yahudilerce yönetiliyordu belki, ama dindarlar bu girisimde çok büyük bir anlam görmüslerdi. Onlara göre, siyasi bir hareket olan Siyonizm, gerçekte Mesihi dönemin artik baslamak üzere oldugunun göstergesiydi. "Dindar Siyonistler"in basini çeken Abraham Yitzhak HaCohen Kook, Siyasi Siyonizm'in Atchalta D'Geula (Mesihi Kurtulusun Baslangici) ya da B'ikvata D'Meshicha (Mesih'in Ayak Sesleri) oldugunu söyleyerek bunu en açik biçimde ifade etmisti. Kook'a göre, 1917'de yayinlanan ve Siyonizm'e resmi Ingiliz destegi sayilan Balfour Deklarasyonu, Filistin'e yapilan yahudi göçleri ve büyük devletlerin Siyonistlere verdigi destek; tüm bunlar Mesih'in gelisinin yakin oldugunu gösteren alametlerdi. Israilogullari Mesihi dönemde yasiyorlardi ve yüzyillardir beklenenler yakinda gerçege dönüsecekti. Kook ve diger Dindar Siyonistler tarafindan yapilan yoruma göre, "insani" çabayla, yani Siyasi Siyonizm'le baslayan süreç, "ilahi" bir gelisme olan Mesih'in gelisi ile devam edecekti. Ancak bu "mutlu son"a varilabilmesi için yahudilerce Mesih'in gelisinden önce yapilmasi gereken -ve Mesih'e ortam hazirlayacak olan- üç misyon vardi. The Universal Jewish Encyclopedia bu misyonlari söyle anlatir: "Siyasi Siyonizmin ortaya çikmasi ile birlikte Haham Hirsch Kalischer tarafindan gelistirilen teori diger hahamlarca da kabul gördü. Buna göre, Mesih'in dönüs süreci, dogal olaylarla baslayacakti: Yahudilerin Filistin'e yerlesme istegi ve diger milletlerin gönüllü olarak bu ise yardim etmesi ile. Mesih'in ortaya çikisi ve vaadedilen mucizelerin gerçeklesmesi için gereken sartlarsa sunlardi: Kutsal Topraklar'da büyük ve yeter sayida yahudinin yerlesip devlet kurulmasi, Kudüs'ün ele geçirilmesi ve Tapinak'in yeniden insa edilmesi." (2) Bu üç sartin birincisi olan Kutsal Topraklar'daki yahudi nüfusunun arttirilmasi, Siyonist hareketin önderleri tarafindan bu yüzyilin basindan beri uygulanmaktadir. Devlet ise 1948'de kuruldu. Ikinci sart, yani Kudüs'ün ele geçirilmesi, 1967'deki Alti Gün Savasi'nda yerine getirildi. 1980'de Kudüs "Israil'in ebedi baskenti" ilan edildi... Dolayisiyla, Mesih'in gelisini saglayacak misyonlardan geriye bir tek Tapinak'in yeniden insa edilmesi kaldi. 19 yüzyildir yikik olan ve sadece tek duvari ayakta kalan Tapinak, yahudiler tarafindan Aglama Duvari’na dönüstürülmüs olan Süleyman Tapinagi. "Peki Tapinak'i insa etmek zor birsey midir?" sorusu akla gelebilir hemen. Öyle ya, Israilliler için bir Tapinak insa etmenin zorlugu nedir? Zorluk, Tapinak'in insa edilmesinde degildir. Eski Tapinak'in bulundugu alan üzerinde bugün iki Islam mabedi durmaktadir: Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra. Tapinak'in yapilabilmesi için bu iki mabedin de yikilmasi gerekmektedir. Pürüz dünya Müslümanlaridir. Onlar, varolduklari sürece, Israillilerin bu iki mescidi yikmalarina izin vermemektedirler... Iste son bir hafta içinde yasadigimiz ve Kudüs sokaklarini kana bulayan bu çatismalarin ve bunlara neden olan "turistik tünel"in anlami da burada gizlidir. Likud ve Tapinak Siyonizm'in "sol ve laik" kanadi, Israil Devleti'nin kurulmasindan sonra Isçi Partisi'ne dönüstü. Isçi Partisi, biraz bizdeki CHP gibi, "devleti kuran" partiydi ve 1977 yilina dek de kesintisiz iktidarda kaldi. Buna karsin, sözünü ettigimiz "dindar Siyonizm" ise, eskiden beridir sagci, hatta fasizan ögeler tasiyan "Revizyonist Siyonizm"le bütünlesti ve Israil’in kurulmasiyla birlikte "Herut" partisi olusturdu. Bu dinci/sagci parti, bir kaç küçük partiyle daha birleserek 1970'lerin basinda "Likud" adini aldi. Herut'u kuran, Likud'a dönüstüren ve 1982'deki Lübnan isgalinin sonrasina dek de liderligini yürüten kisi, "Israil saginin en büyük lideri" sayilan Menahem Begin'di. Begin'i Izak Samir izledi. 92'de seçim yenilgisinin ardindan da Netanyahu oturdu Likud'un liderlik koltuguna. Bu kronolojinin gösterdigi sonuç ise sudur: Mesih'in gelisine inanan ve bunun için de Tapinak'in yeniden insasini hedefleyen "Mesiyanik Siyonizm", Likud'un içinde büyük bir etkiye sahiptir, hatta Likud ideolojisinin temel taslarindan biridir. Tapinak'i insa etmek amaciyla Mescid-i Aksa'yi yikmayi hedefleyen yeralti Yahudi örgütü "Mahchteret Yehudit" hakkindaki kisa bir inceleme de bizi yine ayni sonuca ulastirmaktadir. Machteret Yehudit ve Likud 1984 yilinin 27 Nisaninda Israil’de oldukça ilginç bir örgütün varligi ortaya çikti. Machteret Yehudit (Yahudi Çetesi) adindaki örgütün üyeleri, Arap yolcularla dolu olan bes yolcu otobüsünü havaya uçurmaya yönelik bir plan yapmis ama son anda olayin ortaya çikmasi üzerine tutuklanmislardi. Ancak daha önce gerçeklestirdikleri önemli eylemler vardi; 1980 yilinda Bati Seria'daki iki Arap belediye baskaninin arabasina bomba koyarak öldürmüsler, 1983 yilinda ise Hebron kentindeki Islam Koleji'ne silahli bir saldiri düzenleyerek üç ögrenciyi öldürmüs, otuz üç tanesini de yaralamislardi. Ama kisa bir süre sonra, Machteret Yehudit'in tüm bunlardan çok daha büyük bir eylemi gerçeklestirmek üzere oldugu ögrenildi. Örgüt, Dogu Kudüs'ün, Müslümanlarin Harem-i Serif, yahudi ve Hiristiyanlarin ise Tapinak Tepesi (Temple Mount) adini verdikleri mevkiinde yer alan iki Islam mabedini—Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra—havaya uçurmak için çok sofistike bir plan hazirlamisti. Mabetlerin mimari yapisi üzerinde profesyonel bir inceleme yapilmis, Golan Tepeleri'ndeki bir askeri garnizondan bol miktarda patlayici çalinmisti. Kubbet-üs Sahra'yi etrafa zarar vermeden havaya uçurabilmek için, 28 ayri patlayici Kubbe'nin belirlenmis yerlerine yerlestirilecekti. Gerekirse Mescid-i Aksa'yi korumakla görevli silahsiz müslüman nöbetçileri vurmak için ucuna susturucu takilmis Uzi'ler ve göz yasartici bombalar edinmislerdi. Operasyon, yirminin üzerinde Machteret Yehudit militaninin katilimiyla gerçeklesecekti. Eylem Israil otoriteleri tarafindan durdurulmustu belki, ama bu gönülsüz bir engellemeydi. Çünkü, Machteret Yehudit'in üyeleri, aslinda pek çok kisinin yapmak istedigi bir isi, sabirsizliklari nedeniyle, uygun olmayan bir zamanda yapmaya kalkmislardi. Bu nedenle, aslinda, gerek Gush Emunim gibi Likud'a yakin olan dinci örgütler gerekse Likud hükümeti, Machteret Yehudit'e ve eylemine gizli bir sempati ile bakmislardi. Israil mahkemesi, kanunlara göre suç olusturan bu eylemi dogal olarak cezalandirdi ama mahkeme kararindan bir gün sonra, Basbakan Yitzhak Samir, Machteret Yehudit üyeleri için söyle diyebiliyordu: "Hepsi harika insanlar ama bir hata yaptilar." Gush Emunim'in önde gelen ismi Haham Mose Levinger de eylemin teorik olarak dogru ama zamanlama yönünden yanlis oldugu yönünde görüs bildirdi.(3) Amerikali yahudi gazeteci Robert Friedman, Machteret Yehudit olayinin derinleme bir incelemesini yapmisti. Verdigi ilginç bilgiler vardi: O dönemde Israil basinindaki yaygin bir iddiaya göre Israil'in iç güvenlik servisi Shin Bet, Machteret Yehudit'in daha önceki eylemlerini—Arap belediye baskanlarinin öldürülmesi, Islam Koleji'nin taranmasi gibi—biliyorlardi ve buna ragmen de örgüte hiçbir müdahalede bulunmamislardi. Friedman'in yorumuna göre, Israil otoriteleri aslinda örgütün Mescid-i Aksa'yi yikma planindan da haberdar olduklari halde bir süre onlara engel olmamislar, ancak olayin basina sizmasi ve sonuçlarinin da çok tehlikeli olacagini farketmeleri üzerine Machteret Yehudit'i durdurarak üyelerini tutuklamislardi. Yitzhak Samir'in örgütün üyeleri için "harika insanlar" deyisi ya da onlari hapse mahkum eden yargicin karari açiklarken "bu insanlara yurtseverlikleri nedeniyle saygi ile bakilmasi gerektigi" seklindeki garip sözleri, hep bu isteksiz engel olusun göstergeleriydi. Üst rütbeli Israil subayi Avi Yitzhak, Israil yönetiminin Machteret Yehudit'e uzun süre engel olmadigini, çünkü "üst düzey politik ve askeri yöneticilerin, örgütü, demokratik bir devletin yapamayacagi eylemleri yapabilmesi için muhafaza ettigini" söylemisti. Friedman, "Machteret Yehudit olayi içinde Israil hükümetinin parmagi vardi ama bunun orani hiçbir zaman bilinemeyecek" diyor.(4) 1985 yilinda, hapisteki Machteret Yehudit üyelerinin serbest birakilmasi için etkili bir kampanya baslatildi. Kampanyanin en atesli destekçileri Knesset üyesi politikacilardi. Basta Likud olmak üzere her partiden, hatta "solcu ve laik" ve sözde baris yanlisi Isçi Partisi'nden bile çok sayida Knesset üyesi bu "harika insanlari" hapisten çikarmak için çalistilar. Sonuçta birbiri ardina gelen aflarla hepsi serbest birakildi. Dolayisiyla, Machteret Yehudit'in Islam mabetlerini yikma planinin engellenmis olmasi, Likud yönetiminin bu mabetlerin varligindan memnun oldugu anlamina gelmiyordu. Likud, özellikle de Likud'un sahinleri, eylemin yalnizca yöntem ve zamanlama açisindan yanlis oldugunu düsünüyorlardi, ama temel mantik dogruydu. Daha Az Radikal bir Yöntem: Mescid'in Altinin Oyulmasi!.. Nitekim yeni ve daha az radikal olan bir yöntem bulundu çok gecikilmeden. Machteret Yehudit'in ortaya çikmasindan bir yil sonra, 1985'te, Israil hükümeti Mescid-i Aksa'nin altindaki kazi çalismalarina hiz verdi. Bu sekilde Mescid'in alti oyulacak ve küçük bir sarsinti sonucunda kendiliginden yikilmasi saglanacakti. Haftalik Aksiyon dergisi, 13-19 Mayis 1995 tarihli sayisinda "Israil Mescid-i Aksa'yi yikiyor!" basligiyla verdigi bir haberde konuya deginmis, Mescid'in altinda gizlice yürütülen kazi çalismalarini belgelemis ve söyle yazmisti: "Israil, Mescid-i Aksa'ya karsi dogrudan bir saldirida bulundugu takdirde... Islam ülkelerinin topyekün cephe almasindan çekiniyor... (bu nedenle) tarihi kazi yapiyor gibi göstererek, kendiliginden çökecek bir hale gelmesi için ugrasiyor. Böylece ülke olarak kendisini geri çekecek ve üzerine bir sorumluluk almadan hedefine ulasmis olacak." Uzun yillar Kudüs'te çalisan Amerikali arkeolog Gordon Franz ise, bu konudaki gözlemlerine dayanarak söyle diyor: "Emin oldugum bir sey varsa, Tapinak'i yeniden insa etmeyi hedefleyen yahudilerin o iki camiyi mutlaka yikmak istiyor oluslaridir. Bu yikimin nasil olacagi konusunda kesin bir fikrim yok ama olacaktir. Yikacaklar ve burada onun yerine bir Tapinak insa edecekler. Ne zaman, nasil yapilacak bilmiyorum ama yapilacak." (5) Houston Ikinci Baptist Kilisesi'nden rahip James E. DeLoach ise tüm yahudilerin camileri yikip Tapinagi insa etmek istediklerini, ancak bunu Machteret Yehudit gibi radikal yöntemlerle degil, Aksiyon'un haberinde yer alan sekilde yapacaklarini söylüyor: "Su bir gerçek; tanidigim bütün yahudiler o camilerin yikildigini görmek istiyorlar. Ama bana söylediklerine göre, bu yikim, Tanri'dan gelecek bir hareketle, örnegin bir depremle ya da ona benzer bir sekilde gerçeklesecek." (Ibid., s. 99) Iste Israil’deki "derin devlet"in mantigi budur. Amaç, Tapinak'i ne olursa olsun insa etmektir; çünkü Mesih'in gelisi buna baglidir. Tapinak'in insasi için Islam mabetlerinin yok edilmesi gerekmektedir. Yahudi Devleti, bu isi mabedlerin "altini olmakla" uzun vadeye yaymistir. Belki de, "insan eliyle" yapilacak bu hazirliktan sonra, bir "ilahi" müdahale, yani Mescid-i Aksa'yi çökertecek küçük bir deprem beklenmektedir. Bu ise kuskusuz dünya Müslümanlari ile Israil arasindaki büyük bir çatismanin, belki bir Üçüncü Dünya Savasi’nin fitili olacaktir. Israil’in bugün dünya Müslümanlarini zayiflatmak için, dünyanin dört bir yanindaki anti-Islami güçlerle yaptigi gizli isbirligi ve kurmaya çalistigi "Anti-Islami Enternasyonal"in mantigi da büyük ölçüde budur.(6) Mescid-i Aksa'nin altinda açilan ve Filistin topraklarini yeniden kana bulayan son "turistik" tünelin gerçek anlami da, iste budur. 1) The Universal Jewish Encyclopedia, vol. 7, s. 503 2) The Universal Jewish Encyclopedia, vol. 7, s. 502 3) Robert I. Friedman, Zealots for Zion: Inside Israel's West Bank Settlement Movement, 1.b., New York: Random Hause, 1992, s. 31 4) Robert Friedman, Village Voice, 12 Kasim 1985 5) Grace Halsell, Prophecy and Politics: Militant Evangelists on the Road to Nuclear War, Connecticut: Lawrence Hill & Company, 1986, s. 105) 6) "Anti-Islami Enternasyonal" hakkinda ayrintili bilgi için bkz. Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen. Vural Yayincilik, 1996 Kaynak: Kubacami.com ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:09 | #5 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Kanayan Yara : ORTADOGU
Muzaffer Tasyürek Bir sehir... Hz. Peygamber A.S.’in miraca yükseldigi, Hz. Ömer R.A.’in müslümanlara hediye ettigi, hiristiyan ve musevilerin paylasamadigi, yüzbinlerce insanin ugruna topraga düstügü bir sehir. Bu sehir Kudüs. Yavuz’un Osmanli topraklarina kattigi Kudüs tam 401 yil baris ve huzur içinde yasamis. Binbir entrikayla bizden koparildiktan sonra ise bir daha yüzü gülmemis. Sadece orasi mi? Simdi kan deryasina dönen nice belde Osmanli huzurunu yâd ediyor. Ve o zamanlar Osmanli’ya ihanet edenler, hâlâ o ihanetin bedelini ödediklerini artik biliyorlar. Bütün ilâhi kaynakli dinlerin kutsal sehri Kudüs, tam 401 yil, yani 144 bin 366 gün bizim ellerimizde yasamis. O günlerde, bugünkü görüntüsünün tam aksine baris ve esenlik içerisinde olan Kudüs, entrikalarla Osmanli’dan koparilisinin bedelini bugün agir bir sekilde ödüyor. Adeta bir ates çemberi içerisinde. Her gün insanlar öldürülüyor. Çogu çocuk yasta bedenler topraga düsüyor. Barut, kan ve gözyasi birbirine karisiyor. Kudüs’ün bizden kopmasina sebep olanlar, yani onun gerçek muhafizlarina ihanet edenler, onu bir buçuk günde Israil’e teslim ettiler. Yani biz Kudüs’ü tam 401 yil muhafaza ederken, onlar sadece 36 saat dayanabildiler. Kutsal Topraklarda Huzur Için Kudüs, Osmanlilar’a Yavuz Sultan Selim döneminde katildi. Zaten Yavuz’un bütün padisahligi Dogu’ya ve Güney’e seferlerle geçmisti. 24 Agustos 1516’da Yavuz Sultan Selim, Mercidabik Zaferi’ni kazandi. Bu seferin amaci, hac yollarinin güvenligini saglamak, bölgedeki kabile kavgalarina son vermek, hiristiyan ve yahudilerin bu topraklardaki etkinligini kirarak aralarindaki kavgadan özellikle Kudüs’ü uzak tutmak, Islâm’in baris ve adaletini oralara hakim kilmakti. O dönemde Suriye ve Misir’a yine bir Türk devleti olan Memlûklar egemendi. Memlûklar, Mekke, Medine ve Kudüs’ü ellerinde bulundurmakla devrin yükselen gücü Osmanli’ya karsi Islâm dünyasinin lideri olma iddiasindaydi. Avrupalilar’in tarih boyunca ilgi duyduklari ve ellerinde tutmak için defalarca Haçli seferleri düzenledikleri Kudüs ve çevresinde, dünyadaki dört Ortodoks Patrikligi’nden üçü bulunuyordu. Bu unsurlar, Osmanli Devleti’nin gelecegi için tehdit olusturuyor ve Islâm birliginin önünde engel teskil ediyordu. Halep alimleri ve ileri gelenleri yazdiklari mektuplarla, Memlûk valilerinin müslümanliga yakismayan uygulama ve zulümlerinden biktiklarini anlatmislardi. Onlarin, “müeyyed min indillah” (Allah katindan yardim gören) diye anilan padisah Sultan Selim Han’dan yardim talepleri ve gelisen siyasi olaylardan sonra, artik sefer kaçinilmaz olmustu. Yavuz 30 Aralik 1516 günü Kudüs’e girdi. Mescid-i Aksa’da iki rekat hacet namazi kilarak mukaddes mekânlari gezmeye basladi. Her taraftan padisahi yücelten sesler ve alkislar yükseliyordu. Ama padisah bulundugu mekânlarin kudsîligini hatirlatarak, kendisini alkislayanlari susturdu. Bu hareketiyle alimlerin ve halkin sevgi ve takdirini kazandi. Yavuz Sultan Selim, baslamis oldugu dogu ve güney seferini basariyla sürdürdü. Kisa zamanda Sam, Halep ve Gazze ele geçirildi. Misir’i ve Hicaz’i Osmanli topraklarina katinca bir ferman yayinlayarak, yahudilerin mukaddes diye nitelendirdikleri Misir ve Filistin topraklarina yerlesmelerini yasakladi. Onun ardindan oglu Kanunî de 1520 yilinda ayni yönde bir ferman yayinlayarak söz konusu hassasiyeti sürdürdü. Bir taraftan bunlar olurken, sehir de bastan basa imar ediliyor; medreseler, camiler, imarethaneler yapiliyordu. Ayrica sehir yeni surlarla daha emniyetli hale getiriliyordu. Tanzimat: Sonun Baslangici Ortadogu’nun ve tabii Kudüs’ün kaderi Tanzimat dönemiyle beraber degismeye basladi. Osmanlilar’in, Islâm dünyasinin lideri olarak içte ve dista saglamis oldugu huzur ve güven ortami, Tanzimat’a kadar yükselen bir gerilimle sarsilmaya basladi. Nihayet, Tanzimat Fermani devletin içine düstügü acziyeti gösteren bir belge olarak tarihte yerini aldi. Bu ferman çöküsü resmîlestirmekten baska ise de yaramadi. Azinliklarin Müslümanlarla beraber esit haklara kavusmalari ve statülerinin yükseltilmesi, emperyalistlerin arayip bulamadigi bir firsat oldu. Çesitli diplomatik oyunlarla Avrupalilar 1877’de Kudüs’de konsolosluklar açtilar. Siyonistler ve Ingilizler’in tezgâhladigi oyuna Jön Türkler kolayca düsmüslerdi. Avrupa ülkelerinin destekledigi yahudi göçleri, sehrin nüfus yapisi degistirmeye basladi. Siyonist Entrikalarin Kiskacinda 29 Agustos 1897’de Isviçre’nin Basel sehrinde toplanan “Dünya Siyonist Kongresi”, Basel Programi denilen bir dizi faaliyeti yürürlüge koydu. Bu programda, Filistin’in bir “Yahudi Milli Yurdu” haline getirilmesi kararlastirilmisti. Bu tarihlerde Filistin topraklarinda bulunan Yahudi nüfusu sadece besbin civarindaydi. Bu nüfus ile bir Yahudi devletinin kurulmasi hayal gibiydi. Bu, ancak Osmanli’dan göç imtiyazlari almakla mümkündü. Ama göçleri gerekli kilacak bir durum da yoktu. Iste bu yillarda Rusya’da hiç yoktan yahudi katliamlari basladi. Avrupalilar güya yahudileri korumak için Sultan Abdülhamid Han’dan yahudilerin Filistin’e göçüne izin vermesini istediler. Abdülhamid Han, atalarinin izinden giderek yahudilerin tehlikeli niyetlerini sezdi ve buna müsaade etmedi. Ancak, yalnizca kirmizi pasaportla haci olmak için geçici olarak Kudüs’e girebilme hakki tanindi. Basel Programi’ni yürürlüge koyan Theodor Herzel, önündeki en büyük engelin, yani II. Abdülhamid Han’in asilmasi için daha sinsi bir plan uygulamaya ve kaleyi içerden fethetmeye basladi. Bunun için de Jön Türkler’i kullandi. Jön Türk hareketi içerisinde yer alan Avram Galanti, “Misir Cemiyet-i Israiliyesi”ni kurarak, Sultan’a karsi faaliyetlerin artmasini sagladi. Bu arada Jön Türk hareketinin içinde büyük rolü olan Emanuel Karasso, II. Abdülhamid Han’in huzuruna çikarak ondan Filistin’le ilgili imtiyazlar istedi. Sultan’dan olumlu cevap alamayan ve istekleri reddedilen Karasso, nüfuz ettigi Jön Türkler ki bunlarin basinda Talat Bey (sonra pasa oldu) gelir ile isbirligine giderek, Sultan’i tahttan indirmeye yönelik darbe girisimlerini desteklemeye basladi. Talat Bey’e kendi avukatlik bürosunda is veren Ispanyol yahudisi olan Karasso, Macedonia Rizarto mason locasinin baskanligini yapmis, Ittihat ve Terakki’nin Selanik kolunda etkin olmus, Jön Türkler’i mason localari etrafinda organize etmis bir kisiydi. Tarihlere 31 Mart Hadisesi olarak geçen 1908 darbesinin organizatör ve destekçilerinden olan bu yahudi, umudunu Osmanli’da meydana gelecek bir rejim ve iktidar degisikligine baglamis ve bunda da muvaffak olmustur. Siyonistlerin asil büyük amaci ise Osmanli’nin tamamen ortadan kaldirilmasiydi. Herzel bu konuda söyle diyordu: “Filistin için Osmanli’nin dagilmasini bekleyemeyiz.” Iste bu düsünceyle siyonistler, Ittihatçilar’i kullanarak Osmanli Devleti’nin Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savasi’na katilmasinda etkin rol oynadilar. Tek Basina Direnen Bir Sultan Ortadogu, Misir ve Hicaz topraklarinin stratejik önemini bilen ve emperyalistlerin bu topraklardaki entrikalarinin farkinda olan Sultan Abdülhamid Han, Ittihatçilar’in yanlis politikalarina elinden gelen tüm imkanlarla engel olmaya çalisti. Islâm birligini ebedi ve diri tutmaya, bu konuda Hilâfet kurumunu etkin kilmaya çalisiyordu. Söyle diyordu: “Müslümanlarin bulundugu yerlerle irtibatimiz daha siklasmali, birbirimize daha fazla yaklasmaliyiz. Istikbal için yalniz birlikte ümit vardir. Islâmiyet’in birligi devam ettigi müddetçe, Ingiltere, Fransa, Rusya, Hollanda elimde sayilir. Çünkü tabîyetlerinde bulunan müslüman memleketlerinde halifenin sözü cihadi meydana getirmeye kâfidir ve bu hiristiyanlar için felaket demektir.” Sultan, ecdad yadigâri bu kutsal topraklara yatirimlari artirmaya, kültürel ve sosyal baglari kuvvetlendirmeye çalisti. Istanbul’u demiryolu ile Peygamber beldesine bagladi. Bu çirpinislari ne yazik ki Siyonistler, Ingilizler ve Ittihatçilar’dan olusan üçgenin etkisini kirmaya yetmedi. Ingiliz ve siyonistlerin siyasi entrikalari ile Arap ve Türk ulusçulugu güçlenmis, iki taraf birbirine düsman olmaya baslamisti. Günümüze kadar süren ve hâlâ tartisma konusu olan Türk-Arap düsmanliginin temelleri atilmisti. Ulusçuluk duygulari dinî duygularin önüne geçmisti. Çok ilginç bir nokta da, hem Arapçilar’in hem de Türkçüler’in ilk ideologlari gayri müslim düsünür ve yazarlardi. Aymazligin Böylesi ya da Ihanet Ingilizler, Islâm beldelerinde isyanlar organize edip Araplari kiskirtmaya basladilar. Lawrence gibi ajan provakatörler artik devreye girmis, Ingiliz altinlari bölgeye akitilmaya baslamisti. Yaptiklari propagandalarda Osmanli düsmanligini isliyorlardi: “Islâm, önceleri güzel ve mükemmel bir medeniyet olup, ilim, siir, sanat ve icatlar barinagi iken, Osmanli ile beraber gerileme, cehalet ve kisirlik kiskacina girmistir.” Araplar’in isyanlarina Ittihatçi Cemal Pasa yangina körükle yaklasir gibi gitti. Genis yetkilerle Halep, Sam ve Hicaz eyaletlerinin basina getirildi. Arap esrafindan bir çok kisiyi ihanet ithamiyla Divan-i Harb-i Örfî’ye vererek idam ettirdi. Idam edilenler arasinda bölgenin ileri gelen alim ve erenleri de bulunuyordu. Emperyalistler bu idamlari kullanarak Osmanli aleyhindeki kampanyalarini artirdilar. Cemal Pasa’nin bu kritik günlerde Araplar’in dinî egitimlerine de karisarak Türkçe mecburiyeti getirmesi, tepkilerin iyice artmasina sebep oldu. Ingilizler’in niyeti Osmanli’yi Ortadogu’dan tamamen çikararak Anadolu’ya sikistirmak, egemen oldugu topraklari ellerinden almakti. Organize ettikleri 1908 darbesi ile Sultan Abdülhamid Han’i tasfiye ettirmeyi basarmislardi. Ittihat ve Terakki iktidarinin zaaflarini kullanarak Trablusgarp, Balkanlar, Girit gibi önemli topraklarin Osmanli’nin elinden çikmasina sebep olmuslardi. Osmanli’nin Birinci Dünya Savasi’na sokularak artik ortadan kaldirmasi asamasina gelinmisti. Lawrence bu amaçlarini 18 Eylül 1914’de yazdigi bir mektupta söyle dile getiriyordu: “Türkler’in savasa girmek niyetinde olmadiklarini korkuyla seziyorum. Çünkü onlari Anadolu’ya sikistirmak ve dahasi orada bile vesayet altina almak önemli bir gelisme olacaktir. Her sey, Enver’in yeniden basi bos birakilmasina dayanir.” Bu amaci gerçeklestirmek için en uygun zemin ise, Araplar’in ayaklandirilarak Osmanli’nin savasa çekilmesiydi. Devreye Serif Hüseyin’i soktular ve “Halifelik gerçekte Arap soyundan gelen birinin hakkidir. Halifelik merkezi de Mekke ve Medine’dir. Araplar ancak bu güce erisince, Allah’in yardimiyla kurtulacaklardir.” fikirlerini propaganda araci olarak kullandilar. Serif Hüseyin ise büyük hayaller kuruyor, Lawrence ile görüsürken söyle diyordu: “Önerilirse, Türkler’i Istanbul ve Erzurum’a dek kovalayacagiz!” Önüne yigilan silahlar ve Ingiliz altinlarina güvenirken, emperyalistlerin masasi oldugunu farkedemiyordu. Serif Hüseyin, 4 Ekim 1918’de arkadasi R. H. Scott’a yazdigi mektupta söyle diyordu: “Garip ve küçük bir gruptuk ama Ortadogu’da tarihin seyrini degistirdigimizi saniyorum. Güçlü devletlerin, Araplar’in yasamalarini nasil saglayacaklarini merak ediyorum.” Sonuçta emperyalistler Araplar’a istediklerini tabii ki vermedi. Ne Serif Hüseyin halife olabildi, ne de Islâm birligi kaldi. Ortadogu’da barisi ve huzuru ortadan kaldirdilar. Siyonistler, Abdülhamid Han’a yaptiramadiklarini, Jön Türkler ve Ingilizler’i kullanarak basardilar. 1920-1947 yillari arasinda dünya siyasi dengelerini kullanarak Israil devletini olgunlastirdilar. 1947’de de bagimsiz Israil’i kurdular. Akdeniz’den Hint Okyanusu’na kadar uzanan topraklarda çogu birbiriyle kavgali ondokuz Arap devleti ise, dil ve din birligine ragmen, hiçbir zaman Osmanli çatisi altindaki 400 yillik dirlik ve düzenliklerine kavusamadilar. 'Büyük Hayallerimiz Vardi...' Kimi Araplar arasinda “altinlari tasiyan adam” olarak anilan Lawrence’in mezari üzerinde bulunan ve 20 mayis 1985’de The Guardian adli Ingiliz gazetesinde yayinlanan “Ihanete ugramis milyonlarca Arap adina” baslikli su not aldanmanin ve aldatilmanin aci ifadesiydi: “Biz Araplar’in büyük düsleri vardi. Sizin ve yönetiminizin yardimlariyla yalniz Osmanli’dan özgürlügümüzü kazanmakla kalmayip, ayni zamanda 500 yillik isgalden sonra, bir ulus olarak kendi kimlik ve gururumuzu yeniden kazanacagimizi umut etmistik. Heyhat, Lawrence! Ölümünüzden 50 yil sonra, bugün Arap dünyasi savaslarla, komplolarla ve bölünmelerle kayniyor ve gelecegimiz karanlik görünüyor.” Emperyalistler Osmanli Imparatorlugu’nu tarihe gömdüler ama Ingilizler Serif Hüseyin’e verdikleri sözü de tutmadilar. Islâm alemi lidersiz kaldi. Serif Hüseyin ihanetinin bedelini yine bir ihanetle ödedi. Vahhabiler tarafindan tahttan indirildi. Amman’da hasta yataginda iken, disarida çalinmakta olan Izmir Marsi’nin odaya girmesini önlemek için pencereyi kapatan ogluna söyle dedigi nakledilir: “Evlat, o pencereyi niçin kapatiyorsun? Izmir Marsi’nin eski günleri bana hatirlatmamasi için degil mi? Ben velinimetime ihanet etmis asi bir kulum, günahim büyüktür. Kral olacagimi düsündüm. Allah beni sürgüne düsürdü. Hasta olup buraya sigindim. Aç pencereyi de su marsi dinleyeyim. Duydugum vicdan azabinin siddeti, o eski hatiralarin canlanmasi ile büsbütün artsin. Bu dünyada çektigim izdirap ve vicdan azabi büsbütün agirlassin. Ta ki Cenab-i Hak, bu günahkâr kulunu dünyada affederek ahirette, hesap gününde cezadan korusun!” Kaynak: Semerkand dergisi, 06/2001 ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:10 | #6 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Filistin'deki Islâmi Hareketin Gelisme Süreci ve Bugün Geldigi Nokta
Giris Filistin'deki Islâmi hareketin kökleri oldukça derinlere dayanir. Bu, Hz. Ömer (r.a.) tarafindan fethedildikten sonra, haçli isgal dönemi disinda, Ingilizlerin o topraklari ele geçirmesine kadar Filistin topraklarina sürekli Islâmi havanin hâkim olmasinin dogal bir sonucudur. Ingiliz isgaline ve onun gölgesinde güç kazanan siyonist teröre karsi mücadele edenler de hep Islâmi anlayis sahipleri olmuslardir. Israil isgal devletinin kurulmasindan sonra Islâmi hareket idare noktalarini ve mücadele karargâhlarini siyonistlerin ele geçirdigi topraklarin disina tasimak zorunda birakildi. Bunda Arap ordularinin siyonist isgalcilerin hareket imkânlarini artirip mücâhitlerin harekât alanlarini daraltmalarinin önemli rolü oldu. Filistin'de 1948 sonrasinda yeniden filizlenen Islâmi hareketin tohumlari Misir'da Hasan el-Bennâ'nin kurmus oldugu Müslüman Kardesler hareketi tarafindan atilmistir. Imam Hasan el-Bennâ, 1948'de siyonist isgalcilerin çikardigi savasta Filistinli Müslümanlarin yaninda çarpismalari üzere bazi gençlerini cepheye gönderdi. Müslüman Kardesler'e mensup gençler bu savasta birkaç cephede cihad ettiler. Imam el-Bennâ bunun disinda Filistin'e teblig yapmalari üzere de bazi gençleri gönderdi. Hasan el-Bennâ'nin gönderdigi gençler, Filistinli gençleri çesitli askeri kamplarda egittiler ve bu gençler daha sonra Filistin'deki Islâmi hareketin çekirdegini olusturdular. Bunun yani sira Filistin'de daha önce Ingiliz isgali döneminde yürütülen cihadin ve Islâmi egitim çalismalarinin da 1948 sonrasi Islâmi hareketinin olusmasinda önemli rolü olmustur. Filistin halki arasinda Islâmi uyanisin hizlanmasi ve gençligin daha çok Islâm'a yönelmesiyle Islâmi hareket halk tabaninda önemli bir güç elde etmistir. Buna paralel olarak Islâmi hareketin isgal karsisinda etkinlik göstermesiyle birlikte bagimsizlik yanlisi gençlerin bu harekete ilgi ve yakinliklari artti. Isgal altindaki topraklarda 1981'de ortaya çikarilan "Cihad Ailesi" Islâmi harekete mensuptu. Yine 1984'te Gazze bölgesinde ele geçirilen ve Seyh Ahmed Yasin'le bazi arkadaslarinin hapse atilmalarina yol açan silahlar bu hareket mensuplarina aitti. Bütün bunlar Islâmi hareketin gittikçe güçlendigine ve yayildigina isaret ediyordu. Islâmi hareketle ilgili olarak, Israil istihbaratinin hazirladigi raporlarda bu hareket mensuplarinin eylemlerini süratle, dikkatlice ve basariyla gerçeklestirdikleri, Israil istihbarat elemanlarinin harekete ait hücreleri kolay kolay tespit edemedigi ifade ediliyordu. Islâmi hareket çalismalarini, hayir kurumlari, ögrenci dernekleri, saglik kuruluslari, yardim kurumlari, zekât komiteleri vs. gibi çesitli sosyal kurumlar vasitasiyla da sürdürdü. Bu sosyal kurumlar verdikleri sosyal hizmetlerin yani sira ayni zamanda halki Islâmi yönden suurlandirmaya çalisiyorlardi. Bunun yani sira bu hareketin hareket ve egitim merkezleri genellikle camiler ve mescitler olmustur. Bu yolla camiler ve mescitler ayni zamanda asil fonksiyonuna kavusturulmus oluyordu. Bunun yani sira üniversitelerde de özellikle ****enli yillarda Islâmi hareket gittikçe güçlenmeye ve etkisini göstermeye basladi. Gazze'deki Gazze Islâm Üniversitesi, bu hareketin bir kalesi haline geldi. Bati Yaka üniversitelerinden el-Halil Üniversitesi'nde en güçlü hareket Islâmi hareketti. Beir Zeit, Necâh ve Beyt Laham üniversitelerinde ise tedrici bir sekilde güçlenmistir. Islâmi hareket söz konusu üniversitelerdeki faaliyetlerinin yani sira çesitli özel okullar açarak da egitim alaninda agirligini hissettirmeye çalismistir. Intifadayla Yildizi Parlayan Islâmi Direnis Hareketi (HAMAS) Kurulusunu Hazirlayan Etkenler Filistin Islâmi Direnis Hareketi (HAMAS), genelde 1948'deki ilk felaketin ve özelde Haziran 1967 yenilgisinin ardindan Filistin halkinin içine düstügü durumun ve sartlarin dogal bir sonucu olarak ortaya çikmistir. Bu hareketin ortaya çikmasina vesile olan etkenleri iki eksende degerlendirmek mümkündür: a) 1987 yilina kadarki Filistin meselesiyle baglantili siyasi gelismeler b) Filistin'deki Islâmi uyanisin gelismesi ve bunun ****enli yillarin ortasindan buyana geldigi nokta. a.Filistin Meselesiyle Baglantili Siyâsi Gelismeler Ekseni: Filistin halki, kendisine göre bir ölüm kalim meselesi veya Müslümanlarla siyonistler arasinda süre giden bir uygarlik mücadelesi anlami tasiyan davasinin 1948 felâketinden sonra sadece bir mülteciler meselesine, 1967 yenilgisinden sonra da düsman saldirilarinin geride biraktigi izleri silme, karsiliginda da Filistin topraklarinin üçte ikisinden taviz verme oyununa dönüstügünü görmeye basladi. Bu durum Filistin halkini davasina dört elle sarilmaya yöneltti. Bunun sonucunda da Filistin Kurtulus Örgütü (FKÖ) ve çesitli halk direnis gruplari ortaya çikti. Ancak Filistin Kurtulus Örgütü'nde kendini gösteren ve sekillenen Filistin devrimi programi ****enli yillarda içten ve distan birtakim yipranmalara ve bozulmalara maruz kaldi. Bu durum söz konusu programin zayif ve etkisiz hâle gelmesine sebep oldu. Yetmisli yillarda Filistin Milli Misaki'nin üzerinde durdugu çözümlerin disinda da birtakim orta çözümlerin kabul edilmesini mümkün gören çesitli degerlendirmeler ortaya konmustu. Bu degerlendirmeler özellikle Camp David anlasmasinin imzalanmasindan, ardindan siyonist yönetimin Güney Lübnan'i ve 1982'de de Beyrut'u isgal etmesinden sonra Filistin tarafinin açik önerileri seklini aldi. 1982 isgali 1967 yenilgisinden sonra Arap kavmi için en yüz karasi olay olmustu. Filistin'in içindeki tarihi direnise ragmen, söz konusu olayda bir Arap baskenti (Beyrut), Araplar tarafindan gelen hiçbir gerçek fiili tepkiyle karsilasilmadan üç ay süreyle isgal altinda tutulmustu. Bu olayin sonucu Filistin Kurtulus Örgütü'nün zayif düsürülmesi ve Lübnan'dan çikarilmasi oldu. Bu sonuç örgüt içindeki siyâsi çözüm yanlilarinin daha da güçlenmelerine yol açti. Ödün vererek siyâsi çözüm bulma önerileri iki tehlikeli sart içeriyordu. Filistin halki bu sartlari, Hz. Ömer (r.a.) döneminde gerçeklestirilen fethin verdigi ruhla baslattigi cihadinin baslangicindan bugüne kadar sürekli reddetmisti. Bu iki sart da sunlardi: -Siyonist hâkimiyeti ve onun Filistin topraklari üzerindeki varlik hakkini resmen tanimak, -Filistin topraklarinin bir kismindan hatta büyük bir kismindan ödün vermek. Bu sartlar ve onlara dayali öneriler FKÖ'nün ileri gelenlerince kabul görünce silahli mücadele stratejisi de gerilemeye basladi. Buna paralel olarak Arap dünyasinin Filistin davasina verdigi önem de azaldi. Artik bu dava da diger rutin meseleler gibi sadece uluslararasi toplantilarin ve sempozyumlarin gündem dosyalarina konan bir mesele haline geldi. Iran-Irak Savasi'nin patlak vermesinden sonra gerek uluslararasi platformda ve gerekse Arap dünyasinda Filistin meselesi ikinci derecedeki meseleler durumuna düstü. Buna paralel olarak siyonist yönetimin politikasi daha güçlü ve etkili bir hale gelmeye basladi. Siyonist yönetim artik kendini biraz daha yüksekte görmeye basladi. 1981'de ABD ile Israil arasinda imzalanan stratejik yardimlasma anlasmasinin ardindan ABD'nin bu ülkeye yardim ve desteginin artmasiyla birlikte Israil daha da ileri gitti. Söz konusu anlasmada Golan tepelerinin ilhak edildiginin açiklanmasi ve Irak'in nükleer santrallerinin bombalanmasi da karara baglanmisti. Uluslararasi alanda ABD etki alanini genisletme ve yaptirim gücünü artirma konusunda hayli ilerleme kaydetmis ve Sovyetler Birligi'ni epey geride birakmisti. b.Islâmi Uyanis Ekseni: Diger Arap topraklarinda oldugu gibi Filistin'de de Islâmi uyanisin hizli bir sekilde gelistigi ve yayildigi gözlendi. Bu durum Islâmi hareketin hem fikri hem de örgütsel açidan güçlenmesine ve gelismesine imkân sagladi. Bu gelisme hem 1948'de isgal edilmis olan topraklarda hem de Gazze ve Bati Yaka bölgelerinde gerçeklesti. Filistin'deki Islâmi akim iki sebebe dayanan ciddi bir olumsuzlukla karsi karsiya oldugunu anlamaya basladi. Bu olumsuzlugun kaynagini olusturan iki sebep de sunlardi: Birincisi: Filistin meselesinin Arap ülkelerinin öncelikli konular listesinin en altina düsmesi. Ikincisi: Filistin devriminin programinda isgal son buluncaya kadar silahli mücadelenin yerini, Filistin halkina zorla kabul ettirilecek siyâsi bir çözüm arayisinin almasi. Iste bu iki geri adimin ve siyonist isgalin Filistin halkina lâyik gördügü baskici, gaddar uygulamalarin etkisiyle, disarida degil de Filistin topraklari içinde yasayan Filistin halki arasindaki direnis hamurunun da olgunlasmasiyla birlikte Filistin için cihad anlayisina dayali Islâmi bir programin ortaya konmasi zorunluydu. Bunun ilk tohumlari da 1981'de olusturulan Cihad Ailesi, 1983'te Seyh Ahmed Yasin'in olusturdugu cemaat ve daha baska olusumlarla atilmis oldu. 1987'de Filistin'in kurtulusu için yeni ilkeler üzerine yeni bir program ortaya koymak için sartlar olusmustu. Böylece kurulusunda, Filistin'deki Müslüman Kardesler cemaatinin özel bir rolü olan Filistin Islâmi Direnis Hareketi (HAMAS) ortaya çikti. HAMAS'in Olusumu Filistin halkindaki genel suurun ve Filistin'de ortaya çikan Islâmi akimin özel suurunun, ilk temelleri ****enli yillarin basindan itibaren atilmaya baslanan Filistin Islâmi Direnis Hareketi'nin programinin sekillenmesine katkisi olmustur. Bu katkinin sayesinde direnis kollarinin olusturulmasi imkâni dogdugu gibi, 1986'dan itibaren siyonist isgale karsi toplu direnis hareketine baslamak için pratik hazirliklarin yapilmasiyla birlikte Islâmi akimin halk tabani da olusmaya baslamistir. Necâh, Beir Zeit üniversitelerinde ve Gazze Islâm Üniversitesi'nde siyonist isgale karsi gerçeklestirilen ögrenci hareketlerinin, isgale karsi genis çapli bir halk direnisinin ortaya çikmasi için sartlarin olusmasinda katkisi olmustur. Özellikle isgal yönetiminin zâlim tutumlari, baskici uygulamalari, halki ezmeyi amaçlayan metotlari kitlelerdeki tepkinin, isgale karsi durma yönündeki cesaretin artmasina ve direnis ruhunun güçlenmesine yol açmistir. Cibâliyâ'da bir siyonistin kamyonetiyle Filistinli isçilerin arasina girerek dört kisinin sehid edilmesine yol açmasiyla patlak veren olaylar Filistin halkinin yeni bir cihad dönemine girdiginin ilani anlami tasiyordu. Bu olaydan sonra halkin direnisine öncülük eden ilk hareket Filistin Islâmi Direnis Hareketi olmustur. 14 Aralik 1987 tarihinde, Filistin halkinin baskici siyonist isgalciler karsisindaki cihadinda yeni bir dönemin basladigi duyuruldu. Bu da intifada olarak adlandirilan kutsal halk hareketi dönemiydi. Intifadanin ikinci ayindan itibaren Hareket periyodik bir sekilde halk kitlelerine hitab eden ve halk direnisini yönlendiren, direnisi sürdürenler için belirli programlar ortaya koyan bildiriler yayinlamaya basladi. Hareket bir yandan da siyonist düsman karsisinda sürdürülmesi gereken mücadelenin mahiyetiyle ilgili görüslerini ve Filistin'in çesitli ulusal meseleleriyle ilgili siyâsetlerini ve tutumlarini ortaya koyan bildiriler yayinlamaya basladi. Isgal Yönetiminin HAMAS Karsisindaki Tutumu HAMAS'in etkili bir sekilde ortaya çikmasi siyonist düsmani son derece rahatsiz etti. Dolayisiyla siyonist istihbarat örgütleri HAMAS'in faaliyetlerini ve liderlerini gözetlemek amaciyla bütün organlarini harekete geçirdiler. Isgal yönetimi Agustos 1988'den itibaren kalabalik halk kitlelerinin HAMAS hareketinin boykot çagrilarina uydugunu ve Hareketin bir misakinin yayinlandigini görünce birbirini izleyen tutuklama kampanyalari baslatti. Bu tutuklamalar o tarihten itibaren Hareketin mensuplarini ve destekçilerini hedef aliyordu. Bu harekete karsi ilk genis çapli tutuklama kampanyasi Mayis 1989'da baslatildi. Bu kampanyada Hareketin kurucu önderi ve sembolü durumundaki Seyh Ahmed Yâsin de tutuklandi. Ancak bu baski uygulamalari HAMAS'in baslattigi mücadeleyi durduramadi. Aksine zaman içerisinde hareketin direnis metotlari gelisti. 1989 kisindan itibaren siyonist askerlerin rehin alinmasi ve isgal kuvvetlerinin askerlerine biçakla saldirilar düzenlenmesi de direnis eylemleri arasina girdi. Aralik 1990'dan itibaren büyük bir tutuklama kampanyasi daha baslatildi. Isgal kuvvetleri bu tarihte hareketin ileri gelenlerinden ve liderlerinden dört kisiyi sinir disi etti. Ayrica sadece bu harekete mensup olmayi bile agir cezalarla cezalandirilmayi gerektiren suç saymaya basladi. Silahli Mücadelenin Baslatilmasi HAMAS, 1991 sonunda Izzettin Kassam Birlikleri adiyla askeri kanadini kurdugunu açiklamasiyla birlikte yeni bir tutum içine girdi. Bu gelismenin ardindan düsmana agir kayiplar verdiren çesitli askeri eylemler gerçeklestirmeye basladi. Üstelik düsman, eylemleri gerçeklestiren mücahitlerin üslendigi yerleri belirleyemiyordu. Tolidano operasyonundan sonra siyonist yönetim HAMAS'a karsi son derece insafsiz bir tutuklama kampanyasi baslatti. Rabin, bu hareketi cezalandirmak amaciyla HAMAS'in ileri gelenlerinden 415 kisiyi sürgün etme karari aldi. Bu, ilk toplu sürgün karari oluyordu. HAMAS'in Siyâsi Kimligi Filistin Islâmi Direnis Hareketi, Filistin topraklarinin tamaminin kurtulusu için mücadele eden ve kurtulusun gerçeklesmesi için tek yol olarak cihadi gören bir halk hareketidir. Temel dayanak olarak Islâm'in ilkelerine ve fikhi esaslarina dayandigini bildirmistir. Bir parti örgütü veya dar tabanli bir grup çalismasi degil, genis tabanli bir halk hareketidir. Mücadeleye Bakisi HAMAS Filistin'deki Müslümanlarla ve genelde Araplarla siyonistler arasindaki mücadelenin bir uygarlik ve varlik mücadelesi olduguna inanmaktadir. Ona göre bu mücadeleyi hazirlayan sebepler ortadan kalkmadan bu mücadelenin son bulmasi mümkün degildir. Sebeplerin basta geleni ise siyonistlerin Filistin topraklarina yerlestirilmesidir. HAMAS siyonistlerin bölgeyi vatan edinme çabalarinin önüne geçmenin ancak genis çapli bir cihadla mümkün olabilecegine ve silahli mücadelenin de bu cihadin temel unsuru olduguna inanmaktadir. HAMAS siyonist düsman karsisinda verilecek mücadeleyi yönetmenin en güzel yolunun kalabalik halk kitlelerini cihad bayragini tasimaya, mümkün olan her yolla siyonist varliga karsi savasmaya yöneltmek, özelde Arap toplumlarini ve genelde bütün Islâm ümmetini ayaga kaldirmak suretiyle düsmana karsi topluca mücadele edilmesi için gereken sartlari olusturmak, mücadele atesini her zaman alevli tutmak, mevcut enerjileri harekete geçirmek ve devreye sokmak suretiyle kuvvet üstünlügü için gereken sebeplere basvurmak, hareket ve siyâsi karar birligi saglamak oldugu görüsündedir. Ona göre, Filistin'in kutsalligina ve onun Islâm'daki yerine inanarak, siyonistlerin Filistin'le ilgili projelerinin tehlikesini kavrayarak bu belirtilenler gerçeklesinceye kadar çaba harcamak gerekir. HAMAS Filistin topraginin en ufak bir parçasindan bile taviz verilmesinin veya onun üzerindeki siyonist isgali mesru görmenin caiz olmadigina, Filistin halkinin ve onlarin disindaki tüm Müslümanlarin, siyonistleri geldikleri gibi Filistin'den çikmaya zorlamak için savasmak üzere gerekli hazirliklari yapmalarinin gerektigine inanmaktadir. Genel Stratejisi HAMAS, siyonist isgalciler karsisinda verecegi mücadelesinde izleyecegi stratejinin genel özelliklerini su sekilde belirlemistir: 1.Siyonistlerin Filistin'e yerlesme çabalarinda ilk hedef Filistin halkidir. Dolayisiyla isgalciler karsisinda verilecek mücadelede en agir yük de bu halkin üzerindedir. Bu itibarla gasbedici düsman karsisindaki direnis ve mücadele için bu halkin sahip oldugu gücü öncelikle devreye sokmak gerekir. 2.Düsmana karsi direnis alani Filistin'dir. Diger Islâm topraklari ise Filistin'deki halka yardim ve destek alanlaridir. Özellikle bu alanlardan verilecek yardim ve desteklerin siyasi alanda, iletisim alaninda ve mali alanda yogunlasmasi gerekir. Siyonist düsmana karsi verilecek fiili mücadelenin ise çaglar boyunca sehitlerin temiz kanlariyla sulanmis olan kutsal Filistin topraklarinda yürütülmesi gerekir. 3.Filistin'de düsmana karsi verilecek mücadelenin ve direnisin zafere ve o topraklarin kurtarilmasina kadar sürmesi gerekir. Düsman karsisindaki direniste yapilabilecek en üstün sey ise Allah yolunda cihaddir. 4.Siyasi çalisma siyonist düsman karsisinda yürütülecek mücadele tarzlarindan biridir. Bu çalismanin amaci da Filistin halkinin siyonist düsman karsisindaki cihad ve direnisine destek saglamak, onun ve bütün Müslüman halklarin güçlerini Filistin davasina destek için devreye sokmak, Müslümanlari Filistin halkinin haklarini savunmalari ve hakli davasini dünya kamuoyunun önüne koymalari için harekete geçirmektir. Genel Görüs ve Tavirlari 1.HAMAS, degisik görüs ve düsüncelerle, siyonist isgal karsisindaki ulusal Filistin direnisinin faaliyet alaninin genisledigine inanmaktadir. Ayni sekilde buradaki ulusal faaliyetlerde birligi saglamanin bütün gruplarin, güçlerin ve çalisanlarin gerçeklestirmesi gereken bir amaç olduguna, bu amaca ulasmak için çalismak gerektigine inanmaktadir. 2.Filistin alaninda faaliyet yürüten bütün güçlerle, gruplarla ve çalisanlarla isbirligi ve organizasyon içine girmek için çaba harcamaktadir. Bu konuda: "Üzerinde görüs birligine vardigimiz konularda yardimlasir, görüs ayriligina düstügümüz konularda ise birbirimizi mazur görürüz" ilkesini esas almaktadir. 3.Filistin'de ortak bir ulusal faaliyetin güçlendirilmesi için çaba harcamakta ve yürütülecek ortak faaliyetin uslubunun Filistin'in kurtarilmasi için çalisma ve siyonist düsmanin hâkimiyetini tanimama yahut ona Filistin'in hiçbir parçasi üzerinde varlik hakki vermeme ilkesine dayanmasinin gerektigini düsünmektedir. 4.Ulusal faaliyet alanindaki degerlendirmelerde ne kadar büyük görüs ayriliklari ortaya çiksa da, kisisel görüsler ne kadar birbirinden farkli olsa da, hangi sartlarda ve hangi gerekçeyle olursa olsun, tartismalari önlemenin veya görüs ayriliklarini çözmenin zorunluluguna yahut kendi görüs ve degerlendirmelerini kabul ettirmek için güç ve silah kullanma yoluna gidilmemesi gerektigine inanmaktadir. 5.Islâmi cemaatleri ve faaliyet gruplarini birlestirmeye öncelik vermekte ve bu gruplar arasindaki ortak degerlerin ayrilmaya sebep olan etkenlerden çok daha fazla olduguna inanmaktadir. 6.Filistin halkinin haklarini, herhangi bir din, soy ve grup ayrimina gitmeden savunmaktadir. Filistin halkinin topragini ve vataninin kurtulusunu savunurken degisik grup ve kollariyla bu halkin tümünün hakkini kabul etmekte ve Müslümanlariyla hiristiyanlariyla Filistin halkinin tek bir halk olduguna inanmaktadir. 7.Siyasi meselelerdeki farkli tutumlarin ancak, Filistin halkinin baskici siyonist isgalciler karsisindaki direnis ve mücadelesine destek vermege hazir olan taraflardan biriyle baglanti kurulmasi ve yardimlasilmasi yoluyla giderilecegine inanmaktadir. 8.Islâm ümmetinin birligine inanmakta, bu birligin saglanmasi yolunda sarf edilen bütün çabalari desteklemektedir. 9.Dini inancina, ulusal kimligine ve siyâsi yapisina bakmaksizin bütün yönetimlerle, siyasi partilerle ve uluslararasi güçlerle diyalogun önemine inanmaktadir. Ona göre, bunlardan biriyle, Filistin halkinin hakli davasina ve onun mesru haklarini elde etme çabasina destek olmak, yahut siyonist isgalcilerin tutumlari, Filistin halkina reva gördügü insanlik disi baski uygulamalari hakkinda dünya kamuoyunu bilgilendirmek amaciyla yardimlasmaya girmek için herhangi bir engel söz konusu degildir. 10.Filistin halkinin vataniyla ve topragiyla ilgili haklarini, vatanini isgalden kurtarincaya kadar cihad ve kendi gelecegini belirleme gibi mesru haklarini elinden almadigi veya bu haklarina ters düsmedigi sürece uluslararasi örgütlerin ve heyetlerin Filistin davasiyla ilgili kararlarina saygi duyacagini bildirmektedir. 11.Siyonist isgale karsi mücadele alanini Filistin'den buranin disinda bir baska alana tasima niyetinde olmadigini bildirmektedir. 12.Ülkeleri, uluslararasi örgütleri ve heyetleri, uluslararasi bagimsizlik hareketlerini Filistin halkinin hakli davasinin yaninda yer almaya, siyonist isgalcilerin izledigi, her türlü uluslararasi kanunlara, kurallara, insan haklarina aykiri baski politikalarini kinamaya, Filistin topraklari ve Filistinlilerin kutsal degerleri üzerindeki haksiz isgale son vermesi için siyonist yönetime baski yapmaya çagirmaktadir. Filistinlilere Yönelik Stratejisi HAMAS, isgal kuvvetlerine karsi direnise ve isgalci askerleri zor durumda birakmaya önem verirken Filistinlilerin cephesinde de birligin korunmasi için büyük çaba harcadi. Bu çabalariyla, Filistinliler arasinda fitne çikarmayi, onlari kendi aralarinda bir kavgaya sürüklemeyi amaçlayan pek çok ugrasiyi bosa çikardi. Baris Görüsmeleri Karsisindaki Tavri FKÖ liderleri, 1991 Ekim'inde gerçeklestirilen Madrid Konferansi'yla birlikte, Filistin davasi aleyhine bir temel üzere kurulan uzlasmacilik yoluna girince HAMAS da bütün halk kitlelerini bu uzlasmaci tutuma karsi tavir sergilemeye çagirdi. Bunun sonucunda on Filistinli grup arasinda söz konusu tavira karsi bir isbirligi anlasmasi yapildi. Arkasindan Filistinli Güçler Birligi anlasmasi saglandi. Siyâsi Çözüm Konusundaki Tutumu HAMAS siyasi çözüm konusundaki tutumunu belirlerken iki etkene dayanmaktadir: Birincisi: Siyonizmin kimligi, onun, kaynagini Tevrat, Telmud ve siyonist hareketin kurucularinin yazilarindan alan fikri arka plani hakkindaki bilgilere dayanan degerlendirmesi. Bu degerlendirmeye göre siyonistler vaadedilmis topraklar hurafesine, kendilerinin Allah'in seçilmis halki olduklari inancina, topraksiz halk - halksiz toprak ilkesine ve Büyük Israil düsüncesine sikica sarilmaktadirlar. Bunun yani sira 1949 anlasmasinda, 1978'de imzalanan Camp David anlasmasinda, 1993'te FKÖ ile siyonist düsman arasinda gerçeklestirilen ilkeler beyâninda ve daha baska anlasmalarda hileye basvurulduguna ve siyonizmin gerçek yüzünün gizlendigine inanmaktadir. Siyonist düsmanin siyâsi çözümler yoluyla, isgal ettigi topraklari genisletme ve oralara yerlesme planini gerçeklestirme yolunda yeni bir merhaleye giris projesini devreye sokmak istedigi inancindadir. Ikincisi: Kaynagi ne olursa ve ne gibi maddeler içerirse içersin siyâsi çözümün siyonist düsmana Filistin topraklarinin çogu üzerinde varlik hakki taniyacagi inanci. Böyle bir seyse milyonlarca Filistinlinin yurtlarina geri dönmeleri imkâninin tamamen ortadan kaldirilmasi; ayni zamanda Filistin topraklarinin tamami üzerinde Filistinlilerin kendi yasayis tarzlarini belirleme, bagimsiz devletlerini ve ulusal kurumlarini kurma haklarinin bütünüyle ellerinden alinmasi anlami tasiyacaktir. Buna yol açmak ise bütün uluslararasi ve insani degerlere, ilkelere ve geleneklere aykiri oldugu gibi Islâm fikhi açisindan da yasak edilmis fiiller arasina girer. Dolayisiyla böyle bir seyi kabul etmek caiz degildir. Filistin topragi kutsal bir Islâm topragidir. Siyonistler burayi baski yoluyla gasbetmislerdir. Müslümanlarin burayi geri almak ve isgalcileri oradan çikarmak için cihad etmeleri farzdir. Iste bu sebeplerden dolayi HAMAS, siyâsi çözüm planlarini, Filistin meselesinin baris görüsmeleri yoluyla çözüme kavusturulabilecegi görüsünü ve bu görüs dogrultusunda ortaya atilan tüm planlari reddetmistir. HAMAS bugüne kadar ortaya atilmis olan siyâsi çözüm planlarinin en tehlikelisinin de, 13 Eylül 1993'te FKÖ ile siyonist yönetim arasinda Vasington'da imzalanmis olan Gazze-Eriha anlasmasi ve taraflarin karsilikli olarak birbirlerini tanimalarini öngören vesika (Oslo Ilkeler beyannamesi) olduguna inanmaktadir. Ona göre bunun tehlikesi sadece, siyonist düsmana Filistin topraklarinin tamami üzerinde hâkimiyet hakki taniyan içeriginden ve siyonist yönetimle Arap ülkeleri arasinda uzlasmaya kapi açmasi dolayisiyla siyonistlerin bölgeye hâkimiyet elini uzatmasina imkân saglamasindan kaynaklanmiyor. Ayni zamanda, Filistin halkini gerçek anlamda temsil hakkina sahip olmamasina ragmen Filistin tarafi diye ortaya çikan bir grubun buna muvafakat etmesi ve razi olmasi açisindan da tehlike arz etmektedir. Çünkü bu, Filistin dosyasinin kapatilmasi ve Filistin halkinin kendi mesru haklarini isteme yahut bu haklarini elde etmek için mesru yollara basvurma imkânindan mahrum edilmesi anlami tasimaktadir. Buna ek olarak Filistinlilerin çogunun kendi vatanlarinda ve topraklarinda yasama imkânlarinin ellerinden alinmasi anlami da tasimaktadir. Bütün bunlarin doguracagi sonuçlar sadece Filistin halkini etkilemekle kalmayacaktir. Aksine bütün Arap toplumlarini ve diger Islâm toplumlarini da etkileyecektir. Islâmi Hareketin Bir Diger Kanadi: Islâmi Cihad Hareketi Filistin'deki Islâmi mücadelenin bir diger kanadi durumundaki Islâmi Cihad Hareketi veya bir diger adiyla Filistin'in Kurtulusu Için Islâmi Cephe Dr. Fethi Sikâki'nin öncülügünde 1986 yilinda kurulmustur. Daha önce Islâmi anlayislari dolayisiyla el-Fetih'ten ayrilan bazi gruplar, Islâmi Cihad Hareketi'ne katilmislardir. Ayrica 1970'li yillarda Müslüman Kardesler'in Filistin kanadi niteligi tasiyan ve "Islâmi Hareket" adiyla faaliyet yürüten kitleyle ayriliga düserek bu hareketten ayrilmis olan Abdulaziz Udeh de Islâmi Cihad Hareketi'ne katilmistir. Hareketin kurucusu Dr. Fethi Sikâki kendisi de Islâmi Hareket'le bazi konularda ihtilafa düserek ayrilanlardandi. Sikaki ve Udeh hareketin kurulus merhalesinde iki lider konumunda olmuslardir. Islâmi Cihad Hareketi, en çok Gazze bölgesinde teskilatlanmistir. Bununla birlikte Bati Yaka bölgesinde de az sayida da olsa taraftar edinebilmistir. Islâmi Cihad Hareketi'nin kuruculari ideolojik yapilanmalarinda en çok Imam Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub ve Izzettin Kassam'in fikirlerinden etkilenmislerdir. Imam Hasan el-Bennâ'nin Islâm dünyasinda yeniden dirilis hareketini baslatmis önemli bir lider oldugunu, Seyyid Kutub'un da fikirleriyle ümmeti karsi karsiya oldugu sapmalara karsi uyardigini ve inanç konusunda aydinlattigini söylüyorlardi. Ancak Müslüman Kardesler'de Imam Hasan el-Bennâ ve Seyyid Kutub'dan sonra fikri bir degisim sürecinin basladigini ileri sürüyorlardi. Islâmi Cihad hareketi kurulus merhalesinde Iran devriminden de etkilenmistir. Hatta hareketin kurucularinin basinda gelen ve sehid edildigi tarihe kadar da liderligini yürüten Dr. Fethi Sikâki, Iran'da Imam Humeyni'nin öncülügünde genis tabanli bir halk hareketinin basladigi dönemde: "Humeyni, Islâmi Çözüm ve Alternatif" adli bir kitap yazmistir. Sikaki kendisinin bu kitabi Iran devriminden önce yazdigini ifade etmistir. Ancak kitap Iran'da Müslümanlarin yönetimi ele geçirmelerinden sonra piyasaya çikmistir. Islâmi Cihad Hareketi ve Filistin Davasi Islâmi Cihad Hareketi, Filistin davasini ümmetin temel davasi olarak görmekte ve Filistin sorununun öncelikle çözülmesi gerektigine inanmaktadir. Ancak çözüm konusunda basvurulmasi gereken yolun baris görüsmeleri metodu degil isgale karsi dogrudan mücadele metodu oldugu görüsünü savunmaktadir. Bunun yani sira Filistin topraklarinin bir bütün oldugu ve hiçbir parçasindan taviz verilemeyecegi, Israil'in bu topraklar üzerindeki varliginin tamamen gayri mesru oldugu inancindadir. Bütün bu temel konularda HAMAS'la ayni düsüncelere sahiptir. Islâmi Cihad'in kurucularindan Abdulaziz Udeh söyle diyordu: "Ben Filistinli bir Müslümanim ve Filistin'i Islâm dünyasinin en önemli yurt parçasi olarak görüyorum. Bu topraklar üzerinde bir Islâm devletinin kurulmasini ümit ediyorum." Islâmi Cihad'in diger ileri gelenleri de Filistin yarasinin Islâm dünyasinin kalbinde ortaya çikmis bir yara oldugunu dile getirmislerdir. HAMAS gibi Islâmi Cihad Hareketi de Filistin sorununun ulusal bir sorun degil temel Islâmi bir sorun oldugu dolayisiyla sadece Filistinlileri degil bütün Islâm ümmetini ilgilendirdigi görüsünü savunmaktadir. Dolayisiyla bu sorunun çözümü ümmet suuruyla verilecek bir mücadeleyle ve Israil isgalinin tamamen ortadan kaldirilmasiyla mümkün olabilecektir. Islâmi Cihad Hareketi de Israil isgal rejiminin mesrulastirilmasini saglama amacina yönelik görüsmelere basindan itibaren karsi çikmistir. Islâmi Cihad'in Intifada Öncesindeki Eylemleri Islâmi Cihad Hareketi'nin kurulus merhalesinde bu hareketle Müslüman Kardesler'in Filistin kolunu olusturan "Islâmi Hareket" arasindaki ayriligin temel noktasini askeri eylemlere geçis konusu olusturuyordu. Islâmi Cihad mensuplari askeri eylemlere derhal geçilmesi gerektigini, Islâmi Hareket ileri gelenleri ise bunun için henüz erken oldugu dolayisiyla egitim çalismalarina agirlik verilmesi gerektigini savunuyorlardi. Islâmi Cihad Hareketi'ni kuranlarin böyle ayri bir olusum olusturmalarinda birtakim fikri ayriliklarin yani sira bu konunun da önemli etkisi olmustu. Bundan dolayi Islâmi Cihad mensubu gençler hareketin ortaya çikmasindan kisa bir süre sonra fiili eylemleri baslattilar. Bu dönemde gerçeklestirilen askeri eylemlerden bazilari sunlardir: * 15 Ekim 1986'da Kudüs'te Magribliler kapisi yakininda Israil askerlerinin üzerine üç el bombasi atilmasi eylemi. Askerlerin Aglama Duvari etrafinda bir tören düzenledikleri sirada gerçeklestirilen bu eylemde yetmis asker yaralandi, ayrica askerlerden birinin babasi hayatini kaybetti. * 25 Mayis 1987'de Galil Celusi adinda bir siyonist Gazze'nin Suca'iyye mahallesinde Islâmi Cihad mensubu mücâhidlerin kursunlariyla öldürüldü. * 2 Agustos 1987'de Gazze Merkezi Cezaevi'nden kaçan Islâmi Cihad Hareketi mensubu alti mücâhid Israil askeri polisinin komutanlarindan Kaptan Ron Tal'i öldürdüler. * 16 Agustos 1987'de mücâhidler tarafindan bir Israil aracinin taranmasi sonucu iki yolcu yaralandi. * 6 Ekim 1987'de Gazze'nin Suca'iyye mahallesinde Islâmi Cihad mensubu dört mücâhidle Israil askerleri arasinda çikan çatismada bir Israil subayi öldürüldü. Çatismada söz konusu dört mücâhid de sehid oldu. Hareketin o dönemde bunlarin disinda da bazi eylemleri oldu. Intifada ve Islâmi Cihad Hareketi Islâmi Cihad Hareketi, intifada öncesinde de birtakim eylemler gerçeklestirdiginden mensuplarini bu halk hareketine hazirlamis durumdaydi. Bu hareketin gerçeklestirdigi eylemler ayni zamanda Filistinli halkin da takdirini kazanmis, dolayisiyla halkla Islâmi Cihad arasinda bir sevgi ve yakinlik bagi olusmustu. Hatta Islâmi Cihad mensubu alti mücâhidin Israil hapishanelerinden kaçmasi ve hiçbirinin Israil kuvvetleri tarafindan yakalanamamasi halk nezdinde olumlu yankilara vesile olmustu. Halk bu hareketin intifada öncesinde gerçeklestirmis oldugu eylemlere destegini çesitli vesilelerle gündeme getirmisti. Intifadanin baslamasindan sonra Islâmi Cihad Hareketi de kendisini bu genis çapli halk hareketinin içinde buldu. Çünkü onun gayeleriyle intifadanin gayeleri arasinda bir fark yoktu. Bundan dolayi Islâmi Cihad Hareketi mensuplari intifadaya ilk katilanlar arasinda yer aldilar. Baslangicinda intifadaya ilk katilanlar arasinda yer aldiklari gibi sonrasinda da bu halk hareketinin devami için en çok çaba harcayanlardan olmuslardir. Ancak bu hareketin mücâhidlerinin intifada da etkin rol oynamaya çalistiklarini gören Israil isgal rejimi harekete büyük darbeler vurabilmek için yogun bir seferberlik baslatti. Bu, Hareket'in mücadeledeki etkinligini olumsuz yönde etkiledi. Özellikle fiili egitimden geçmis elemaninin azliginin da bunda rolü oldu. Intifada süresince Islâmi Cihad Hareketi de HAMAS gibi bildiriler dagitarak halki bilinçlendirmeye ve isgal karsisindaki mücadelelerini sürdürmeleri için çagrilarda bulunmaya çalisti. Intifadanin baslamasindan yaklasik kirk gün sonra ortaya çikan ve FKÖ'nün öncülügünde olusturulan Birlesik Yönetim'e HAMAS gibi Islâmi Cihad da girmedi. Ancak bu yönetimin programlarina ters ve sürtüsmeye yol açabilecek herhangi bir hareket içine de girmedi. Son yillarda gerçeklestirilen istishadi eylemlerin bazilarini Islâmi Cihad mensubu mücâhidler gerçeklestirmislerdir. Bunun yani sira Israil askerlerine yönelik biçakli ve bombali saldirilarin bazilari da bu hareketin mensuplarinca gerçeklestirilmistir. Isgal yönetiminin intifada karsisinda baski uygulamalarinda Islâmi Cihad Hareketi'nin mensuplari da hedef alindi. Ayrica hareketin bazi ileri gelenleri Israil ajanlari tarafindan faili meçhul cinayetlerde sehid edildiler. Hareketin Gazze'deki lideri Hâni el-Abid 2 Kasim 1994 tarihinde MOSSAD ajanlarinin düzenledigi bir faili meçhul cinayette sehid edildi. Yine Gazze'deki ileri gelenlerinden olan Mahmud Arafat Ibrahim Havaca da 22 Haziran 1995 sabahi bir baska suikastla sehid edildi. HAMAS - Islâmi Cihad Iliskileri HAMAS'la Islâmi Cihad arasindaki ayrilik inançla veya ideolojik ilkelerle ilgili bir temele dayanmaz. Ayriliklar birtakim temel ilkelerin yorumlanmasi ve yapilacak faaliyetlerde nelere öncelik verilecegi konusundadir. Islâmi Cihad'in kuruculari, Müslüman Kardesler'in kurucusu Imam Hasan el-Bennâ'yi örnek bir önder, yeniden Islâm'a dönüs hareketinin temel ilkelerini belirleyen bir sembol olarak kabul ediyor, ancak Müslüman Kardesler'de daha sonra onun fikirlerini yorumlama konusunda yanlisliklar yapildigini ileri sürüyorlardi. Ayrica Islâmi Cihad'in kuruculari fiili mücadeleye öncelik verilmesi fikrini savunuyorlardi. Bunun yani sira Müslüman Kardesler'in Islâmi kavramlari ve degerleri topluma tedrici bir sekilde kabul ettirerek genis bir kitle tabani hazirlama metodunu benimsemediklerini, bunun yerine devrimci metoda agirlik verilmesi gerektigini savunuyorlardi. Ancak bu ve benzeri görüs ayriliklari bu iki hareket arasinda herhangi bir fiili sürtüsmeye ve kavgaya yol açmamistir. HAMAS'la Islâmi Cihad arasindaki iliski hakkinda, HAMAS resmi sözcüsü Ibrahim Gose'nin yaptigi su açiklamayi vermekte yarar görüyoruz: "Islâmi davet ve cihad yolunun bir oldugunda süphe yoktur. Çünkü Islâm hem bir inanç sistemidir hem de cihaddir. Gerçekte Islâmi hareket de bu iki temele göre hareket etmektedir. Bölgesel veya dis güçlerin baskilarini artirmalarindan kaynaklanan zor sartlarda bile bu iki temele göre hareket eder. Islâmi Cihad Örgütü'nün de HAMAS'in da ana Islâmi hareketten dogdugu bir gerçektir. Sahneye çikmalarinin degisik zamanlarda olmasi ise mücadeleyi baslatma konusundaki degerlendirmelerinin farkliligindan ileri gelmektedir. Islâmi Cihad Örgütü yapilmasi gereken isler siralamasinda fiili cihadi birinci siraya koyuyordu. HAMAS ise egitim, hazirlik ve uygun sartlari gözetmenin fiili cihaddan önce geldigi kanaatini tasiyordu. Bu konuda farklilik söz konusu olsa da bugün her iki hareket de ayni merhalenin içerisindedir. Bu iki hareketin birlestirilmesi için uzun süreden beri ciddi çalismalar yürütülmektedir. Birkaç merhaleden sonra organizeli çalisma baslatilacak sonra ortak cephe hareketine geçilecek sonra Allah'in izniyle tam bir birlesme saglanacaktir." 2 Nisan 1995'te Gazze'nin Seyh Ridvan mahallesinde bir suikast sonucu sehid edilen HAMAS mensubu 6 kisinin sehid edilmesi üzerine hem HAMAS'in Izzettin Kassam birliklerine mensup mücâhidlerin, hem de Islâmi Cihad Hareketi mücahidlerinin intikam eylemleri düzenlemeleri de bu iki hareket arasinda siki münâsebetlerin ve dayanismanin oldugunu gösteriyordu. Bu iki hareket zaman zaman çesitli sosyal kurumlarda ve üniversitelerdeki ögrenci meclislerinin belirlenmesinde ortak listeler göstermektedirler. Örnegin Arap Muhasebeciler ve Hukuk Danismanlari Dernegi'nin seçimlerinde Islâmi Hareket listesi adiyla ortak bir liste gösterildi. Bunun örnekleri çogaltilabilir. Islâmi Cihad lideri Dr. Fethi Sikâki'nin sehid edilmesi üzerine HAMAS tarafindan yayinlanan bildiride su ifadelere yer verilmisti: "Biz Filistin Islâmi Direnis Hareketi olarak her bakimdan Islâmi Cihad Hareketi'ndeki kardeslerimizin yaninda oldugumuzu vurgularken, Fethi Sikâki (rh. a.)'nin sehid edilmesinin, Prof. Dr. Musa Ebu Merzuk'un ABD zindanlarinda tutulmasinin ve siyonist düsmanin binlerce insanimizi, halkimizin ileri gelenlerini tutuklamasinin ayni planin birer parçalari olduguna dikkat çekiyoruz. HAMAS, bu çirkin cinayete karsi da, cihad ve sehadet yolunu izlemeye devam edecegini, alternatifi olmayan direnis ve mücadele yolunda ilerleyecegini bir kez daha vurgulamaktadir." Gerçekten bir kusun iki kanadi gibi Filistin cihadinin iki kanadini olusturan bu iki hareket arasinda gipta edilecek bir dayanismanin oldugu göze çarpmaktadir. Bundan dolayidir ki, siyonist isgal yönetiminin ve onun güdümündeki birtakim ihanet çevrelerinin bütün fitne çabalari daha ilk adimindan itibaren dumura ugramistir. Islâmi Cihad'in FKÖ Ile Iliskileri Islâmi Cihad, intifada öncesinde el-Fetih disindaki FKÖ gruplariyla dogrudan bir isbirligi veya siki iliski içine girmemistir. Islâmi Cihad mensuplari FKÖ içindeki laik ve özellikle marksist gruplardan uzak durmaya çalisiyorlardi. Islâmi Cihad, FKÖ'nün Filistin topraklari üzerinde laik ve demokratik bir devlet kurma hedefini Filistin'in tarih boyunca tasidigi Islâmi kimlige ters bir hedef olarak gördügünü dile getiriyordu. Bununla birlikte FKÖ'yle veya bu örgüte bagli gruplardan herhangi biriyle fiili sürtüsmeye girmekten de kaçiniyordu. el-Fetih'in kurulusunda bazi Islâmi anlayis sahipleri de bulunmuslardi. Bu kisilerin birçogu uzun süre bu hareketin içinde kalmislardir. Bu yüzden Islâmi Cihad'la FKÖ gruplarinin basta gelenlerinden olan el-Fetih arasinda daha özel bir iliski vardi. Bunda el-Fetih'in, özellikle Madrid görüsmeleri süreci öncesinde, Filistin davasiyla ilgili fikirlerinin ve önerilerinin Islâmi Cihad'la HAMAS'in fikir ve önerilerine yakin olmasinin da etkisi vardi. Ancak yine de ideolojik platformda bir ayrilik vardi ve Islâmi Cihad bu açidan zaman zaman el-Fetih'i tenkid ediyordu. Islâmi Cihad, el-Fetih'in kurulusunda Islâmi etkenlerin önemli rol oynadigini söylüyor ve bu örgütü vakit kaybetmeden yeniden Islâmi kimligine dönmeye çagiriyordu. Öte yandan el-Fetih tarafindan da Islâmi Cihad'a yakinlik gösterenler ve bu hareketin fiili eylemlerine destek verilmesini isteyenler olmustur. Bunlar arasinda Tunus'ta MOSSAD ajanlari tarafindan düzenlenen bir suikastta öldürülen Ebu Cihad (Halil el-Vezir)'in adini anabiliriz. Islâmi Cihad ve Baris Görüsmeleri Islâmi Cihad esas itibariyle Filistin davasiyla ilgili olarak bir uluslararasi kongrenin toplanmasina karsi degildi. Ancak siyonist isgal rejiminin resmen taninmasina ve bu rejimle anlasmaya gidilmesine karsi çikmistir. Bundan dolayi FKÖ'nün BM'in 242 sayili kararini tanidigini açiklamasi üzerine yayinladigi bildirisinde FKÖ'yü bu hareketinden dolayi siddetle tenkit etmistir. Islâmi Cihad'in bu konudaki tutumu HAMAS'in tutumuyla aynidir. Islâmi Cihad'in Ilk Lideri Dr. Fethi Sikaki Filistin Islâmi Cihad Hareketi'nin kurucularindan olan ve sehid edilmesine kadar liderligini yapan Dr. Fethi Sikâki 1952'de Filistin'in Gazze bölgesinde bulunan Rafah mülteci kampinda, Remle'den buraya iltica etmis olan bir Filistinli ailede dünyaya geldi. Ilk ve orta ögrenimi dogum yeri olan Rafah'ta tamamladiktan sonra 1968'den itibaren Bati Yaka bölgesinde bulunan Beir Zeit Üniversitesi'nde ögrenim görmeye basladi. Buradan mezun olduktan sonra Kudüs'te dört yil süreyle ögretmenlik yapti. 1974'te tip ögrenimi görmek üzere Misir'a gitti ve burada Zekâzik Üniversitesi'nde tip ögrenimi gördü. Buradaki ögrenimi sirasinda, Fethi Abdulaziz müstear adiyla yazdigi "Humeyni, Islâmi Çözüm ve Alternatif" adli kitabi yüzünden bir süre hapiste yatti. 1980'de buradan mezun olarak Kudüs'e döndü ve doktor olarak çalismaya basladi. 1983'te isgal yönetimi tarafindan tutuklandi ve bir yil hapiste kaldi. 1986'da yeniden tutuklandi ve dört yil hapis cezasina çarptirildi. Ancak 1988'de Lübnan'a sürgün edildi. Orada bir yil kaldiktan sonra Suriye'nin baskenti Sam'a yerlesti. Dr. Fethi Sikaki, Filistinlilerin sinir disi edilmesi isleminin durdurulmasi için Kaddafi'yle görüsmede bulunmak üzere gittigi Libya'dan dönerken ugradigi Malta adasinda, 26 Ekim 1995 tarihinde, Israil rejiminin cinayet sebekesi MOSSAD'in parali katilleri tarafindan sehid edildi. Sikaki, Kudüslü bir hanimla evliydi ve dört çocuk sahibiydi. Dr. Fethi Sikâki'nin sehid edilmesinden sonra Filistin Islâmi Cihad Hareketi'nin liderligine Ramazan Abdullah Sallah getirildi. 1948 Topraklarindaki Islâmi Hareket Toprak Hakkinda Siyonistler Filistin topraklarinin bir bölümünü 1948'de bir bölümünü de 1967 Hazirani'nda isgal ettiler. BM teskilati daha sonra 1948'de isgal edilen kismi "Israil" olarak kabul etti. Israil isgal yönetimi de 1948'de isgal edilen topraklarla 1967'de isgal edilen topraklar arasina "yesil hat" adini verdigi bir sinir koydu. Insanlarin Statüsü 1948'de isgal edilen topraklarda yasayan Filistinlilere isgal rejimi tarafindan Israil kimligi ve pasaportu verilmekte, bu itibarla onlar "Israil vatandasi" olarak gösterilmektedir. Dolayisiyla bu kesimdeki Filistinlilere Israil seçimlerinde de seçme ve seçilme hakki taninmaktadir. 1967 topraklarinda yasayan Filistinlilere "özerk yönetim vesikasi" adiyla bir kimlik ve pasaport verilmektedir. Kudüs'ün Durumu Kudüs'ün bati kesimi 1948'de dogu kesimi 1967'de isgal edildi. Ancak Israil isgal rejimi BM'in bu sehirle ilgili kararlarini tanimayarak Dogu Kudüs'ü de güya "kendi topraklari (!)" olarak gösterdigi kesime ilhak etti. Böylece Kudüs'ün tamami "yesil hat" içine alinmis oldu. Dogu Kudüs normalde Israil isgal rejimi tarafindan "yesil hat" içinde gösterildigi halde burada yasayan Filistinlilere farkli muamele yapilmaktadir. Bundaki amaç Dogu Kudüs'teki Müslümanlari göçe zorlamak ve Kudüs'ün tamaminda "yahudilestirme" programini gerçeklestirmektir. Islâmi Hareket HAMAS ve Islâmi Cihad Hareketi, daha çok 1967'de isgal edilmis topraklarda faaliyet göstermektedir. 1948'de isgal edilmis topraklarda faal olan Islâmi olusum ise "Islâmi Hareket" adiyla faaliyette bulunan olusumdur. Aslinda bu kesimde faaliyette bulunan "Islâmi Hareket" de HAMAS gibi Müslüman Kardesler cemaatinin bir koludur ve bu hareketin temeli de Imam Hasan el-Bennâ'nin 1948'de cihad etmek üzere Filistin'e gönderdigi mücâhidler ve davetçiler tarafindan atilmistir. Fakat "yesil hat" içinde gösterilen topraklarla bu hattin disinda kalan topraklar arasindaki statü farkliligindan dolayi böyle iki farkli isimle faaliyet yürütülmektedir. "Yesil hat" içinde kalan kesimde faaliyette bulunan "Islâmi Hareket" daha çok egitim, sosyal hizmet, yardim, hukuki hizmet vs. gibi legal faaliyetlere agirlik verirken, HAMAS bütün bu faaliyetlerinin yani sira fiili eylemleri yani fiili cihadi da sürdürmektedir. "Yesil hat" içinde kalan bölgede "Islâmi Hareket" disinda etkin bir Islâmi olusum yoktur. Bunun disinda kalan Islâmi faaliyetler cemaat faaliyetleri degil genellikle küçük çapli dernek faaliyetleri veya herhangi bir olusuma bagli görünmeyenler tarafindan yürütülen kisisel faaliyetlerdir. Islâmi Hareket - HAMAS Iliskisi Dedigimiz gibi bu iki hareketin her ikisi de ayni ana bünyenin; BM, ABD ve diger sömürgeci güçlerce gerçeklestirilen oyunlar sonucunda farkli statüye sokulan iki ayri bölgedeki parçalaridir. Dolayisiyla birbirinden ayri iki cemaat seklinde algilanmamasi gerekir. Bu durum ne yazik ki, son yüzyilda Islâm cografyasinin parçalanarak küçük devletçiklere bölünmesinin dogurdugu durumdur. 1948'de isgal edilmis topraklarda faaliyet yürüten "Islâmi Hareket"le, 1967'de isgal edilmis topraklarda faaliyet yürüten HAMAS arasinda siki bir baglanti ve yardimlasma oldugu ise bir gerçektir. Bu konuda Israil iç istihbarat örgütü SABAK tarafindan hazirlanan bir raporda yer alan bazi bilgilere isaret etmek istiyoruz: Söz konusu raporda Israil açisindan oldukça tehlikeli görülen bir gelismeye dikkat çekilmis ve bu gelismenin "yesil hat" içinde kalan Filistinlilerle bu hattin disindaki Filistinliler arasinda isbirligi oldugu dile getirilmisti. Raporda "yesil hat" içinde kalan Filistinlilerin HAMAS gibi Israil'in varligina karsi hareketlerle isbirligi içine girmelerinin Israil'in gelecegi açisindan büyük tehlike arz ettigi vurgulanmisti. Konuyla ilgili olarak Maarif gazetesinde yer alan bir habere göre, Sâbâk yetkilileri, özerk yönetimin olusturulmasindan sonra kendilerinin koruyucu istihbarat için her tarafa ulasmakta zorluk çektiklerini vurguladilar ve "yesil hat" içindeki Filistinlilerle digerleri arasindaki isbirliginin gelecekte daha da artacagindan endise duyduklarini ifade ettiler. Öte yandan Filistinli kaynaklarda, "yesil hat" içinde kalan Filistinlilerden "Islâmi Hareket"i destekleyenlerin üzerindeki baskinin son zamanlarda iyice arttigi bildirildi. Istihbarat elemanlari, camiye devam ettikleri bilinen Filistinlileri de zaman zaman sorguya çekiyorlar. Yapilan açiklamaya göre sorgulama esnasinda bu Filistinlilere caminin içinde neler yapildigi, dini derslerde nelerin ögretildigi ve namaz kildiran kisilerin nelerden söz ettikleri soruluyor. Bütün bu sorusturmalarin ve baskinin sebebi ise "yesil hat" içinde kalan "Islâmi Hareket"le bu hattin disinda kalanlar arasindaki isbirligi ve yardimlasmadan kaynaklanan endisedir. "Islâmi Hareket"in "Israil" Seçimleri Karsisindaki Tutumu "Islâmi Hareket" normalde Filistin topraklarinin Islâmi kimliginin tartisilamayacagi ve Israil'in bu topraklar üzerindeki hâkimiyetinin mesru olmadigi görüsündedir. Ancak yukarida da belirttigimiz gibi 1948'de isgal edilmis bölgedeki faaliyetlerle 1967'de isgal edilmis bölgedeki faaliyetler birbirinden farklidir. Bu da bu iki kesimin statüsü arasindaki farkliliktan kaynaklanmaktadir. "Islâmi Hareket" Israil'in mesruiyyetini reddettiginden dolayi Knesset (Israil parlamentosu) seçimlerine katilmayi da reddetmistir. Ancak belediye seçimleri konusundaki tutumu farklidir. Bu seçimlerde aday olmanin ve oy kullanmanin Israil'in mesruiyyetini kabullenme anlami tasimayacagi, belediyelerde dogrudan halki temsil ve halkla muhatap olmanin söz konusu olacagi görüsünü tasidigindan bu seçimlere katilmaktadir. Hatta Ummu'l-Fahm adli sehrin belediyesi "Islâmi Hareket"in elindedir. Ummu'l-Fahm belediye baskani Râid Salah, "Islâmi Hareket"in etkili ve faal elemanlarindan biridir. Ancak isgal yönetimi Kudüs konusunda farkli bir uygulamaya basvurdugundan ve Kudüs'teki Filistinli halki yukarida da ifade ettigimiz gibi "yabancilar" muamelesine tabi tuttugundan bu sehirde belediye seçimlerine katilmayi ve seçimlerde oy kullanmayi reddetmektedir. Kudüs'teki Filistinli halk arasinda "Islâmi Hareket" oldukça güçlü oldugundan bu sehirdeki belediye seçimlerine Filistinlilerden katilan pek olmamaktadir. Knesset'te "Islâmi Hareket" Üyesi Var mi? Israil parlamentosu (Knesset) seçimlerinde daha önce "Islâmi Hareket"le iliskisi olan üç kisi seçimi kazandigindan Türkiye'deki bazi Islâmi gazetelerde bile "Islâmi Hareket Knesset'te" gibi basliklarla haberler verildigini, Israil hükümetinin kuruldugu günlerde de Knesset'teki "Islâmi Hareket" üyesi parlamenterlerle bazi yahudi partileri arasinda isbirligi oldugu yolunda haberlere yer verildigini gördük. Bu isin gerçek yönünü açikliga kavusturmakta yarar görüyoruz. Son Israil seçimlerinde: "Knesset seçimlerine katilmanin hükmü nedir? Katilmanin ve katilmamanin Filistinliler açisindan olumlu ve olumsuz sonuçlari neler olacaktir?" gibi sorular gündeme getirildi. Bu sorular "Islâmi Hareket"in ileri gelenlerinin önlerine de sürüldü. Hatta bazi kisiler hileye basvurarak, Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi'nin Knesset seçimlerine katilmanin caiz olduguna dair fetva verdigini ileri sürdüler. Ancak Kardavi daha sonra yaptigi açiklamalarla Knesset seçimlerine katilmanin caiz olmadigini dile getirerek hakkinda uydurulan yalan haberleri tekzip etti. Bazi "Islâmci"larin Knesset'e girmeleri olayina gelince: Yukarida sözünü ettigimiz sorularin tartisildigi günlerde 1948'de isgal edilmis topraklardaki muhafazakâr ve milliyetçi kitlenin ileri gelenleri Israil parlamento seçimlerine katilma karari aldi ve bu amaçla "Arap-Islâm Listesi" adinda bir seçim grubu olusturdular. Grubun baskanligina Atif el-Hatib, baskan yardimciligina da Ahmed el-Havaca seçildi. Bu liste tipki bir siyâsi parti gibi faaliyette bulunacakti. Ancak bu listenin olusturulmasi "Islâmi Hareket"in ileri gelenlerinin seçime katilmama kararlarini açiklamalarindan sonra gerçeklesti. Arap-Islâm Listesi'nin baskanligina seçilen Atif el-Hatib'in "Islâmi Hareket"e üyeligi de iki yil önce dondurulmustu. Arap-Islâm Listesi baskanligina seçilen Atif el-Hatib, "Islâmi Hareket"in seçimlere katilmama karari almasinin Arap çevrelerde bir ümit kirikligina yol açtigini ileri sürdü ve: "Araplarin geneli "Islâmi Hareket"in Israil parlamentosu (Knesset) seçimlerine katilma yönünde bir karar almasini ve kendi ekseni etrafinda bütün Arap kitleler arasinda bir uzlasma saglamak için çaba harcamasini arzuluyordu" dedi. el-Hatib "Islâmi Hareket"in seçimlere katilmama karari almasinin 1948'de isgal edilmis topraklardaki Arap kitle arasinda büyük bir siyâsi bosluga yol açtigini ileri sürerek kendilerinin bu boslugu doldurmayi amaçladiklarini ifade etti. el-Hatib kendi listelerinin yapacagi çalismanin "Islâmi Hareket"e herhangi bir zararinin olmayacagina dikkat çekerek: "Çünkü biz kendimizi Islâmi Hareket'le ayni meydanda görüyoruz. Kur'an ve sünnet bizi birlestiriyor. Knesset'te (Israil parlamentosunda) alacagimiz sandalyenin ürününün Islâmi güçlere ve Islâmi Hareket mensuplarina yansiyacagini düsünüyoruz" dedi. Ancak "Islâmi Hareket" bu konuda prensip karari aldigindan söz konusu liste adina çalisma yapanlarin ve bu listeden Knesset'e girmek için aday olanlarin bu hareketi temsil etme haklari yoktu. Zaten "Islâmi Hareket" daha sonra adi geçen listeden aday olanlari cemaatten ihraç etti. Ancak bu listeden üç kisi Knesset'e girmeyi basardi. (Abdulvehhab Deravise ve Abdullah Nemir Dervis bunlardan ikisi) Simdi Israil isgal rejimi bu kisileri "Islâmi Hareket"in temsilcileri gibi göstermeye çalisiyor. O kisiler de kendilerini öyle göstermek istiyorlar. Ancak isin gerçeginde bu kisilerin "Islâmi Hareket"i temsil yetkileri yoktur. Çünkü hareketin temel bir prensibine muhalefet ettiklerinden ihraç edilmislerdir. Dolayisiyla bu kisilerin bazi Israil partileriyle isbirligi yapmalari Islâmi Hareket'le söz konusu partiler arasinda ittifak saglandigi anlamina gelmez. Ayni sey daha önce HAMAS'a yakinliklariyla bilinen ancak daha sonra HAMAS'in boykot kararina ragmen özerk yönetim seçimlerine katilarak bu yönetimin parlamentosuna giren Imad el-Faluci gibi kisiler için de geçerlidir. Bu kisiler HAMAS'tan ihraç edildiklerinden özerk yönetim parlamentosunda ve hükümetinde bu hareketi temsil etme yetkileri yoktur. @ Ekrem Yolcu Kaynak: Ahmet Varol'un Sitesi arrow3h.gif (1916 Byte) ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:11 | #7 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Filistin'de Isgalin ve Direnisin Tarihçesi
Nurcan SOLAK Filistin'de son birkaç yildir yasananlar Oslo'da baslayan "baris süreci"nin sonu degil sonuncusuydu. Bir çok siyasî göz*lemci, dirilen intifadayi baris olasiligina vurulmus bir darbe olarak gördü. Hatta daha da ileri gidip Filistinlilerin bu sü*reci adeta baltaladigi ve onunla da kalmayip çocuklari as*kerlerin önüne sürüp, ölmelerine neden olduklari yazildi. Yüzlerce müslümanin katledilmesinin faturasi yine onlara çikartilmaya çalisildi ve hala da çalisiliyor. Tüm bu isabetsiz gözlemler sorunun baslangicindan beri Filistin'in sömürgelestirilme tarihinin parçasidir ve bu yüzden de anlasilir açiklamalardir. Filistin direnisini tam manasiyla anlayabilmek için onun tarihine bir göz atmak gerekir: 1896'da siyasi siyonizmin babasi olarak bilinen Theodor Herzl bir Yahudi devletinin gerekliligi tezini ortaya atti. Ancak o dönem çok fazla taraftar toplayamadi. Bir yil sonra Isviçre'de toplanan "Birinci Siyonizm Kongresi"nde Yahudi Devleti'ni kurmak amaçli bir takim kararlar alindi: Filistin Allah tarafindan Yahudilere verilmis topraklar*dir. Filistin'e Yahudi göçünü özendirmek gerekir. Bunu basarmak için malî destek saglayacak örgütlenme gerçeklestirilmeli ve diger ülkelerin destegi saglanmalidir. Böylece bölgede sömürgeci çikarlari olan Ingiltere'nin destegi saglandi. 1904'te Herzlöldü, ancak onun temelini attigi siyonizmin ana siyasî taktigi hiç degismedi. "Emperyalist bir mer*kezin güdümünde ve onun çikarlarinin hizmetinde bir Yahudi Devleti kurma fikri ve bunun olasi yerel direnisleri kir*manin tek çaresi olarak görülmesi." Her zamanki gibi sö*mürgeci iktidar, yaptigi haksizliklari "ilerleme ve aydinlanma" kilifiyla örtüyor. Yahudilerin büyük kismi, bu devletlesme hareketinden uzak duruyor ve Filistin'i bir vatan olarak görmüyor. Siyonist örgütlerin malî destegi ile göç eden 120 bin Yahudi'nin çogu sonradan geri dönüyor. 1917 Balfour Deklerasyonu ile Israil Devleti'nin kurul masinin ilk adimi atiliyordu. Filistin Yahudiler için "millî yuva" ilan ediliyor ve bunun yerli halkin varligim tehdit etme*digi ileri sürülüyor. Hem göç eden Yahudilere destek olmak, hem de Filistin'de olabildigince çok toprak satin almak için, özellikle Amerikali Siyonistlerin destegi ile "Millî Yahudi Fonu" olusturuluyor. Satin alinan topraklar Yahudilerin kollektif mali kabul ediliyor, baska birisine satilmasi ve kiralanmasinin önüne böylece geçilmis oluyor. 1929'da Zürih'deki kongrede "millî yuva" Yahudi Devleti olarak aniliyor, Akabinde Filistin'de gerçeklesen göste*ride bir çok Arap ve Yahudi ölüyor. Kisa bir süre sonra Hitler'in Almanya'da basa geçmesi ile baslayan Yahudi soykirimi Siyonistlerce kullanilarak, göçün hizi arttirilmaya çalisiliyor, ancak bir hizlanma görül*müyor. 1936'da Yahudi göçmenlerinin sayisinin Ingilizlerin koydugu kotayi bile asmasi Filistinlilerin silahli ayaklanmaya baslamalarina sebep oluyor. Bu kargasada Yahudiler 10.000 kisilik silahli "Haganah"i kuruyor. 1939'dan itibaren baris görüsmeleri basladi. Ingiltere ayaklanmanin büyüyüp, sömürgeci emellerinin sekteye ugramasindan korktugundan, Yahudi yerlesimcilerin azalmasi yönünde baski yapip, Yahudilerin formal bir ordu kurma*larim da reddetti. Ancak Yahudi gerillalari Irgun ve Haganah düzenli saldirilara çoktan baslamislardi. 1946'da Amerika'daki seçimleri Truman kazandi ve Filistin'de iki devletin kurulmasini destekledigini açikladi. In*giltere 1947'de konuyu BM'ye havale ederek bölgeden çe*kildi. Ayni yil BM tarafindan kabul edilen "Filistin taksim plani" iki bagimsiz devlet kurulmasini ve Kudüs'ün ulusla*rarasi bir sehir olmasini öngörüyordu. Ancak bu da sürecin devamindan baska bir sey demek degildi; nitekim: 1) Nüfusun %31'i Yahudi oldugu halde Filistin'in %56'si Yahudi Devleti'ne birakildi. Bu bölgede yasayan nüfusun yarisinin da tüm etnik temizlige ve göçe zorlamalara ragmen Araplar olusturuyordu. 2) Yahudilere ayrilan topragin %90'i ve narenciye agaçlarinin da %87'si resmen Filistinliler'indi ki, bu Filistin tarafinin iktisadî gelisimini baltaliyordu. Böylece Yahudi devletine ve diger ülkelere bagimli bir devlet olmus olacakti. 3) Bu karar göçe zorlanmis 3.200.000 Filistinli mülteci*nin ülkelerine dönmesini de içeriyordu. Ancak Israil tara*findan buna müsaade edilmedi, aksine tüm Filistin'e yayi*lan Siyonist terörü 750.000 Filistinlinin daha sürülmesine neden oldu. Köyler basilip, köylüler yerlerinden edildi, direnenler katledildi, çocuklu kadinli 254 kisinin katledildigi Dir Yasir katliami bu saldirilardan sadece biriydi. Katliami Irgun ve Israil'in Özgürlügü komandolari gerçeklestirdi. BM kararindan sadece 6 ay sonra durum suydu: Siyo*nistler Kudüs'ü ikiye böldüler ve Ürdün'le paylastilar. Filis*tin'in %77'sini isgal ettiler. 340 köy, sehir yikilmis, nüfusun %70'i sürgün edilmisti. Filistin toplumunu mahveden bu yil "nakbah (felaket)" adiyla anilmaya baslandi. Nakbah'i takip eden 1,5 yil içinde sürgün edilen Filistinlilerin yerine 648.000 Yahudi yerlestirildi. 19481956 arasinda 5000'e ya*kin Filistinli memleketine dönmeye çalisirken can verdi. Israil'in gözü doymuyor ve Filistinlilere kalan %23'lük dilimde de saldinlara ve iskencelere devam ediyordu. Han Yunus'ta 275, Refah'ta 3 Filistinli öldürüldü. Ariel Saron'un basinda oldugu bir gerilla Kibya köyünde 45 evi bombaladi ve onlarca kadinin ve çocugun ölümüne sebep oldu. Israil tüm bu saldirilari, kendilerim savunduklari kilifiyla örtmeye çalisiyordu. Ancak bu açiklamalar dünya kamuoyunu tat*min etmiyordu, nitekim yalan olduklari da ortaya çikiyor*du. Israil uluslararasi arenada sarsilmis pozisyonunu dü*zeltmek için yeni bir taktikle Misir'a ajanlar gönderip, Arap karsiti kamuoyu olusturmak için Kahire ve Iskenderiye'deki Ingiliz ve Amerikan konsolosluklarini, kültür ateseliklerini, sinema ve kamu binalarini bombalatti. Ancak skandal ortaya çikinca BM tarafindan kinandi. Tam bu dönemde Misir'in Israil karsiti fedaileri egitineye baslamasi ve Nasir'in önderliginde güçlenmesi Misir'in isgalini gündeme getirdi. Nasir derhal "olaganüstü tehlike*li fanatik" olarak gösterilmeye baslandi. Zaten Amerika ve batinin çikarlarina aykiri her harekete karsi gelistirilen ide*olojik savasin en önemli stratejilerinden biri lideri (Castro, Humeyni, Nasir, Saddam) ya da hareketi "irrasyonel, tehli*keli, fanatik" olarak göstermek olmustur, hala da öyle de*vam ediyor. 1956'da Israil Misir'a girdi. 1967'ya kadar Süveys kanalina kadar Misir topraklari, Suriye'ye ait Golan tepeleri Mi*sir idaresindeki Gazze seridi, Kudüs, Bati Seria isgal edildi. Bu yenilgiden sonra 1964'te kurulan FKÖ, ilk zamanlardaki Arap milliyetçisi tutumunu degistirdi. Arafat liderliginde Fetih ve FKÖ içerisindeki sol siyasetler Filistin'in ba*gimsizlik mücadelesinde yeni bir dönem baslatti. Diger Arap ülkelerinden bagimsiz bir örgütlenmeye gittiler. Filis*tin'i merkeze almayi hedeflediler. Bu yeni olusumun ilk ta*lebi Filistin'de Yahudilerin ve Araplarin birlikte ve esit sart*larda yasayabilecekleri demokratik bir halk cumhuriyeti önerisiydi. Gerilla mücadelesi yaninda verilen bu "siyasi ve diplomatik mücadele" FKÖ'nün uluslararasi alanda kendine bir yer bulmasini sagladi. FKÖ'yü Israil ve ABD disinda*ki tüm ülkeler Filistin balkinin temsilcisi olarak tanidi. As*linda Filistin için bu verilebilecek en büyük tavizdi. Israil de karsi atagi seçti ve bir yandan Bati Seria'daki kolonizasyon birimlerinin sayisini artirirken, diger yandan da Gazze seridi ve Bati Seria'da sinirli özerkligi olan bir si*vil idare önerdi. Böylece isgal edilen topraklari yerel çikar*larin muhafazasi için bölüp yönetecekti, Filistinlilerin top*luca organize olmalannin da önüne geçilmis olunacakti, Dünyanin gözünün Filistin'e çevrilmis olmasi önceki gibi toplu katliamlari mümkün kilmiyordu. Israil de bu gibi ge*listirdigi daha pek çok stratejiyle aslinda pek bir etkinligi ol*mayan Filistin yönetimim de kendine baglamisti. Düzen ve idare kanunlarim tüm Israil topraklarinda uygulayarak ve askerî bir yönetim kurarak tüm hakikî yetki ve idareyi orduya transfer etti. Böylece egitimden tarima, vergiden güven*lige, su kullanimindan mülk alim satimina kadar Filistinlile*rin tüm toplumsal hayati emir komuta zincirine baglandi. 1977'de Nasir'in ölümüyle basa geçen Enver Sedat kay*bettigi topraklari düsünerek Israil'le baris yolunu seçti ve Camp David anlasmalari akabinde topraklarim geri aldi, an*cak Israil'i de tanidigini ilan etti. Böylece Israil Misir'i nötralize etmis oldu. FKÖ önceleri Ürdün'de aktifti, sonra, güneyinde 300.000 mültecinin yasadigi Lübnan'da mücadeleye devam etti. Bu bölgede Israil tarafindan Hristiyan Güney Lübnan Ordusu kuruldu. Bu ordu FKÖ'ye karsi savas veriyordu. Zamanin Likud hükümeti savunma bakani Ariel Saron sid*detli antipropaganda ile FKÖ'nün gözden düsmesini saglamaya çalisiyordu. Sanki hiçbir sebep yokmus gibi direnisi dis mihrakli FKÖ'ye bagliyordu. Devlet tarafindan planla*nan kolanizasyon politikalari da kendilerine ayrilmis toprak parçalarina sigmayan Yahudi yerlesimcilerin gayri nizami yerlesme çabasi olarak gösteriliyordu. Basbakan Begin ve savunma bakani Ariel Saron Lüb*nan'i isgal edip FKÖ'yü sürme ve Beyrut'ta Israil yandasi bir hükümet kurma planlari yapiyorlardi. 1978'de Israil 1000 Filistinli'yi öldürüp, onlarca Lübnanli'yi surup, güney Lüb*nan'i isgal etti. FKÖ kamplari bombalandi. 1981'de Ameri*ka'nin oraya gitmesi ile ateskes ilan edildi. Bu arada Londra'da Israil Büyükelçiligi'ne bir saldiri düzenlendi. Israil'in bekledigi de buydu ve Saron'a bagli ordu Beyrut'a girdi. Israil'in en kanli operasyonu ile 10.000 kisi katledildi. Yine Saron'un parmagiyla Sabra ve Satilla'daki kamplara sokulan 150 Falanj gerillasi gece gündüz çalisarak, kadin ve çocuklardan olusan 3000 Filistinli'yi öldürdü. Bu Israil kamuoyunda bile tarihin en büyük gösterilerine sebep oldu. Begin Saron'u savundu, Saron istifa etmedi, sadece baska bir yere atandi. 1987'de Filistin tarihinde yeni bir sayfa demek olan "in*tifada" basladi. 1989'da FKÖ sürgünde Filistin Devleti'ni ilan etti. Israil ve Amerika disindaki ülkeler tarafindan tanindi. 1991'de Madrid konferansi ile Filistinliler FKÖ tarafin*dan temsil edilmeyecekler ve delegasyonlari Ürdün tarafin*dan nötralize edilecekti. Bu görüsmeler sirasinda da Israil stratejisi degismedi. 1992'de bir yil içinde baris sözü veren Kabin hükümet kurdu. Degisen bir sey yoktu. Halk Yahudi yerlesimcilerle çevrili kocaman hapishanelerde yasiyordu adeta. Bu sirada Oslo'da Israil ve FKÖ arasinda gizli görüsmeler basladi. 1958'de son halini alan anlasmada FKÖ'ne kismî özerklik veriliyordu. Siyasî egemenlik, Kudüs'ün gelecegi gibi konu*lar söz konusu bile edilmedi. Pek bir degeri olmayan diger kararlar da Israil'in stratejik muglaklik siyaseti ile istedigi sekilde yorumlanip ihlal ediliyordu. Tüm bu süreçle FKÖ Israil'in varligim tanimis, karsiliginda ise sadece Arafat'in Fi*listin balkinin temsilcisi olma hakkini kazanmisti. Filistin balkinin haklarinin lafi bile edilemiyordu. Bu anlamda ne ufak bir istek bile görüsmelerin sonlandirilmasiyla tehdit ediliyordu. FKÖ'nün artik yapamadigi mücadeleyi Hamas yürütü*yordu. Siklasan Yahudi saldirilari Hamas ve Hizbullah'in iyi*ce güçlenmelerini sagladi. Israil destekli Güney Lübnan orduna karsi mücadele ettiler. Bu direnis tutucu Yahudilerin tavrinin keskinlesmesine sebep oldu. 1996'daki seçimlerde Likud lideri Netenyahu kazandi. Netenyahu Oslo'nun Filis*tinliler açisindan güdük metnini bile bir taviz olarak görü*yordu. Dogu Kudüs'te Israil egemenligini derinlestirme amaçli çevre yerlesim birimlerini artirdi ve Harem eSerifin altina Yahudilerin kullanmasi için bir tünel kazilmagi projesini baslatti. Kutsal yerlere yapilan her tecavüz bir kar*si direnisle karsilasiyordu. Her seferinde onlarca kisi ölü*yordu. 1999'da Netenyahu hükümeti devrildi. Yerine "baris insani" kod adli Ehud Barak seçimi kazandi. Barak, Israil ordusunu isgal altindaki Güney Lübnan'dan anan baski, dire*nis ve de askerî basarisizlik nedeniyle çekti. Bu arada Filis*tin yönetimi gün geçtikçe yolsuzluk ithamlari altinda sarsil*mis, önderi Arafat sosyal destegi yitirmisti. Artik Israil kisa bir süre önce tanimadigi Arafat'i oldu bittiye getirilmeye ça*lisilan "Baris Süreci"nin tek güvencesi olarak görüyordu. Ancak Filistinliler artik Arafat'in bu temsilciligin; istemiyor*lardi. Diger baris görüsmelerinden pek farki olmayan 2. Camp David basladi. En son Ariel Saron'un 1000 Israil askerini Barak'in da onayiyla yanma alarak Kudüs'deki Harem el-Serifi ziyaret etmesi Kudüs Israil'indir mesaji tasiyordu ki, yeni intifadanm baslamasini tetikledi. Saron bu küstahligini Filistinliler için Kibya'ya Sabra ve Satilla'ya girmesinin sembolik bir kar*siligi oldugunu çok iyi biliyordu. Ertesi gün baslayan göste*rileri bastirmak için Israil askerleri 7 Filistinli'yi öldürdüler. Yaralanan 200 Filistinlinin çogu da ömür boyu sakat kalacakti. O günden beri yüzlerce müslüman Filistinli öldürüldü. Buna ragmen Israil benzeri görülmemis bir kampan*yayla masumu zalim gösterme çabasinda. Çocuklarin ölümünden, onlari askerlerin önüne sürenleri sorumlu tutu*yor, isgali normallestirip, o askerlerin Filistin topraklarinda ne aradiklari, kendilerine tas atan çocuklara niçin mermi siktiklari; ayni askerlerin, okullari neden bombaladigi ve Fi*listinli Müslümanlarin hala nasil direnebildigi sorulari hasir alti edilmeye çalisiliyor. Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi 12, 2002 ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:12 | #8 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Eritre - Etyopya Savaşı
Eritre, daha önce Etyopya'ya (eski adıyla Habeşistan'a) bağlıydı. Bu toprakların bağımsızlığı için uzun süren bir savaş verildi. Bu topraklarda bağımsızlık mücadelesini ilk olarak Müslümanlar başlattı. Müslümanların böyle bir savaş başlatmaktaki birinci amaçları, önce hıristiyan ve totaliter anlayışa sahip bir kralın yönetimindeki Habeşistan'ın, sonra da komünist diktatörlerin yönetimindeki Etyopya'nın baskısına maruz kalan Eritre'de yaşayan Müslümanları özgürlüklerine kavuşturmak ve dinlerini özgürce yaşamalarını sağlamaktı. Çünkü Etyopya (Habeşistan)'da her ne kadar önce hıristiyan sonra da komünist despotizm hakim olduysa da Eritre halkının önemli bir çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyordu. Eritre topraklarında yaşayan hıristiyanlar önce bu bağımsızlık savaşına karşı tavır alarak Habeşistan yönetimiyle işbirliği yaptılar. Bu işbirliği komünist Etyopya döneminde de gizli bir şekilde devam etti. Ancak Eritre Müslümanlarının bağımsızlık mücadelesinde kararlı olduklarını görünce, hıristiyanlar da 1975'te metot değiştirerek bu mücadelenin dışında kalmamaya karar verdiler. Ne var ki onların bu savaşın dışında kalmamaya karar vermelerinin değişik sebepleri vardı. Hıristiyanlar, ABD ve İsrail tarafından özel olarak yetiştirilen ve kendilerine komando denen militanlarla savaşın içinde yer almaya başladılar. Fakat onların asıl gayeleri Eritre'deki mücadele cephelerini ele geçirerek Müslümanları tasfiye etmek ve Müslümanların bağımsızlık mücadelelerini içten köreltmekti. Onların bu gayelerinin ortaya çıkması üzerine Eritre Kurtuluş Cephesi bunları tasfiye etmeye başladı. Bu kez onlar da Eritre Halk Kurtuluş Cephesi adında ayrı bir örgüt kurdular. Bu örgüt daha çok Eritre Kurtuluş Cephesi'ne karşı savaşmaya ve onun ele geçirdiği bölgeleri ellerinden almak için çarpışmaya başladı. ABD ve İsrail başta olmak üzere çeşitli Batılı ülkeler de örgütü silah ve para yönünden desteklediler. Bu ülkeler "insani yardım" diye Eritre Halk Kurtuluş Cephesi'ne silah yardımı yaptılar. Küba başta olmak üzere bazı komünist ülkeler de Eritre'ye asker göndererek adı geçen örgütün gerillalarının yanında çarpıştırdılar. Eritre Halk Kurtuluş Cephesi militanları ele geçirdikleri bölgelerdeki Müslümanlara ağır zulümler yapıyor, mal varlıklarına el koyuyor, hatta kadınlara tasallut ediyor ve ele geçirdikleri bölgelerde İslam ilkelerine göre yaşanmasını yasaklıyorlardı. Öte yandan 1974'te Habeşistan'daki krallık rejimini devirerek yerine komünist bir rejimi hakim kılan ve ülkenin adını Sosyalist Etyopya olarak değiştiren yöneticilerle zaman zaman gizli görüşmeler yaptıkları oluyordu. Etyopya'daki komünist rejimin zayıflamaya başlaması üzerine sömürgeci güçlerin ve özellikle İsrail'in Eritre Halk Kurtuluş Cephesi'ne yardım ve destekleri arttı. 1991 başlarında Etyopya'daki komünist rejimin çökmesi ve Etyopya Devrimci Demokratik Halk Cephesi'nin yönetimi ele geçirmesi üzerine, aynı yılın Mayıs ayında Eritre Halk Kurtuluş Cephesi gerillaları Eritre topraklarının başkenti Asmara'yı ele geçirerek bu bölge üzerindeki Etyopya hakimiyetine son verdiler. Bu olaydan sonra geçici bir Eritre hükümeti oluşturuldu. Daha sonra 23 - 25 Nisan 1993 tarihlerinde gerçekleştirilen halk oylamasının ardından Eritre'nin bağımsızlığı ilan edildi. Bağımsızlık sonrasında üyelerini genellikle Eritre Halk Kurtuluş Cephesi mensuplarının oluşturduğu 4 yıllık bir geçiş dönemi hükümeti kuruldu. Bağımsızlık mücadelesinde etkili rol oynayan Eritre İslami Cihad Hareketi ise yönetimin dışında bırakıldı. Bu durum üzerine Eritre İslami Cihad Hareketi kurulan geçiş dönemi hükümetine karşı tavır alarak Eritre'nin İslami kimliğinin korunması için mücadeleyi sürdürmeye karar verdi. Bu itibarla bugün Eritre bağımsızlığına kavuşmuş gibi görünüyorsa da son yüzyılda bütün İslam dünyasında oynanan oyunun Eritre'de de aynen oynandığı dikkat çekmektedir. Ne yazık ki, ülke yönetimi bağımsızlık mücadelesini başlatanların ve bel kemiğini oluşturanların değil dış güçler tarafından desteklenen hıristiyan asıllı ve sosyalist anlayışa sahip bir kadronun eline geçmiştir. Bu kadronun oluşturduğu yönetim ise bölgede yeni bir çıban başı haline gelmiştir. Şu an Eritre'nin devlet başkanı olarak gösterilen hıristiyan asıllı ve sosyalist anlayışa sahip Asyas Afewerki geçmişte Eritre Halk Kurtuluş Cephesi'nin lideriydi. Bu adamın o göreve getirilmesi, örgütünün de dışardan silahla ve maddi imkanlarla desteklenmesi amaçsız değildi elbette. Ne amaç için o konuma getirildiğini bugün bölgede izlediği politika bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Eritre'nin bağımsız olması Eritre Halk Kurtuluş Cephesi'nin bir başarısı değil, komünist bloğun çökmesinin ve Batı bloğunun Doğu Afrika'ya yönelik olarak izlediği politikanın bir sonucudur. Bu politika nedeniyle eski komünist lider Mangesto Hiela Mariam'ın Etyopya'yı terk etmesinden sonra bu ülkede iş başına gelen yeni yönetim Eritre'nin bağımsızlığını hemen tanıdı. Bu yüzden yeni Etyopya yönetimiyle Eritre'de iş başına gelen Afewerki yönetiminin arası başlangıçta iyiydi. İkisi birlikte İslami kimliğinden dolayı bölgenin stratejik yönden en önemli, coğrafi yönden de en geniş ülkesi Sudan'a karşı cephe alabiliyor; ortak savaş açabiliyorlardı. Ne var ki, "Yeni Dünya Düzeni" teorisi çerçevesinde dünyaya hükmetmeye kalkışan Amerika'nın ve ona yön veren uluslararası siyonizmin sömürgeci politikaları bu iki devletin karşı karşıya getirilmelerini gerektiriyordu. Yeni kurulan Eritre'nin devlet başkanı Afewerki'nin önemli bir özelliği de Amerika ve İsrail'in "saldır" dediğine saldırması, "yakala" dediğini yakalamasıdır. Onun için dostluğun veya aynı düşünceleri paylaşıyor olmanın çok fazla bir önemi yoktur. Eğer bunun önemi olsaydı, bağımsızlık mücadelesi esnasında Eritre halkına büyük destek veren, bir milyon Eritreli mülteciyi barındıran Sudan'a sadakat gösterir, Amerika ve İsrail'in hatırına bu ülkeye saldırmaktan kaçınırdı. Ama onun vefakarlık gibi bir sorunu olmadığından daha çok karnını doyuranların direktiflerini yerine getirme gereği duymaktadır. Böyle olduğundan dolayı rasyonalist de düşünemiyor. Öyle düşünebilseydi Yemen'in Kızıl Deniz'deki adalarını işgal etmemesi gerekirdi. Çünkü bu adaların işgali ona düşman sayısını artırmaktan başka hiç bir yarar sağlamamıştır. Ancak Yemen bundan önceki dönemde hükümete İslami bir partiyi ortak ettiğinden, Körfez meselesinde Amerika'ya destek vermediğinden ve Ortadoğu'daki "İsrail'le uzlaşma" çalışmalarına katılmadığından cezalandırılması gerekiyordu. Amerika ve İsrail de ekonomik yönden köşeye sıkıştırdıkları, siyasi kıskaca aldıkları Yemen'in bir de Eritre devlet başkanı tarafından hırpalanmasını, paçalarının yırtılmasını sağladılar. İşte bu niteliklerinden dolayı sağa sola kolayca saldırtılan Afewerki bundan bir süre önce, Etyopya'yla da savaşa girişmişti. Fakat daha sonra İsrail işgal rejiminin bu savaşta her iki tarafa birden silah ve askeri teçhizat yardımı yaptığı ortaya çıktı. Anlaşılan İsrail her iki tarafı birden silahlandırarak savaştan rant elde etmek istiyordu. Tıpkı Yesrib (Medine) yahudilerinin Evs ve Hazrec kabilelerini birbirine düşürerek, bir yahudi kabilesinin biriyle diğerinin de diğeriyle işbirliği yaparak onlara silah sattıkları ve böylece şehirde ekonomik hakimiyeti ele geçirdikleri gibi. Eritre - Etyopya Savaşı'nda da aynen bu oyunu oynamak istediklerinin ortaya çıkması üzerine bu defterin geçici olarak kapatılmasına ihtiyaç duyuldu. Derken Amerika devreye girdi ve Eritre'yle Etyopya arasında ateşkes sağlandı. Ancak bu geçici bir durumdu ve ateş söndürülmemiş sadece yeri geldiğinde yeniden alevlendirilmek üzere, üzerine biraz kül dökülmüştü. Bugünlerde bu ateşin yeniden alevlendirildiğini, Etyopya'yla Eritre'nin yeniden karşı karşıya getirildiğini görüyoruz. Ama unutmamak gerekir ki, bu savaşta hem Eritre yönetimi, hem de Etyopya yönetimi kukla olarak kullanılmaktadır. Kazanan ise sadece sömürgeci Amerika ve uluslararası siyonist örgütler vasıtasıyla ona yön veren İsrail işgal rejimidir. Ahmet Varol Kaynak: Vahdet dergisi ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:13 | #9 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
Müslüman Kosova'nin
dünü ve bugünü I. Cografi arkaplan Kosova Cumhuriyeti Dogu Avrupa'da istikrarsiz Balkanlarin istikrarsiz bir bölgesidir. Kosova, kuzeydogudan Sirbistan, kuzeybatidan Sancak ve Karadag, güneyden Arnavutluk, güneydogudan da Makedonya ile çevrilidir. Osmanli devleti döneminde (Kosova) bölgesi Arnavutluk'u olusturan en büyük vilayetlerden birisiydi. Bu vilayet, 1787-1945 yillari arasinda Sirbistan ve Karadag'in isgal ettigi dört vilayet arasindaydi. Tarihi Kosova bölgesi, Sirbistan, Makedonya ve Kardag arasinda bölünmüs, en büyük pay Sirbistan'a verilmistir. Iste bugün Kosova denilen bölge aslinda tarihi Kosova vilayetinin Sirbistan'a verilen kismidir. Bugün Kosova'nin yüzölçümü 10.877 km2 ve nüfusu 2.234.000 olup nüfusun 93 %'ü müslümandir. Geriye kalanlarin çogunlugu Sirp asillidir. Müslüman nüfusun 90 %'u ise Arnavut kökenlidir. Bugünkü Kosova'nin baskenti Pristina'dir. Osmanli döneminde baskent önce Prizren sonra Pristina sonra da Üsküp olmustur. Üsküp bugün Makedonya'nin baskentidir. Bugün Üsküp'te yasayan Arnavutlarin nüfusu Arnavutluk'un baskenti Arnavutlardan daha fazladir. Yugoslavya'nin siyasi yapisi 1974'te yeniden düzenlenmis ve alti cumhuriyet'ten olusmustur: Sirbistan, Hirvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Slovenya ve Karadag. Özerk olan Voyvodina ve Kosova bölgeleri ise Sirbistan'in kontrolüne birakilmistir. Bu cumhuriyetlerin tümü federal bir devleti olusturmustur. II. Tarihi arkaplan 1. Osmanlilardan önce: M.Ö. 300 yillarinda Kosova Balkanlarda bagimsiz bir bölge olarak ortaya çikmistir. Bundan sonra Romalilarin isgali gelmis onlardan sonra 14. yy.'da Osmanlilar bölgeye hakim olmuslardir. Bölgeye Islam sinirli bir biçimde de olsa Osmanlilardan önce iktisadi ve diplomatik iliskiler yoluyla girmistir. 2. Osmanlilar: Osmanlilar, 1389'da Sirplara ve Avrupali müttefiklerine karsi kazandiklari meshur Kosova savasindan sonra bölgeye tamamiyla hakim olmuslardir. Kosova Arnavutluk'un dört büyük bölgesinden biri olmustur. Osmanlilar zamaninda bir istikrar ve ilerleme dönemi yasanmis hemen hemen bütün Arnavutlar Islami kabul etmislerdir. Bu durum Osmanli devletinin yikilisina yol açan olaylara dek önemli bir degisiklige ugramamistir. 3. Berlin konferansi (1878): Çirkin Berlin konferansi Kosova'nin büyük bir kismini Sirbistan ve Karadag'a havale etmistir. Bu karar, konferanstan önce baslamis olan etnik temizlik hareketini hizlandirmistir. Nis, Leskovik ve Toplika gibi sehirlerin nüfusu Türkiye'ye göç etmeye zorlanmislardir. Bugün bu sehirlerde yasayan hemen hemen hiç Müslüman Arnavut bulunmamaktadir. 4. Londra sefirler toplantisi (1913): Bu toplantida Balkanlarin haritasi yeniden çizilmistir. Osmanlilara karsi giristikleri saldirilar karsiliginda Sirplara Kosova bir hediye gibi verilmistir. Sirplarin msülüman Arnavutlara yaptiklari zulümler neticesinde büyük kitleler Türkiye'Ye daha az miktarda da Suriye'ye göç etmislerdir. Kosova'dan disariya ilk islami hicret dalgasi böyle baslamistir. Bu durum, Nazi (Alman fasistler, M.K.) isgaline karsi Sirplarin ve Müslümanlarin birlikte savastiklari 2. dünya savasina degin sürmüstür. 5. Ikinci dünya savasi: II. dünya savasi Kosova'nin tarihinde bir dönemeç olmustur. Savastan önce komunist fikirler Yugoslavya'da belirli çevrelerde etkili olmustur. Komnistler Nazi isgaline karsi önemli rol oynamislar, bu yüzde de savastan sonra prtaya çikan siyasi boslugu doldurmayi firsat bilmislerdir. Böylece sosyalist Yugoslavya dogmustur. 6. Sosyalist Yugoslavya'nin kurulusunda sonra Kosova: Müslümanlar yapilan zulümler yine devam etmis ve bir Türkiye'ye göç dalgasi daha baslamistir. Bu durum 1950'lerin ortalarina dek, özellikle Tito'nun Sirp lider Alexandr Randoviç'i devirmesine kadar sümüstür.1968'de yapilan gösteriler sirasinda Müslümanlara yapilan zulümler doruguna ulasmistir. Bu gösteilerin asil sebebi Kosova'da hiçbir üniversite'nin bulunmamasi ve halkin 90 %'i Arnavutça konusmasina ragmen okullarda zorla Sirpça egitim verilmesidir. Tahmin edildigi gibi gösteriler Sirp ordusunun müdahalesiyle vahsice bastirilmis, olaylari yönlendirenlerin tümü ve göstericilerin birçogu tutuklanmistir. Burada hiç mahkemeye çikarilmadan yapilan ayirimci tutuklama islemlerinden söz etmeye gerek yoktur. Ancak bu dönemde olaylari dünyaya duyurabilecek uluslararasi medya ortada yoktur. 7. 1974 yili: 1968 gösterileri neticesinde Kosova Sirbistan kontrolünde özerk bir bölge olmustur. Kosova'de gerçekte Kosova halkini temsil etmeyen bir parlamento kurulmus ve Kosova, Federal parlamento'da temsil edilmeye baslanmistir. Pristina Üniversitesi kurulmus bir grup Arnavut düsünür yetismistir. Ancak sonuçta eski sistem az bir iyilestirmeyle devam etmistir. 11 Mart 1981'de gösteriler tekrar alevlenmistir. Bu sefer istekler Kosova'nin Sirbistan'dan ayrilmasi ve Federal Anayasa'nin da kabul ettigi bir hak olan Kosova'nin Federal Yugoslavya'nin içinde bagimsiz bir cumhuriyet olmasidir. Gösteriler on gün devam etmis ve Sirp ordusunun vahsice saldirisina hedef olan göstericilerden sadece ilk gün 300 kisi öldürülmüstür. Eski sistem yerlestirilmis ve zulüm artarak devam etmistir. Bu olaylarin anisina her 11 Mart 'ta gösteriler yapilmaktadir. Bu gösterilerden sonra geçen on yil içinde tutuklanan veya yargilanan Müslüman sayisi 700.000'i bulmustur ki; bu, 2.234.000 olan tüm nüfusunun 1/3'ü demektir. 1989'da Slobodan Miloseviç 1974 Federal Anayasasinin güvence altina aldigi Kosova'nin özerklik hakkini iptal etmistir. (Burada daha fazla ayrinti için insan haklari ihlalleri dosyasina bakilabilir). Böylelikle Müslümanlara yapilan zulümler yine artmistir. 8. Komunizmin yikilisi: Müslümanlar kounizmin yikilisiyla birlikte esmeye baslayan hürriyet ve demokrasi rüzgarlarinin kendilerine de ulasacagini düsünmüsler. Ancak 1989'da Müslümanlar yapilan zulümlerin artmasi ve bir sonraki yilda doruga ulasmasi, komunizmin yikilmasinin Müslümanlara yönelikbaskilarin azalmasinda bir etkisi olmadigini göstermistir. 1991'de Sirplarin karsi çikmasina ragmen Kosova'da genel seçimler yapilmistir. Bunun neticesinde Kosova parlamentosu olusmustur. 1991'de yapilan refrandumda halkin 99,87 %'si bagimsizlik için oy kullanmis ve Kosova'nin bagimsizligi ilan edilmistir. Kosova'nin bagimsizligini Arnavutluk tanimis, Bosna, Hirvatistan ve Slovenya desteklemistir.Bu seçimler Amerika ve Avrupa'dan 8 heyetce izlenmis ve uluslararasi haber ajanslarindan 82 gazeteci bu seçimlerin haberini dünyaya duyurmustur. III. Kosova'da Islam'in yayilisi Kosova'da Islam Osmanlilardan önce sinirli olarak girmistir. Osmanli hakimiyeti yerlestikten sonra Arnavutlarin 90 %'i Islama girmis ve Balkanlarda Müslümanlar ayri bir kimlik olusturmustur. Osmanlilardan önceki tarihlerde yapilan kiliselerin günümüze dek ayakta kalmasi Osmanlilarin adaletinin bir göstergesidir. Sirplarin ve komunistlerin bölgeden Islami tamamen silmek istemelerine ragmen Islam kalmistir. Aksine bu baskilar Islamin yeniden ihyasi için yapilan çalismalara hiz vermis, Makedonya ve Kosova'da canli bir Islami hareketin dogusuna yol açmistir. Kosova'da Islami hareket, "Müslüman Gençler" adiyla kendini duyuran ve Islami hareket açisindan zengin bir geçmise sahip olan Bosna'daki Islami harekete göre yeni bir olgudur. Bugün Kosova'da çocuk, kadin ve yasli Müslüman Arnavutlarin acimasizca katledildigi esit olmayan bir savas yasanirken dünya bu olaya seyirci kalmaktadir ? Arnavutlarin köyleri ve evleri Sirp toplarinin ve uçaklarinin bombalariyla yikilmaktadir. Bosna-Hersek'te savas bittikten sonra Sirp kuvvetleri Müslüman Arnavutlarla olan hesaplarini görmek için Kosova'ya hareket etmislerdir. Ancak burada önemli bir noktaya deginmemiz gerekmektedir. Balkanlarda Arnavutlarin durumu Bosnalilarin durumundan farklidir. Arnavutlarin siyasi, stratejik ve sayisal durumlari Bosnalilara benzememektedir. Bosna, Sirbistan ve Hirvatistan'la çevrilidir ve nüfusunun takriben yarisi Sirp ve Hirvattir. Müslüman Bosnaklarin nüfusu sadece 3.000.000'dir. Arnavutlarin ise kendilerine has bir devletleri vardir. Bu devletin yani Arnavutluk'un nüfusu 3.500.000'dir. Nüfusun 75 %'i Müslümandir. Arnavutluk'un Adriyatik denizine bakan uzun bir sahili de vardir. Arnavutluk'un tabii uzantisi olana ve aralarinda suni sinirlar bulunan Kosova'da ise 2.300.000 olan nüfusun 90 %'i Müslüman Arnavuttur. Kosova'nin güneydogusunda bulunan Makedonya'da ise 1.000.000 Müslüman Arnavut yasamaktadir. Yunanistan'da Arnavutluk sinirina yakin bir bölge olan Çamriya'da 500.000, Karadag'da 250.000, Sirbistan'da ise 100.000 Müslüman Arnavut yasamaktadir. Balkanlarda yasayan Müslüman Arnavutlarin toplam nüfusu 7.000.000'u bumaktadir. Balkanlarda Islam bir güç olarak önemleri de bundan kaynaklanmaktadir. Arnavutlarin yasadiklari bu bölgelerin tümü Osmanli döneminde dört vilayette toplanmisti: Kosova, Skodra, Manastir ve Yanya. Ancak, Osmanlilarin Balkanlardan çikmasindan sonra, Avrupali güçler bu bölgeleri parçalayip daha önce de isaret ettigimiz gibi Ortodoks Slav milletleri arasinda paylastirmislardir. Kosova Kurtulus Ordusu (UÇK) Aslinda Arnavutlarin Slavlar karsi direnisi Osmanlilarin Balkanlardan çikisiyla birlikte baslamistir. Bu direnis I. ve II. dünya savaslari sirsainda da devam etmistir. Ancak II. dünya savasindan sonra komunistlerin eski Yugoslavya'yi hakimiyetleri altina almalariyla birlikte, Arnavut direnisi Arnavut topraklarinin disina çikmis ve özellikle Batiya giderek orada Yugoslav hükümetine karsi siyasi açiklamalarla varligini sürdürmüstür. Gerçek anlamiyla bir özerklik olmasa da komunizmin döneminde Arnavutlara verilmis olan özerklik 1989'da simdiki lider Slobodan Miloseviç tarafindan geri alinmistir. Bunun sonucunda Kosova halkina daha önce görülmedik siyasi baskilar ve zulümler yapilmaya baslamistir. Örnegin polis, ordu, üniversite ve kültürel kuruluslar gibi bütün resmi dairelerde memur olma Arnavutlar için imkansiz olmustur. Iktisadi yönden Sirplar Kosova'ya çok siki bir ambargo uygulamislar ve bu yüzden 1991-1996 yillari arasinda 400.000 genç çalismak için Batiya gitmek zorunda kalmistir. Bu sekilde gençlerin sayisi da oldukça azalmistir. Bütün bu baskilar sonucunda Arnavutlar Sirplara karsi askeri bir örgüt kurmk zorunda kalmislardir. 1993'te Kosova Kurtulus Ordusu tam bir gizlilik içinde kurulmustur. UÇK, Kosova'da kurulmus, ancak stratejisi Tiran ve Isviçre gibi dis merkezlerde çizilmistir. Sirplarin sadece güç ve silah diliniden anladiklarini gördükten sonra böyle bir ordunun kurulmasi artik matiki ve zaruri bir hal almistir. Bu durum daha önce Bosna'da görüldügü gibi bugün'de Kosova'da bütün dünya tarafindan görülmektedir. Kurulusu sirasinda 150 üyeye sahip olan UÇK'nin bugün kayitli üye sayisi 12.000'ü bulmustur. UÇK ilk faaliyetini gazetelere verdigi sert açiklamalarla baslatmistir. Bosna savasini sona erdiren Dayton anlasmasindan sonra UÇK Kosova'da Müslüman Arnavutlara yaptiklari zulmü durdurmalari için Sirp polis merkezlerine bombali saldirilar düzenlemeye baslamsitir. Ancak bilindigi gibi durum gittikçe kötülesmis ve 1998'in basinda Kosova'nin silahsiz halkina karsi adi konulmamis bir savas baslatilmistir. Simdi Kosova'da Sirp güçleriyle UÇK arasinda siddetli bir savas yasanmaktadir. Baslangiçtan günümüze kadar savasin sonuçlari: Simdiye dek Kosova'da yasana savasta çogu kadin, çocuk ve yaslilar olamk üzere binlerce Arnavutluk öldürülmstür. Bu masum insanlarin öldürülme sekli Bosna'da oldugu gibi biçaklarla kesme, yakma, top ve uçaklarla bombalama ve benzeri sekillerde olmaktadir. Bu vahsice katliamlar bu yilin (1998, M.K.) Subat ayinda baslamistir. Simdiye dek akibeti bilinmeyen binden fazla kayip vardir. Sirplarin kontrolünde bulunan birçok bölgede yollarda ve açikta yatan çok sayida ceset bulunmakta ve Sirplar bunlarin defnedilmesine izin vermemektedir. Simdiye kadar 15.000 köyün tamamen, baska birçok sehir ve köyün ise kismen yikildigi bilinmektedir. Örnegin nüfusu 10.000 olan Deçan sehri barbarca bombalanmis ve tamamen bosalmistir. Sirplar insanlari öldürmekle kalmayip, bölgedeki Arnavutluklarin temel gida maddesi olan hayvanlari da öldürmektedir. Yine Sirplarin barbarca uygulamalarindan birisi de bir yere girdikleri zaman önce oranin camisini yikmalari, sonra insanlari öldürmeye baslamalaridir. Simdiye kadar Sirp yetkililer, bölgeye hiçbir uluslarasi inasni yardim veya tedavi kuruluslarini sokmamaislardir. Kosova'dan göç edenlerin sayisi 50.000'e ulasmistir. Bunlarin 35.000'i Arnavutluk'ta, 15.000'i Karadag'a göç etmistir. Karadag'a göç edenlerin durumu Arnavutluk'a göç edenlerin durumundan daha kötüdür. Bütün bunlara ragmen dünya ve özellikle batili ülkeler burada olanlara ses çikarmamaktadir. Nato ittifakinin kararlarindan açikça belli oldugu gibi Nato güçlerinin Arnavutluk ve Kosova sinirini ww'tan gelecek herhangi bir yardimi engellemek için gözlemek istedigini anliyoruz. Nato'nun Arnavut topraklarini bölme ve Arnavutlari Balkanlardan atma hususunda takindigi tutum garip degildir. Bu tutumun esasi 1878'de yapilan Berlin konferansi kararlaridir. O konferansta bugün Sirbistan topraklarinda bulunan Nis'ten Kosova'daki Metrovitsa'ya kadar uzanan bölgede yer alan 8 sehir ve 600 köyün Sirplara teslim edilmesi kararlastirilmistir. Dün oldugu gibi bugün de Batinin Müslüman Arnavutlari Balkanlardan kovmak veya diger milletlerin içinde azinlik haline getirmek istedigini görüyoruz. Her an Kosova olaylariyla ilgili haberleri izlemek gittikçe zorlasmaktadir. Öldürülenlerin ve göç edenleriin sayisi durmadan artmaktadir. Son olarak, Islam alemini, Kosova'daki kardeslerine yardim etmeye ve arkasinda yüzbinlerce sehir birakan ikinci bir Bosna yasanmamasi için duyarli olmaya çagiriyoruz. Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi 1, Aralik 1998 ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
05.08.11, 03:14 | #10 | |||||||||
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi :
Level: 47 [] Paylaşım: 116 / 1166 |
ÇAD -
Sömürgeci Fransa'nin Yok Etmeye Çalistigi Müslüman Ülke Kitabin ilk bölümünde sömürgeci devletlerin yaptiklari büyük "yagmalama"nin Afrika ülkelerinin tüm kaynaklarini kuruttuguna ve bu ülkeleri çok büyük bir sefaletin esigine getirdigine dikkat çekmistik. Afrikali halklari "evrim sürecini tamamlamamis ilkel bir irk" olarak kabul edip, kendilerinde bu ülkeleri sömürme hakki gören Batili devletler, özellikle de Müslüman halklara karsi çok büyük bir zulüm gerçeklestirmislerdir. Bu zulüm 15. yüzyildan 19. yüzyila kadar açik bir sekilde yapilirken, 20. yüzyilda gizliden gizliye devam etmistir. Ingiltere ve Fransa gibi sömürgeci güçler, Afrika'daki kolonilerini daha fazla ellerinde tutamadiklarinda bu bölgeden çekilmis, ancak devlet yönetimini kendilerine yakin "kukla yönetimlere" devretmislerdir. Sömürgeci sistem bu politika sayesinde üstü kapali olarak sürmüstür. Günümüzde Afrika ülkelerinin bir kisminda eski sömürgeci devletlerle yakin iliski içinde olan yönetimler iktidardadir ve bu kez zulüm bu kisilerin eliyle yürütülmektedir. Bu kukla yönetimler çogu zaman ülke nüfusunun küçük bir bölümünü olusturan Hiristiyan ya da diger dinlere mensup azinliklar olmustur. Bu azinlik hükümetleri Batili devletlerden aldiklari destekle Müslüman halklara karsi çok büyük baskilar yapmaya devam etmislerdir. Bunun neticesinde de çogunlugu olusturan Müslümanlarla azinlik yönetimler arasinda büyük iç savaslar çikmis, ülkeler kaosa sürüklenmistir. Bugün pek çok ülkede bu çatismalar devam etmektedir. Sömürgeci devletlerin izledikleri bir diger yöntem ise, dindarlik kisvesi altinda halkin sempatisini toplayan, gerçekte ise dini degerlere karsi çok düsmanca duygular besleyen liderleri iktidara getirmek olmustur. Bu hükümetler her ne kadar Müslüman olduklarini iddia etseler de, Müslüman halka karsi çok büyük bir zulüm uygulamis ve onlarin dini gereklerini yerine getirmelerini engellemislerdir. Bu zulmün en açik örnekleri Tunus, Cezayir gibi ülkelerde yasanmaktadir. Bu ülkelerde görünüste Müslüman yönetimler iktidardadir. Oysa Müslüman halka karsi siddetli baski ve eziyetler, yine bu yönetimler tarafindan yürütülmektedir. Çad da, Cezayir ve Tunus'a benzer bir tarihe sahiptir. Yillar boyunca süren sömürgecilik döneminin sonrasinda bagimsizlik kazanmis, ancak bunun ardindan yillarca süren iç savas ve bitmek bilmeyen bir kaos baslamistir. Çad'in Sömürge Tarihi 1086 yilinda Kanum Kralligi'nin Islamiyet'i kabul etmesiyle Müslüman olan Çad, 16. yüzyila gelindiginde bölgenin en zengin ve en güçlü ülkelerinin arasindaydi. Ancak 19. yüzyilda iç bölünmelerle zayiflayan krallik, 1900'de Fransizlarin isgaline ugradi ve Fransa Çad'i diger sömürgelerine bagladi. Iste bu andan itibaren sömürgeci Fransiz kuvvetlerinin Müslüman halka ve Islam dinine karsi savasi basladi. Bu savasta her türlü insanlik disi uygulamaya, zulme, baskiya ve siddete yer vardi. Ilk hedef, Çad halkinin Islami kimligini yok etmek ve yerine daha önce üzerinde durdugumuz materyalist ve dinsiz bir kimlik yerlestirmekti. Bu amaçla bölgedeki bütün camiler, Kuran kurslari, medreseler, din egitim merkezleri, dini cemiyetler, kütüphaneler yikildi. Isgalci Fransiz güçleri Islami egitimi yasaklayarak, Müslümanlarin dinlerini ögrenmelerine engel oldular. Bütün dini vakif ve cemiyetleri kapattilar. Burada görev yapan ögretmenler, imamlar ve ögrencilerin birçogu mahkum edildi. Bazilari yapilan baskinlarda sehit oldular, bazilari da çöle ve daglara kaçmak zorunda kaldilar. Tutuklanan din bilginlerinin çogu hapishanelerde ya bogdurularak ya da satirlarla dogranarak iskence altinda öldürülmüstü. Yeni açilan okullarda ise, sadece Fransiz askerlerinin çocuklari okuyabilmekte, onlar için dispanserler ve eglence salonlari açilmaktaydi. Halkin saglik sorunlari ile ilgilenen kimse ise yoktu. Ülkede bulunan Müslüman aydinlar ve zulümden kurtulmak isteyen halk çesitli ülkelere siginmak zorunda kaldilar. Bazi Islam alimleri çirilçiplak sehir merkezlerinde dolastiriliyor, kadinlarin serefleri ile alay edilerek, parça parça edilip öldürülüyordu. Her türlü ibadet ve dini toplanti, rejime karsi suç kabul edilmekteydi. 1917 yilinda Çad'daki Fransiz yönetimi, alçakça bir katliam gerçeklestirdi. Dini hayatin yeniden düzenlenmesi amaciyla bir konferans düzenledigini açiklayarak ülkedeki tüm Islam alimlerini davet etti. Davete çok sayida Müslüman alim katildi. Ancak bir Fransiz komiser, ellerinde satirlar, kiliçlar, sisler bulunan yüzlerce cellat getirmisti. Etraf sivil halktan tecrit edilmis, askeri birlikler vaziyet almislardi. Komplo anlasildiginda ise is isten geçmisti. Her taraf kesilmis ve dogranmis insan cesetleri ile doldu. Baraka kan gölüne döndü. Vahsi Fransiz askerleri ellerinde satirlarla zafer çigliklari atiyorlardi. Halk ile Fransiz askeri kuvvetleri arasindaki çatismalar çok uzun yillar sürdü. Bu mücadeleler sonucunda 1960 yilinda, Çad bagimsizligini kazandi. Ancak bagimsizligini kazanmasi, ayni diger Afrika ülkelerinde oldugu gibi, halkin barisa ve huzura kavusmasi anlamina gelmiyordu. Çünkü Müslüman çogunlugun yasadigi ülkenin basina, eski sömürgeci Fransa ile siki baglar içerisinde olan Çad Ilerici Partisi'den bir Hiristiyan getirildi. Yeni yönetim baski ve zulüm konusunda Fransa'nin yolunu izliyordu. Fransa'ya yakinligi ile taninan François Tombalbaye'nin hem Cumhurbaskanligina hem de Basbakanliga getirilmesi, Müslüman halk arasinda çok büyük bir tepki olusturdu. Bu tepkiyi dile getiren Çadli Müslüman aydinlarin öldürülmesi üzerine ülke çapinda ayaklanmalar bas gösterdi. Ardindan Müslümanlara yönelik bir tasviye operasyonu basladi. Misirli yazar Imadüddin Halil, Afrika Drami adli kitabinda olaylari söyle anlatir: ... 22 Mart 1963'te Çad kabinesinde degisiklik yapilarak bütün Müslüman bakanlar görevden alinarak, yerlerine Müslüman olmayanlar atandi. Eski Disisleri Bakani ülke disina sürgüne gönderildi, ayni gün Cumhurbaskani tarafindan Bas Yargiç, Devlet Bakani, Adalet Bakani ve Vatan Dernegi Baskani ve birçok taninmis sahsiyetin tutuklanmasi için emir verildi. Bunlar tutuklamalardan 35 gün sonra mahkemeye çikarildilar. Mahkemenin verdigi karara göre, Bas Yargiç görevden alinip, asli vatandas olmadigi gerekçesi ile sinir disina sürülecek, bütün mallarina el konulacak ve diger tutuklularin da tutuklulugu devam edecekti. Bu olaylardan sonra Cumhurbaskani Islami harekete karsi baski ve siddet yöntemleri uygulamaya basladi. Bu da 1.000 kisinin ölümüne ve binlerce kisinin yaralanmasina yol açan bir halk ayaklanmasina neden oldu. Bunun ardindan formaliteyi uygulamaktan ibaret göstermelik bir mahkeme heyeti kuruldu. Burada Islami Hareketin liderleri ve eski bakanlar yargilandi. Müebbetle 15 yil arasinda degisen hürriyeti baglayici hapis cezalari verildi. Çad'daki bu huzursuzluk ve hosnutsuzluk havasi günümüze kadar sürüp gelmektedir.(I) Israil'in Çad Iç Savasindaki Islam Karsiti Rolü Politik istikrarsizlik, ülkenin ilk Devlet Baskani François Tombalbaye'nin 1975 yilinda bir suikaste kurban gitmesiyle büyüdü ve 1980 yilinda baslayan iç savas ile daha da kötü bir boyuta ulasti. Bu iç savasin iki tarafi vardi: Bir tarafta ülkenin kuzeyindeki Müslümanlar yer aliyordu, diger yanda da ülkenin güneyindeki Bantu bölgesinde yasayan Hiristiyanlar ve yerel dinlere bagli kabileler... Ancak bu iç savas, çogu Üçüncü Dünya ülkesinde oldugu gibi gerçek anlamda bir "iç" savas degildi. Çünkü dis güçler aktif olarak taraf tutmaktaydilar. Bu dis güçlerin basinda ise Islam karsiti güçlerin her zaman yaninda olan Israil geliyordu. Israil Müslümanlara karsi güneydeki Bantularin yanindaydi. Iç savasta kuzeyli Müslümanlarin lideri Goukouni Oueddie idi. Isin ilginç yani ise güneyli Hiristiyan/putperest ittifakin basinda da bir sözde Müslümanin, daha dogrusu "Müslüman kökenli" bir kisinin, Hissene Habré'nin yer alisiydi... Israil, CIA ile birlikte Habré güçlerini destekledi ve onlara Sovyet yapimi silahlar verdi. 1983'de Çad'da Israil askeri danismanlarinin bulunduguna dair birkaç ayri kaynaktan alinan raporlar yayinlandi. Agustos 1983'de ise Israilli askeri uzmanlarin, 2.500 Zaire askeriyle birlikte Habré güçlerini desteklemek üzere Çad'a geldigi ortaya çikti. Filistin halkina yönelik katliamlarin bas aktörlerinden "Lübnan Kasabi" Ariel Saron ise, Çad'daki savas sirasinda önemli bir görev üstleniyordu. Ocak 1983'de Savunma Bakanligi'ndan ayrilmadan hemen önce, Çad'a bir ziyaret yapmisti. Hallahmi'nin yazdigina göre, Saron'un bu ziyareti, Israil'in Çad müdahalesini artirmaya hazir oldugunun bir göstergesiydi. Görüldügü gibi, Israil yine bir Islam devletinin olusmasina engel olmaya çalismis, verdigi askeri ve siyasi destekle Müslümanlarin güçlenmesini engellemek için türlü yöntemler denemistir. Iç savas sonrasi Çad'da bir daha huzur ve baris saglanamamistir. Gerek Fransa'nin gerekse Israil'in dis müdahaleleri iç çatismalarin siddetini her gün biraz daha artirmis, Çad adeta bir darbeler ülkesi haline gelmistir. Hükümetin, muhalif hareketleri bastirmak için yaptigi katliamlar ise ardinda on binlerce mülteci ve binlerce ölü birakmistir. Çad'in bugün geldigi durum Islam karsiti güçlerin bir ülkeyi ne hale getirebileceginin en açik örneklerinden biridir. Tüm zenginlikler yitirilmis, istikrar ortadan kalkmis, yillarca huzur içinde yasayan halk bir iç çatismanin içine düsmüs ve Çad adeta bir yokluklar ülkesi haline gelmistir. Ancak unutulmamalidir ki bu, umutsuzluga kapilmayi gerektirecek bir durum degildir. Çünkü bu olumsuz tablonun çok kolay bir çözümü vardir. Çözüm Islam ahlakinin insanlar arasinda katiksizca yasanmasidir. Bu gerçeklestigi zaman asirlardir hallolmayan tüm problemler birer birer çözülecek, savaslarin ve çatismalarin yerini baris ve huzur alacaktir. Islam ahlakinin hakim oldugu bir ortamda ne bir haksizligin, ne de bir adaletsizligin gerçeklesmesi mümkün olmayacaktir. Çad'da yasanan tüm bu zulümler de, bizlere bir kez daha Islam dünyasinin mazlum durumunu göstermekte ve bu durumu degistirmek için yürütülecek fikri mücadelenin ne kadar acil ve ehemmiyetli oldugunu hatirlatmaktadir. Afrika'nin uzak bir ülkesindeki Müslümanlar, sirf Müslüman olduklari için zulüm görmektedir ve bu durum, dünyadaki tüm Müslümanlari ilgilendiren bir sorumluluktur. Geçtigimiz yillar boyunca Müslümanlara zulmetmis olan inkarci liderlerin ve kadrolarin yaptiklarinin yanlarina kar kalmadigini da bilmek gerekir. Dünyada büyük bir iktidar sahibi olarak ölmüs de olsalar, ahirette ebedi azapla cezalandirilacaklardir. Allah'in sonsuz adaleti o inkar edenlerin üzerinde tecelli edecek ve her bir kisi tüm yapip ettiklerinin hesabini verecektir. Bu, Allah'in iman edenlere bir vaadi ve ayni zamanda da bir müjdesidir. Allah ayetlerinde söyle buyurur: Gerçek su ki, mü'min erkeklerle mü'min kadinlara iskence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; iste onlar için, cehennem azabi vardir ve yakici azap onlaradir. (Buruc Suresi, 10) Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba karsilik) mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabi görünce pismanliklarini gizlerler, oysa onlar haksizliga ugratilmadan aralarinda adaletle hükmedilmistir. (Yunus Suresi, 54) Not: I- Imadüddin Halil, Afrika Drami, s. 49-50, (Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Vural Yayincilik, Subat 1996 s.771) Kaynak: Harun Yahya, Zulmün tarihi ww.uydulife.tv
__________________
|
|||||||||
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|