![]() |
BEYZBOL PARMAGI
Beyzbol parmağı, parmağın uç bölümündeki tendonların zorlama sonucu kemikten ayrılması sonucu oluşur. Çoğu kez, parmağın uç bölümüne, fırlatılmış bir topun çarpmasıyla meydana gelir. Belirtiler - Parmağın son ekleminde şişme ve ağrı - Parmağı açamama Teşhis Bu yaralanma genellikle bir darbe sonucu oluşur, bu nedenle yaralanan bölgenin röntgeni çekilir. Röntgen filminin normal çıkması kırık olasılığını ortadan kaldırır. Uygun tedavi yapıldığında, yaralanmış parmak yaklaşık 8 haftada normale dönecektir. Ancak bazen, parmakta bir şekil bozukluğu kalabilir. Tedavi - Hareketsileştirme Beyzbol parmağının tedavisi genellikle yaralanan parmağın uç bölümünün tespit edici bir aletle hareketsiz hale getirilmesidir. Tendonun iyileşmesi için, parmağın uç bölümü yaklaşık 6 hafta düz durumda tutulur. Tespit edici alet çıkarıldıktan sonra, parmak yavaş yavaş normal kullanımına dönmelidir. Bunun için, doktorunuz bazı özel egzersizler önerecektir. Bu yaralanmaya kırık eşlik ettiğinde, genellikle ameliyat gerekli olur. İlaç Tedavisi Aspirin ya da diğer antienflamatuar ilaçlar şikayetlerin azalmasına yardımcı olabilir. |
BLUMIA NEVROZA
Adipozite, şişmanlık enerji bilançosunun bozukluğundan olabildiği gibi artmış yeme gereksinimi ile fazla kalori alınması sonucu da meydana gelebilir. Bu bozukluk büyük bir olasılıkla, acıkma-doyma mekanizmasının uyarılmasına bağlıdır ki, bunda psikovegetativ etkiler de rol oynayabilmektedirler. Merkezi hipotalamustan yönetilen acıkma ve doyma duyusu, besin alımının düzenlenmesi yani bedenin enerji harcaması ile kalori alımının birbirine uyması konusunda önemli sinyaller verir. Şişmanlarda bu sinyal fonksiyonunda bir bozukluk vardır. Acıkma ve doymanın düzenlenmesi duruma uygun biçimde yönetilemez ve kişi fizyolojik açlığı ile doymasını yeterince algılayamaz. Açlık ve tokluk duygusunun yoğunluğu daha çok gerçeğe uymayan duygusal durumlarla karartaştırılır. Şişmanlardaki patolojik derecede artmış olan yeme davranışı bir yandan açlık duygusunun artmış olması, öte yandan da tokluk duygusunun azalmış olmasına, yani sonuçta her iki duygunun algı niteliğinin bir arada bozulmasına bağlıdır. Patolojik yeme davranışına bağlı olarak. artmış kalori alımı, şişmanların çoğunda onları hoş olmayan duygulardan (narsistik zedelenmelerden, depresyondan) korumaya yarar ve obje yitimi durumlarında daha da sivri bir davranış gösterir. Bu patolojik ruhsal durumlar genellikle çok yoğun cinsel gelişim öncesi gelişim bozuklukları temeline dayanır. Yemek yeme ile kişi için hoş olmayan duyguların hafifletilmesi sağlanır Böylece kişi geçici de olsa kendini ruhsal açıdan biraz dengelenmiş hisseder. Bazı hallerde ise yeme sırasında aşırı neşe, öfori durumuna rastlanır. Sonuç olarak, şişmanlarda psikolojik savunma nedenlerinin fizyolojik bir eyleme dönüştürülerek yararsız biçimde kullanılmaları söz konusudur. BELİRTİLERİ - Kişide kilo alma korkusu, yeme gereksinimini kontrol edememesine neden olur. - Ruhsal travmalarda, çalkalanmalarda kriz halinde yeme davranışı gözlenir. - Aşırı yemek yemenin rahatsız edici etkisiyle kusma amaçlı ilaç kullanımı görülür. - Sosyo-ekonomik kültür düzeyi yüksek bireylerde görülme sıklığı daha fazladır. - Cinsel güçlerinde bir azalma gözlenir. - Kilo verme amaçlı yapılan diyet ve egzersizlere rağmen zayıflama gözlenmez. - Normal beden ağırlığının çok üstünde bir ağırlığa sahiptirler |
BOGMACA (PERTUSSIS)
Bordetella pertussis isimli bakterinin neden olduğu boğmaca hastalığında en belirgin belirti, hastalığın kendine özgü öksürük nöbetleridir. 1-3 yaşlarındaki çocukların bu hastalığa daha sık yakalandıkları saptanmıştır. Fakat bebeklerin ve yetişkinlerin de hastalığa yakalanma olasılığı vardır. Bağırma, öksürme ve aksırma sırasında mikroplar havaya verilir ve solunum yoluyla bulaşır. Bulaşma olasılığı, hastalığın nezle halinde başladığı döneme rastlar. Fakat öksürük sürdüğü sürece bulaşıcı niteliğini korur. Mikroplar gırtlakta ve solunum borusunda balgamlı bir iltihap oluşturur. Kuluçka devresi: 1-3 hafta, ortalama 15 gündür. Belirtileri: Belirtiler üç bölümde incelenebilir: 1. Nezleli ön devre. 2. Kramp halindeki öksürük devresi. 3. İyileşme devresi. İlk devrede üşütme sonucu oluşan hastalıklardaki belirtileri gösterir ve hafif ateş yapar. 1-2 hafta süre içinde hastalık kendini belli etmez. Bu devre, hastalığın en bulaşıcı olduğu devredir. İlk iki haftada burun akıntısı, konjonktivit ve öksürük gözlenir, ateş görülmez. Özellikle akşamları nöbetler halinde baş gösteren öksürük devresi ortalama 5 hafta sürer. Öksürük kramplar halindedir ve öksürük nöbetlerinin sonunda kusma görülebilir. Öksürük nöbetleri başlar başlamaz kesin teşhis konur. Nöbetler önce birkaç kez kuvvetli öksürük halinde başlar, bunu derin soluk alma izler. Öksürük sesi ıslığa benzer ve boğucudur. Nöbetlerin sayısı ve şiddeti hastalığın seyrine göre değişik olur. Yirmi dört saat içinde, çoğunluğu geceleri olmak üzere elli öksürük nöbetinin sayıldığı vakalar görülmüştür. Eğer çocuğun alt dişleri çıkmamışsa, dişetlerinin yanında küçük bir ur oluşumu görülebilir. Öksürük nöbetleri arasında hastada bir rahatlama görülür. Hastalık 2-3 haftada tamamen geçer. Seyri: Bütün hastalık süresi, yan etkiler görülmediği takdirde 8 haftadır, ama altı ay sürdüğü de görülmüştür. Hafif geçen boğmacalarda öksürük nöbetlerine pek rastlanmaz. Büyüklerde öksürük nöbeti hiç görülmez ve hastalık zararsızdır. Boğmaca hastalığında en sık görülen yan etki zatülcenptir ve bebeklerde ölüm nedeni olabilir. Boğmaca geçtikten sonra yerini bronşit alabilir. Kan dolaşımı sisteminde görülebilecek bozukluklar nedeni ile beyinde arıza bırakabilir ve felç, adale krampları ve kasılmaları, sağırlık, körlük gibi durumlar ortaya çıkabilir. Tedavi: Hastanın 3-4 hafta için diğer kişilerden izole edilmesi gerekir. Bir yaşındaki çocuklara antibiyotik tedavisi uygulanır. Antibiyotik tedavisi, ilk 7-15 günlük nezle döneminde verilirse yararlı olur. En sık eritromisin kullanılır. Alternatif antibiyotik olarak ampisilin, kloramfenikol, tetrasiklin de kullanılabilir. Hastalığın ağır seyrettiği durumlarda hastane tedavisi salık verilir. Ateş düşmediği sürece hastanın yatakta dinlenme zorunluluğu vardır. Hasta odası güneşli olmalı ve sık sık havalandırılmalıdır. Oda nemlendirilmelidir. Ateş düştükten sonra hasta bol bol açık havaya çıkartılmalı, ama sağlam çocuklardan uzak tutulmalıdır. Kuru yiyecekler gıcık yaparak öksürüğe neden olabileceği için genellikle sulu gıdaların verilmesine ve bu gıdaların vitamin yönünden zengin olmasına dikkat etmelidir. Öksürük sonucu kusma olabileceği dikkate alınarak yemeklerin nöbetten on beş dakika sonra verilmesi uygundur. Korunma: Çocukları boğmacalı hastalara yaklaştırmamalıdır. Boğmaca aşısının yararları hala tartışma konusudur, ama genellikle uygulanır ve bir dereceye kadar bağışıklık sağlar, hastalığın hafif seyretmesinde yararlı olur |
BOTULINUM TOKSINI
İnsan için bilinen en zehirli madde olan botulinum toksininin, kilogram başına 0.001 mikrogram (0.000000001 gram) uygulanması öldürücü olabilmektedir. Botulinum toksini, en çok bilinen zehirlerden olan VX maddesinden 15.000 kez ve sarin gazından 100.000 kez daha güçlü bir zehirdir. Bu niteliklerinden dolayı boltulinum toksini biyolojik silahlar arasında en gözde olanlardan birisidir. Saldırı sonrasında 24-72 saatte ölüm meydana gelebilir. Ölüm gelişmeyen durumlarda hastalık, aylarca sürebilir. Botulinum toksinleri (zehirleri), spor oluşturan Clostridium botulinum ve diğer iki Clostridium türleri tarafından üretilen ve sinirler üzerine etki gösteren bir grup toksine verilen isimdir. Bu toksinler (A-G tipleri) bilinen en güçlü sinir toksinleridir, ancak ilginç olarak felçle ilgili olabilecek bazı durumlarda (şaşılık, gözyaşı yokluğu, tetanus, boyun kası felci gibi) ve kozmetik amaçla kırışıklıkların giderilmesinde kullanılmaktadır. Bakteriye ait sporlar havasız ortamlarda da toksin üretebilmektedirler. Endüstriyel amaçla kurulan tesislerde çok fazla miktarlarda toksin kolaylıkla üretilebilir. Biyolojik bir saldırı olmaksızın doğal yolarda meydana gelen botulinum zehirlenmesinin (botulizm) üç tipi bulunmaktadır: yiyecek kaynaklı, yenidoğan ve yara botulizmi. Botulinum; aerosol şeklinde hava yoluyla, yiyeceklerle veya sulara katılarak saldırı amaçlı kullanılabilir. Toksin solunduğunda, yiyeceklerle meydana gelen botulizme benzer şikayetler meydana gelir ancak felç benzeri belirtilerin gelişmesi daha geç olabilir, ve solunan toksinin miktarına bağlı olarak değişik belirtiler de gözlenebilir. Belirti ve Bulgular : Genellikle kranial sinirlerde kısmi felçlerle başlar (ptozis, bulanık görme, çift görme, ağız kuruluğu, yutma güçlüğü, konuşma güçlüğü gibi). Daha sonra gelişen simetrik ve yukarıdan aşağı gelişen gevşek felçler ve genel güçsüzlük hali, solunum yetmezliğine ilerler. Belirti ve bulgular, toksinin solunmasından 12-36 saat sonra başlar, ancak solunan miktar çok az miktarda ise şikayetlerin başlaması 3-5 gün sürebilir. Tanı : Tanı esas olarak şikayetlerin incelenmesi ve muayene ile konur. Bir bölgede birden fazla kişide aynı anda gevşek felçler gözleniyorsa biyolojik saldırıdan şüphelenilmelidir. Kişilerin serumlarında yapılacak laboratuvar analizi ile (mouse nötrolizasyon) tanı doğrulanabilir. Tanıda kullanılabilecek diğer laboratuvar testleri: çevresel materyallerde ELISA veya ECL testi, çevresel örneklerde bakteriyel DNA varlığını araştırmak için PCR testi veya sinir iletimi kontrolü için EMG testi. Tedavi : Erken dönemde hastaya trivalan antitoksin veya heptavalan antitoksin verilmesi, solunum yetmezliği gelişmesini önleyebilir veya hafifletebilir ve iyileşmeyi hızlandırabilir. Solunum yetmezliği gelişenlerde entübasyon ve solunum desteği gerekir. Bazı vakalarda trakeostomi gerekebilir. Korunma : Botulinum toksinine maruz kalma riski yüksek olan kişiler için pentavalan toksoid aşı (tip A, B, C, D ve E) mevcuttur. Yapılan 3 doz aşının koruyuculuğu maymunlarda %100 dür. İnsandan insana geçiş söz konusu değildir. İzolasyon ve Dekontaminasyon : Sağlık personeli için standart yöntemler uygulanır. Toksin ciltte aktif değildir ve hastaların solunum yolu ile dışarı attıkları toksin zararlı değildir. Sabun ve su ile dekontaminasyon sağlanır. Toksin, havada 12 saatte etkisiz hale gelir. Botulinum toksini, güneş ışığında 1-3 saatte inaktive olur. Ayrıca ısı (80 derecede 30 dakika ve 100 derecede birkaç dakika) ve klorlu su ile (3mg/Litre klor içeren su ile 20 dakikada toksinin %99.7 den fazlası inaktive olur) inaktive edilebilir. Ancak toksin depo sularında ve depolanmış gıdalarda haftalarca etkisini kaybetmeden kalabilir. |
BOYUN AGRILARI
Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına neden olabilen önemli bir sorun. Yanlış duruş, psikolojik stres, soğuğa maruz kalmak, yorgunluk gibi etkenler boyun bölgesinde ağrı nedenidir. Uzun süreli bilgisayar - daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucu ağrı çekerler. Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir: Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı) Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar. Akut boyun ağrısının en sık nedenleri: Boyun fıtığına bağlı ağrı atakları Miyofasiyal ağrı sendromu Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması (Servikal strain) Kronik boyun ağrısnın en sık nedenleri: Boyun kireçlenmesi Sık görülen bazı iltihaplı romatizmal ağrılar (Ankilozan Spondilit, Romatoid artrit) Fibromiyalji Özellikle stres boyun kaslarında kasılmaya neden olur ve boyun ağrısı ve gerilim baş ağrısı ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan ağrılarda kas gevşeticilerin yanı sıra bölgeye yapılan enjeksiyonlar, gevşeme egzersizleri, fizik tedavi yapılması ve antidepresan ilaç verilmesi yoluna gidilir. BOYUN FITIĞI Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan daha dışta olanlar içtekilerine göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar. Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında yırtılır. İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak, omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirinize baskı yapar. Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir. BOYUN KİREÇLENMESİ Servikal omurgayı meydana getiren yapıların(kemik, bağ, kas) yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma, mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik- yanma- batma, ellerde zayıflık- beceri azalması- uyuşma- karıncalanma, kulak çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir. Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler: İstirahat Boyun korsesi İlaç tedavisi Fizik tedavi Egzersiz Enjeksiyon yöntemleri Eğitim FİBROMİYALJİ Fibromiyalji; süregen ağrı, tutukluk, yorgunluk ve vücudun bazı noktalarında derin hassasiyet ile tanımlanan bir hastalık grubudur. Sıklıkla 30- 60 yaşları arasında ve kadınlarda görülür. Ağrı, yaygın olmakla birlikte sıklıkla boyun ve bel bölgesinin derin dokularında hissedilir. Omuz, dirsek, diz ve ellerde de ağrı olabilir. Baş ağrısı sıklıkla eşlik edebilir. Hasta, el ve ayaklarının şiş olduğundan yakınabilir. Ancak şişlik sıklıkla saptanamaz. Sabahları dinlenmeden uyandığını ifade eden hasta sayısı oldukça fazladır. Yakınmalar soğuk ve/ veya nemli hava, yorgunluk, psikolojik gerginlik ve hareketsizlikle artarken sıcak ve kuru havada, masaj ve aktivite ile azalır. Fibromiyalji genellikle kendisinden ve çevresinden beklentileri fazla olan kişilerde görülür. Fibromiyalji hastalığında tedavi oldukça güç ve yavaştır. Hastalık genellikle yıllar boyu devam eder. Çeşitli tedavi programları ile geçici bir rahatlama sağlanabilir. Ancak yakınmaların tamamen kaybolması nadirdir. Tedavide 1. basamak hastaya hastalık hakkında bilgi vermektir. 2. basamağı ise ağrıyı geçirme ve fonksiyonu artırmaya yönelik tedavi girişimleri (ilaç tedavisi, fizik tedavi ve egzersiz) oluşturur. SERVİKAL STRAİN (Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması): Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur. Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile mümkündür. |
BOYUN OMUR HASTALIGI (CERVICAL OSTEOARTHRITIS)
Boyun omur hastalığı (cervical osteoarthritis), boyundaki omurların üstünde kemik çıkıntılarının oluşmasıdır. Bu yavaşça gelişir ve boyun giderek sertleşir. Kemikler giderek periferik sinir sistemine baskı yaparak omuz ve kollarda ağrılara ve diğer duygulanımlara yol açar. Bu çıkıntılar eğer omuriliğe de baskı yapmaya başlarlarsa, bacak kasları ile mesane ve bağırsak kasları da etkilenebilir. Belirtiler - Boyunda ağrı veya sertlik; - Omuz ve kollarda ağrı, uyuşma ve iğne batar gibi; - Bacak ve kollarda uyuşma veya güçsüzlük; - Mesane kontrolü sorunları; - Bacaklarda dengesizlik veya sertlik. Boyun zedelenmesi yıllar sonra servikal omur hastalığına dönüşebilir. Ancak genellikle bu hastalık yaşlanmayla ilgilidir. Boyun omurlarının diskleri zamanla yıpranıp incelince dışarı fırlarlar. Bu rahatsızlığın belirtileri genelde hafif seyreder ve bu yüzden de çoğu zaman tıbbi tedaviye gerek yoktur. Duyulan rahatsızlık kronikleşebilir veya belirtiler zaman zaman ortaya çıkabilir. Yanlış bir pozisyonda uyuya kalmak veya başı aniden çevirmek bu tip belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Omurilik veya sinir kökleri üzerinde baskı olursa servikal omur hastalığı sakatlığa neden olabilir. Tedavi Bu hastalığın hafif olan türleri için egzersiz, boyun korsesi veya evde yapılacak çekme (traksiyon) önerilir. çekme için özenle seçilmiş ağırlıklar, bir bar halteri ve boyunu traksiyona 15-20 dakika alacak bir makara düzeni gereklidir. Daha ciddi vakalar için bir veya iki hafta hastanede kalmak gerekebilir. Tam yatak istirahati ve boyun traksiyonu yapılmalıdır |
BRONS VE AKCIGERLERDE ANORMALLIK (YENIDOGAN)
Anormal bronş ve akciğer hastalığı (Bronchopulmonary dysplasia) yüksek konsantrasyonlu oksijen almış olan yada yeni doğumun hemen sonrasında mekanik soluk alma aygıtına gereksinim duyan bebeklerde, bir solunum güçlüğü sendromu komplikasyonu olarak ortaya çıkar. Hastalığın belirtileri arasında hırlama, öksürme, siyanoz (ki bunun belirtisi olarak dudaklar ve tırnakların altı mavi renk alır) ve solunum güçlüğü sayılabilir. Anormal bronş ve akciğer hastalığı çoğunlukla solunum bozukluğu sendromu olan bebeklerde gelişir ve bu bebeklerde kolaylıkla geçmez. Teşhis edilebilmesi için göğüs röntgeninin alınması gerekir. Belirtiler -Hızlı soluma; -Hırlama; -Öksürme; -Güçlükle nefes alma; -Dudakların ve tırnakların mavimsi bir renk alması (siyanoz) Eğer yeni doğmuş bebeğiniz anormal bronş ve akciğer hastalığı rahatsızlığına sahipse, hastaneye yatırılması ve gözetim altına alınması gerekir. Çoğu bebek yavaş yavaş iyileşir ve bu aylar alır. Bununla beraber, yine de ciğerleri hassastır ve enfeksiyon oluşmaması için ciğerlerinin soğuk almamasına dikkat sarfedilrnelidir. Bu bebekler, solunumlarını kolaylaştırmak için oksijen desteğine ve theophylline (bronş genişletici) gibi ilaç desteğine gereksinim duyarlar. Ciğerleri kolayca sıvı birikmesine eğilimli olduğundan, su retansiyonuhu önlemek için diüretikler kullanılır. Bu bebekler (sözgelimi, zatürre gibi) enfeksiyonlara karşı daha fazla risk altındadırlar ve yakından gözetilmelidirler. Dolayısıyla doktorunuz bebeğinizi sık sık muayene etmek isteyebilir. |
BRONSEKTAZI (BRONS GENISLEMESI)
Bronşların doğuştan ya da sonradan dönüşsüz biçimde genişlemesidir. Kronik bronşit bu gelişmenin başlıca sorumluları arasında yer alır. Bronşektazi, yani bronş genişlemesi çeşitli biçimlerde ve bronş ağacında değişen yaygınlıkta görülebilir. Doğumsal olduğu kadar, bronşlara yerleşen enfeksiyon etkenlerinden de kaynaklanabilen bir bozukluktur. Hastalık uzun süre belirti vermez. Ama iltihaplanma ilerlediğinde ilk kez iltihaba bağlı belirtilerle fark edilebilir. NEDENLERİ Bebekken ortaya çıkan bronş genişlemeleri doğumsaldır. Bronş duvarının esnekliğini ve desteğini sağlayan etkenlerin yetersizliği sonucu, bronşlar doğumdan başlayarak sürekli geniş kalır. Aslında edinilmiş bronşektaziler de aynı yetersizlik sonucu gelişir. Edinilmiş bronşektazilerde birçok bozukluk birlikte rol oynar. Kronik bronş iltihapları sırasında gelişen olaylar bronşun esnekliğini ve direncini bozarak sağlıklı yapısını kolayca değiştirebilir. İnatçı bir öksürük ya da güçlü soluk verirken karşılaşılan bir engel sonucunda bronş içindeki basıncın artması, bronş duvarının çökmesini kolaylaştırır. Bronş çevresindeki dokularda ya da bağdoku artışıyla birlikte gelişen süreçler de bronş duvarını çevreye doğru çekerek bronşun genişlemesine neden olur. Bronş genişlemesi salgı birikimini kolaylaştırır. Bu da iltihap yapıcı mikropların barınmasına son derece uygun bir ortam oluşturur. Böylece bronş genişlemesi iltihaplanmaya ve bronş duvarında direncin azalmasına neden olur. BELİRTİLERİ Bronş genişlemesi uzun süre klinik belirti vermeden sessizce ilerler. Hastalık başka nedenle çektirilen bir akciğer filminde rastlantı sonucu saptanabilir. Ama genişleme yaygınsa ya da özellikle iltihap varsa erken belirtiler görülür. Bronş genişlemesinin yaygınlaşmasıyla akciğerin işlevsel dokusunda eksilme olacağından solunum zorlaşır. Başlıca belirtiler öksürük ve balgamdır. Bunlar hemen her zaman birlikte görülür. Öksürüğün kuru olmasına çok seyrek rastlanır. Hasta daha çok sabahları uyanır uyanmaz öksürük nöbetine yakalanır ve bunun sonucunda aşırı miktarlara oluşabilen balgam, çıkarır. Çıkarılan balgam gece boyunca genişlemiş bronşlarda biriken salgılardır. Öksürük nöbetiyle birlikte balgam çıkarma vücudun konum değiştirdiği sırada da görülür. Hasta sonunda bronş ağacını öksürerek temizlemek için en uygun olan duruş biçimini öğrenir. Yaygın ve büyük bronş genişlemelerinde oldukça fazlalaşan balgam bir cam kaba alındığında üç bölüme ayrıldığı görülür: Üstte mukustan oluşan bir katman, arada seruma benzer bir sıvının bulunduğu orta katman, bunların alanda daha yoğun atık maddelerden oluşan irinli bir çökelti. Aynı durum akciğer apsesinde çıkarılan balgamda da görülebilir. Bronş genişlemesinde balgam kanlı olabilir. Ender durumlarda öksürükle kan gelebilir. Aynca balgamda oksijensiz ortamda üreyen bakterilerin bulunması çok kötü bir kokunun yayılmasına yol açar. İltihap çok şiddetli ve genişlemiş bronşun boşaltılması bazı engeller nedeniyle güç ise, solunum yollarında salgılar birikmeye başlar. Bu durumda düzensiz, fazla yüksek olmayan ateş ve bazen de irinleşmeyle birlikte yüksek ateş görülebilir, iltihaplanmanın yüksek ateşle birlikte uzun sürmesi, hastanın genel durumunu, beslenmesini ve kan değerlerini önemli ölçüde bozabilir. Nefes darlığı genellikle öne çıkmaz. Belirgin olması, bronş genişlemesinin yaygınlığına ya da bu durumla birlikte akciğer amfizeminin gelişmesine bağlıdır. Bazen akciğerlerde bronş genişlemesi ortaya çıktığından sağlam bronşlar daralarak nefes darlığı yaratabilir. Hastalığın ağır ve uzun sürmesi durumunda aşırı beslenme bozukluğuna ve kansızlığa da bağlı olarak hipertrofik pulmoner osteoartropati denen kemik hastalığının ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. Bu hastalıkta parmak uçları uzayıp kalınlaşırken tırnaklar da düzleşip saat camını andırır. Bunun nedeni bronşun genişlediği bölgelerde atar ve toplar damarlar arasında ağızlaşmaların yol açtığı kısa devreler sonucunda gelişen dolaşım bozukluğudur. GİDİŞİ Bronş genişlemeleri, bronşlarda gelişen geriye dönüşsüz özellikte yapı bozukluklardır. Koşullar aynı biçimde sürerse bu genişleme çok daha yaygınlaşır. Daha önce de açıklandığı gibi belirtiler itihaplanmayla ortaya çıkar. Düzensiz aralıklarla görülen, bu belirtiler her keresinde biraz daha uzayıp sıklaşırken genel durum giderek bozulur. İtihaplanmanın yayılması, bronş ağacında enfeksiyonun ilerlemesine, hastalığın her atağa kalkışında daha geniş bir akciğer doku bölgesinin yıkımına yol açar. Sonuçta solunum işlevleri giderek bozulur ve solunum yetmezliği gelişir. TANI Küçük bir bölgeyle sınırlı kalan iltihaplanmamış bronş genişlemelerinin tanısı yalnız radyolojik incelemeyle konabilir. Burada kullanılan başlıca radyolojik inceleme yöntemi bronkografîdir. Bronş genişlemesine iltihaplanma eklenirse tanı kolaylaşır. Balgamın bol olması, özellikleri ve en kolay atıldığı duruş biçimleri ya da iltihabın akciğer filmlerinde değişmeden hep aynı bölgede kalması tanıyı yönlendirir. Ama kesin tanıya bronkografiyle varılır. Bu yöntemde, bronş ağacını röntgen ışınları altında görünür kılan kontrast bir madde verilir. Bu kontrast maddeyle dolarak genişlemiş bronşlar röntgende muz hevengi ya da tespih tanesine benzeyen tipik görüntüler verir. Bronş genişlemesinin büyük dallara da yayılma durumunda, tanıya varmak için bronkoskopiden de yararlanılır. BEKLENEN GİDİŞİ (PROGNOZ) Bronş genişlemeleri daha önce de belirtildiği gibi yapısal olarak geriye dönüşsüz bozukluklardır. Bu durumun belli bir bölgeyle sınırlı kaldığı olgular cerrahi girişimle tedavi edilebilir. Cerrahi girişim yapılamıyorsa hastalığın ilerleyici özelliği ve komşu dokuları da yıkıma uğratabileceği dikkate alınarak düzenli ilaç tedavisi uygulanır, îlaç tedavisinde amaç hastalığın ilerlemesini durdurmak ve sağlıklı dokuları korumaktır. Bu tedavi biçimiyle hastalık belirtilerinde uzun süreli gerilemeler sağlanabilir. TEDAVİ Bronş genişlemesi dar bir alanda ya da akciğerin bir lobunda ise bu bölge cerrahi girişimle alınabilir. Cerrahi girişim dışında salgıların boşaltılması ve enfeksiyon odaklarının antibiyotikle kurutulması yoluna gidilir. Dolan bronşları boşaltmak için önce akciğer filminde hangi bronşların genişlediği saptanır. Daha sonra hastaya bu bölgeyi en rahat boşaltacak duruş biçimi verilir. Aynca balgam söktürücü ve balgam yumuşatıcı ilaçlar da kullanılır. İçilerek kullanılanların yanı sıra aerosol biçiminde püskürtülerek ya da bir sonda aracılığıyla doğrudan bronşlara gönderilen antibiyotikler enfeksiyon odaklarına karşı yaygın biçimde kullanılmaktadır. Uzun süre kullanılması gereken antibiyotiklerin, gerekli balgam incelemesi yapılıp varılacak sonuçlara göre seçilmesi daha doğrudur. |
BRUSELLA (BRUSELLOZIS)
Uzun süreli ancak dalgalı ateşle karekterize bir enfeksiyon hastalığıdır. 8-10 günlük ateşli dönemler arasında 4-5 günlük ateşsiz veya hafif ateşli dönemler mevcuttur. Ateşin çıkış ve inişi yavaş yavaş olur. İnsanda brusella yapan mikroplar arasınd aen sık karşılaşılanı Brucella melitensis dir. Mikrobu taşıyan hayvanların salgılarından, pastörize edilmemiş veya kaynatılmamış sütlerden (özellikle keçi sütü), ve böyle sütlerle hazırlanmış süt ürünlerinden (peynir, krema gibi) insanlara bulaşabilir. Hasta insandan sağlam insana geçiş nadirdir. Hayvancılıkla ve hayvan ürünleri ile uğraşanlarda daha sık olarak görülebilir. Mikrobun kuluçka dönemi ortalama 2 haftadır (5 gün - bir kaç ay). Uzun süre ateşin yüksek olmasına rağmen genel durum iyidir. İştah normaldir. Baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları görülür. Bol terleme vardır. Ateş aralıklı olarak aylarca sürebilir. Sık görülen durum; hafif yüksek ateş, akşama doğru artan halsizlik ve bol gece terlemeleridir.Karaciğer ve dalak büyümesi hastaların yarısına yakınında görülür. Lenf düğümlerinde de büyüe olabilir. Belirli organların tutulumu olabilir (diz ve ayak bileği artriti, testis iltihabı gibi). Wright testi adı verilen test ile ilk haftadan sonra tanı konulabilir. Vücuttaki çeşitli sıvılardan kültür yapılarak mikrop tespit edilebilir. Yine ilk haftanın sonundan itibaren tanı koymak için Combs testi kullanılabilir. Korunmak için pastörize ve kaynatılmış sütlerin içilmesi ve salamurada bekletilmiş peynirlerin yenmesi en iyi önlemdir. Hayvancılıkla uğraşanların eldiven, gözlük kullanmaları ve hastalık tespit edilen hayvanların derhal ortamdan uzaklaştırılması gereklidir. Tedavide tetrasiklin, streptomisin ve prednisone kullanılabilir. Şiddetli eklem ağrısı durumunda kodein kullanmak gerekebilir. Ateş yükselmelerinde yatak istirahati önerilmektedir. Yine aniden ortaya çıkan krizlerde istirahat etmelidir. |
BURUN TIKANIKLIGI
Burun tıkanıklığı, nefes almada zorluk çekme insanlığın en eski şikayetlerinden biridir. Bazıları için bu çok önemli olmasa bile kimileri bu şikayetlerden dolayı çok zorluk çeker. Doktorlar burun tıkanıklarının nedenlerini dört bölümde inceler ve bunlar arasında bazen benzer noktalarda olabilmektedir. Özellikle şikayetlerine birden fazla şeyin neden olduğu hastalarda bu ortak noktalar artmaktadır. YAPISAL NEDENLER Bu sınıf içinde burnun ve ince bir kıkırdaktan oluşan ve burnu iki ayrı bölüme ayıran burun septumunun bozuklukları incelenir. Bu bozukluklar genellikle insanın hayatında geçirdiği herhangi bir kaza sonucu oluşmaktadır. Kaza çocukluk çağında olmuş olabileceği gibi unutulmuş bile olabilir. Yeni doğan bebeklerin yüzde yedisinde doğum esnasında burun zedelenmesi olabilmektedir. Şu bir gerçektir ki insan, hayatı boyunca en az bir kere burnunu bir yere çarpar. Bu nedenlerden dolayı burun deformiteleri ve septum deviasyonları çok sık görülen nedenlerdir. Eğer bunlar soluk almayı güçleştirirse cerrahi olarak düzeltilebilir. Çocuklarda en sık rastlanan burun tıkanıklığı nedeni geniz etinin büyümesidir. Bu bademciğe benzeyen ve damağın gerisinde burnun arkasında yer alan bir dokudur. Bu problemi olan çocuklar geceleri sesli nefes alırlar, hatta horlarlar. Bunun yanı sıra bu çocuklar sürekli olarak ağızlarından nefes alırlar, yüzlerinde bir mutsuzluk ifadesi vardır. Hatta dişlerinde de bozukluklar söz konusu olabilir. Geniz etini almaya yönelik cerrahi girişimler önerilebilir. Bu kategori içinde yer alan başka nedenler arasında burun tümörleri ve yabancı cisimler de vardır. Çocuklar küçük parçacıkları burunlarına sokma eğilimindedir. Bunlar düğme, çengelli iğne, oyuncak parçaları, bezelye ve nohut olabilir. Tek taraflı kötü kokulu akıntı hissettiğinizde dikkatli olun. Çünkü bu yabancı cisim tarafından tıkalı bir burnun uyarısı olabilir. Bu durumda muhakkak bir doktora başvurulmalıdır. ENFEKSİYON Normal bir insan yılda ortalama bir iki kez soğuk algınlığı geçirebilir. Bu gençlerde daha fazla, bağışıklık sistemi gelişmiş yaşlı kişilerde ise daha azdır. Soğuk algınlığı virüsler tarafından oluşturulan bir hastalıktır. Bazı virüsler hava yoluyla geçerken çoğunlukla el burun yoluyla bulaşır. Virüs bir kere buruna yerleşince vücutta bulunan histamin adında bir kimyasal maddenin salgılanmasına neden olur. Bu madde sonucunda buruna giden kan miktarında belirgin bir artış gözlenir. Sonuç olarak burun zarları şişer. Diğer taraftan burun zarlarından sıvı salgılanması da artar. Antihistaminikler ve dekonjestanlar bu şikayetlerin azaltılması için kullanılabilir. Fakat soğuk algınlığı zaman içinde kendi kendine geçer. Virüs enfeksiyonları sırasında burnun ve sinüslerin bakteri enfeksiyonlarına olan direnci azalır. Bu da soğuk algınlığı sırasında neden sıklıkla burun ve sinüs enfeksiyonu görüldüğünü açıklar. Burun akıntısı berrak görünümünden sarı veya yeşile dönerse bu bakteriyel enfeksiyonu gösterir ve muhakkak doktora başvurulmalıdır. Ani sinüs enfeksiyonlarında burunda tıkanıklık, Koyu bir akıntı, hangi sinüsün etkilendiğine bağlı olarak yanaklarda ve üst dişlerde, gözler arasında ve gerisinde veya üzerinde ağrı ve hassasiyet bulunur. Kronik sinüs enfeksiyonları ağrı yapabilirde yapmayabilir de. Fakat burun tıkanıklığı ve burun akıntısı sürekli vardır. Bazı hastalarda sinüslerden polip denilen yapılar gelişir. Hastalık aşağı hava yollarına da yayılarak kronik öksürük, bronşit ve astıma neden olabilir. Akut sinüzit genellikle antibiyotik tedavisine cevap verir, kronik sinüzit için ise genellikle cerrahi tedavi önerilir. ALLERJİ Saman nezlesi allerjik rinite verilen isimdir. Allerji ; yabancı bir cisim, polen, ev tozu akarı, hayvan atıkları veya ev tozundaki bazı parçacıklara karşı oluşan aşırı enflamasyon yanıtıdır. Bazen besinler de rol oynamaktadır. Polenler ilkbaharda veya sonbahar da sorun yaratırlar. Bunun yanında ev tozu bütün bir yıl boyunca rahatsız edebilir. Bunun ideal tedavisi şikayetlere neden olan şeylerden uzak durmaktır. Ancak çoğu zaman bu pratik değildir. Allerjik hastalarda, soğuk algınlığında olduğu gibi, vücutta histamin salgılanmasına neden olan parçacıklar sonucunca burun tıkanıklığı ve akıntısı oluşur. Antihistaminik ilaçlar histaminin etkisini önleyerek şikayetleri ortadan kaldırılabilir. Dekonjestanlar genişlemiş kan damarlarnı büzerek burnun açılmasını sağlarlar. Antihistaminiklerin büyük çoğunluğu uykuya meyli artırırken dekonjestanlar ( Burun damlalari ,Sudafed gibi ilaclar) tam bunun aksi olarak uyarıcı etki gösterir. Bu nedenle bu ilaçları bir arada kullanmak en doğru seçim olacaktır. Antihistaminik kullanırken uykuya meyili olanların otomobil kullanmaları veya tehlikeli işlerde çalışmaları çok sakıncalıdır. Dekonjestanlar kalp hızını ve kan basıncını artırdıkları için yüksek tansiyonu, kalbin ritim bozukluğu, glokomu ve idrara çıkmada zorluğu olan hastalarda kullanılmamalıdır. Hamileler alacakları herhangi bir ilaç için mutlaka doktorlarına başvurmalıdırlar. Kortikosteroidler (Kortizon) birçok allerjik hastada belirgin bir şekilde etkindir ancak bilinen yan etkilerinden dolayı muhakkak doktor kontrolunda kullanılmalıdır. Bunun yanında bu ilaçlar burun spreyi olarak kullanıldıklarında da etkilidirler ve bu kullanım şekli daha güvenlidir. Allerji iğneleri en spesifik tedavi yöntemidir ve yüksek düzeyde başarıya sahiptir. Bazan hastanın hangi maddelere karlı allerjik oluşunu anlamak için kan ve deri testleri yapılır. Doktor tedavinin başlangıç şemasını belirleyecektir. Bunlar genelde enjeksiyonlar şeklinde olacaktır. Bu tedavi insandaki antikorları bloke ederek allerjik reaksiyonun önlenmesi yoluyla etki gösterir. Birçok hasta ilaçların yan etkilerinden dolayı enjeksiyonu tercih eder. Allerjisi olan hastaların sinüs enfeksiyonu olma eğilimleri daha da artmışdır. VAZOMOTOR RİNİT Rinit burunun ve burun zarlarının enflamasyonu demektir. Vazomotor kan damarları ile ilgili demektir. Burun zarları çok miktarda genişleme ve daralma yeteneğine sahip atar damar, toplar damar ve kılcal damarlara sahiptir. Normalde bu damarların yarısı açık yarısı kapalıdır. Fakat kişi ağır egzersiz yapıyorsa uyarıcı etkili hormonların (adrenalin) salgılanması artar. Adrenalin damarların büzülmesine neden olur. Bunun sonucunda zarlar büzülür, hava yolu açılır ve kişi daha rahat nefes alır. Bunun tam tersi allerjik atakta veya kişi soğuğa maruz kalınca gelişir. Kan damarları genişler ve burun tıkanır. Allerji ve enfeksiyonlara ek olarak bazı başka nedenler de burun damarlarının genişlemesine sebep olarak vazomotor rinite yol açar. Bunlar arasında stres, tiroid foksiyonlarında yetersizlik, hamilelik, bazı tansiyon ilaçları, doğum kontrol hapları ve dekonjestan ilaçların aşırı veya uzun kullanılması sayılabilir. Bütün bu nedenlerin başlangıcında burun tıkanıklığı geçici ve geri dönebilir niteliktedir. Yani neden ortadan kaldırılırsa hastalık düzelecektir. Bunun yanında eğer yeterince uzun sürerse bu sefer de kan damarları elastikiyetini kaybedecek ve olay geri dönülmez bir duruma dönüşür. Varisleşmiş damarlara benzerler. Hasta sırt üstü yattığında veya bir tarafına döndüğünde aşağı kısımları kanla dolar.. |
CEKIC PARMAK
Ayak baş parmağını etkileyen bunyonun tersine, çekiç parmak herhangi bir ayak parmağında oluşabilir (en sık ikinci parmak). Ayak parmağı kıvrılır ve ağrır. Genel olarak ayak parmağındaki her iki eklem de etkilenerek, parmak pençeye benzer bir görünüm alır. çekiç parmak, küçük ayakkabı giymenin sonucu oluşabilir, ancak kas ve sinir hasarı oluşmuş şeker hastalarında da meydana gelir. Belirtiler - Ayak parmağında sıkılmış pençeye benzer görünüm, - Ayak parmağında ağrı ve hareket zorluğu; Çekiç parmak ağrılı olabilir ve yürüme ve diğer hareketleri güçleştirebilir. Tedavi Doktorunuz ya da bir ortopedist ayak parmağınızı uygun pozisyonda tutmak ve ayak parmağına binen yükü ve ağrıyı azaltmak için ortopedik bir alet verebilir. Ayağınıza tam olarak uyan bir ayakkabı giyin. Bazı vakalarda şekil bozukluğunu düzeltecek bir ameliyat yapılabilir. |
CILTTE PIGMENT DEGISIMLERI
Cildimizin rengini, deri hücrelerince üretilen "melanin" pigmenti belirler. Bazen bu renklendirme mekanizmasına bir şey olur ve cildin bir bölgesi çok fazla melanin üreterek rengi koyulur (chloasma). Bunun tersi de olur; cildin bir bölümünde hiç melanin üretilmeyince orası beyazlaşır. Beyaz bir leke periyodik olarak geliştiğinde "vitiligio" denen hastalığınız var demek olabilir. Belirtiler -Deride yavaş yavaş büyüyen beyaz lekeler, -Deride koyu kahverengi lekeler. Chloasma lekeleri en sık yüzde görülür ve pek uzaklara yayıldığı nadirdir. Bunlar en çok hamilelikle veya doğum kontrol hapı kullanmakla bağlantılıdır. Fakat hem kadınlar, hem erkekler, görünüşte hiçbir neden yokken rahatsızlığa tutulabilir. Vitiligo en fazla 2 ile 30 yaşlarında ilk olarak ortaya çıkarsa da, herhangi bir yaşta başlayabilir. Yüzünüzde, gözlerin yukarısında, veya boyunda, koltuk altı, kasık, el veya dizlerde başlayabilir. Bunlar, çoğunlukla simetriktir ve bütün vücuda yayılabilir. Kalıtım faktörü sıklık-la söz konusudur. Neden, melanin üreten hücrelerin bağışıklık sistemi tarafından tahrip edilmesi olabilir; bazı durumlarda tiroid sorunları veya pernisiyöz anemi gibi bağlantılı hastalıklar vardır. Vitiligo da chloasma da hayatı tehdit etmez. Lekeleri gizlemek için kozmetikler veya cilt boyaları kullanılır. Vitiligo lekeleri güneşte kolayca yandığı için güneş yağı kullanmak gerekir. Tedavi Cildin düzenli rengini geri getirmek için repigmantasyon ve depigmantasyon tedavileri yapılır. Vitiligo lekelerinin repigmantasyonu, o bölgeyi lokal veya ağızdan alınan ilaçlarla (psoralen) duyarlı hale getirdikten sonra güneşe veya ultraviyole ışınına tutmakla yapılır. Bu 2 ile 3 yıl süreyle haftada 2-3 kere kullanıldığında 10 kişiden 6 sında işe yarayabilir. Ancak, yan etkileri olabilir. Depigmantaspyon, chloasma lekelerinin rengini açan veya eğer vitilogonuz varsa geriye kalan cildin rengini açan losyonlar (benoquine veya hydroquinone) kullanarak yapılır. |
CROHN HASTALIGI
İltihaplı barsak hastalığı terimi genelde nedeni bulunamamış (gastro entestenial bölgeyle ilgili) iki hastalığın tarifinde kullanılır. Bu hastalıklar Crohn hastalığı ve ülserleşmiş kolittir. Sık sık ileitis veya bölgesel enteritis diye de geçen crohn hastalığı barsağın kronik iltihaplanmasıdır. Daha çok bağırsağın alt kısmında (ileumda) görülür. Fakat kolonunuzu veya hazım yolları-nın diğer bir bölümünü de etkileyebilir. Sık sık iltihap bağırsak duvarının tüm kalınlığını sarabilir. Crohn hastalığı oldukça seyrek görülür. Aşağı yukarı her 50.000 insandan birinde ortaya çıkar. Tipik hasta beyaz ırktandır ve 15 ila 30 yaşları arasındadır. Belirtiler - Uzun süreli ishal, - Düşük tansiyon, - Yorgunluk, - Kilo kaybı, - Karın ağrıları ve göğsün etrafında veya karnın sağ tarafında ağrılar, - Kas ağrıları, - Deri lezyonları. Baryumlu radyografik tetkik Crohn hastalığını belirler. Crohn hastalığının seyri bir insandan diğerine farklılık gösterir. Crohn hastalığına yakalanmış birçok hasta da başlangıç safhasında çıkan bir iki hadiseden sonra hiçbir belirti görülmez. (asemptomatik, Semptomsuz) Fakat diğer bir çoğunda tekrar tekrar karın ağrısı, ishal ve düşük tansiyon olayı yaşanır. ishal o derece sulu olur ve gitgide artan bağırsak tıkanmasının getirdiği karın ağrıları o kadar şiddetlenebilir ki yemek yememeye başlayabilirsiniz. Crohn hastalığının komplikasyonları çok ve çeşitlidir. Gitgide artan özellikle ince bağırsakta görülen bağırsak tıkanması Crohn hastalığında cerrahi müdahalenin en sık rastlanan nedenidir. Tıkanma belirtileri uzun zaman içinde gelişir. Anal ve rektal (anüs ve rektumla ilgili) bölgelerin içinde ve çevresinde sık sık fistül ve fısür görülür. Fistül, bağırsağın iki bölümü veya bağırsak-la deri arasında oluşan anormal geçittir. Bir anal fisur anüsde veya etrafındaki deride olan çatlak veya yarıktır. (Anal Fisürler ve Fistüller). Fistüller oluştuğunda yemek buradan, olduğu gibi, gerekli özümleme yapılamadan geçer. Crohn hastalığında kanama da olabilir. Ancak çok miktarlarda kanama görülmez. Ekseriyetle, artan tıkanma, iltihaplı doku veya fistül ilaçla tedaviye cevap vermez ve cerrahi müdahale gerekebilir. Crohn hastalığında, bağırsakla ilgisiz belirtiler ve işaretler de olabilir. Artrit, özellikle büyük mafsallarda veya gözün veya cildin iltihaplanması ve nadiren de safra kanalındaki iltihaplanma crohn hastalığı ile ilgili olabilir. Ayrıca böbrek taşları oluşmasına da sık rastlanır. Crohn hastalığı ilerleyen bir rahatsızlıktır. Tedavi İlaç Tedavisi. Crohn hastalığı belirtisiz ya da hafifleme dönemindeyse, tedavi gereksiz olabilir. Belirtiler hafifse, örneğin günde birkaç kez gevşek dışkı söz konusuysa, doktorunuz ishale karşı bir hap ya da bitkisel lifler içeren bir katılaştırıcı yazabilir. Hastalığınız daha aktifse, doktorunuz sulfasalazine ve kortikosteroidler gibi iltihaba karşı ilaçlar vermeyi düşünebilir. Kolon da rahatsızlığa dahilse, sulfasalazine özellikle etkilidir. İltihap rektumla sınırlıysa, bir kortikosteroid lavmanı, iltihabın kontrol altına alınması ve belirtilerin hafiflemesi için yararlı olabilir. Son yıllarda rektumdaki iltihabı kontrol altına almak için aspirine benzer ilaçlar içeren yeni lavman preparatları, kullanılmaktadır. Bunlar yararlı görünmektedirler. Kortikosteroidler, hastalığın daha önemli alevlenmelerine saklanır. Hastalığa kolonun ve ince barsağın dahil olduğu durumda etkilidirler. Bazı doktorlar, azathioprine gibi antikor oluşmasını önleyen bir ilaçla tedavi önerebilirler. Genellikle, bu ilaçların etkili olması aylar sürmektedir. Özellikle anüs bölgesinde fistüller ya da çatlaklar varsa, metronidazol etkili olabilir. Genellikle bu ilacın yalnızca fistül ya da çatlak iyileşene kadar değil, tekrarlamayı önlemek için sürekli alınması gerekir. Bazen, kolondaki Crohn hastalığı için metronidazol kullanılır. Metronidazol, uzun bir süre kullanılırsa bacak-ta uyuşmaya ve yanmaya yol açabilir. Böyle bir şey olursa, doktorunuzla görüşün. Bu ilaçlardan hiçbiri Crohn hastalığını tedavi etmez. Bu ilaçlar, belirtilerin azalmasını sağlamak için iltihaba karşı maddeler olarak kullanılırlar. Bugün, araştırmacılar, ağızdan verilebilen ve ince barsak tarafından emilmeyen aspirine benzer bileşiklerin kullanımı üzerinde çalışmaktalar. Böylelikle, bu bileşiklerin iltihaba karşı özellikleri doğrudan iltihap bölgesinde etkili olabilir. Başka ilaçlar da araştırılmaya başlanmıştır. Beslenme Yeterli besin özümseme kabiliyeti, özellikle hastalık ince barsağın büyük bir kısmını etkiliyorsa ya da ince barsağın büyük bir kısmı ameliyatla alınmışsa, Crohn hastalığı olan insanlarda sınırlıdır. Doktorunuz, yetersizlik kanıtları varsa, bazı vitaminler ya da mineraller önerebilir. Crohn hastalığı olan kişilerde, ince barsağın alt kısmında (ileum) emilen B12 vitamini eksikliği seyrek görülen bir durum değildir. Böyle bir durum varsa, B12 vitamini deriden aylık enjeksiyonlarla kolayca verilebilir. Safra tuzları da ince barsağın alt kısmında emilir. Bu emilim zayıflarsa, doktorunuz düşük yağlı özel bir diyet önerebilir. Safra asitleri ince barsakta emilmezse, kolonda su emilimine müdahale ederek ishale neden olabilirler. Bazen, kolestiramin gibi safra asidi bağlayanbir ilacın kullanımı, dışkı miktarını azaltmakta etkili olabilir. Bazı doktorlar, özellikle aktif Crohn hastalığı için, basit şekerler, amino asitler ve mineraller içeren sıvı preparatlardan oluşan temel besinlerin kullanımını savunmaktadırlar. Bu beslenme biçiminin etkililiğine ilişkin uzun dönemli kanıtlar olmadığı halde, bazen besinlerin daha fazla emilmesini sağlamak üzere barsaktaki iltihabı azaltabilmektedir. Hastalıktan etkilenen bazı kişilerin, Crohn hastalığının şiddetli nöbetleri sırasında, haftalar, hatta aylar boyu damardan beslenmesi gerekmektedir. Ağızdan gıda almaktan kaçınılması, barsağa dinlenme olanağı sağlamaktadır. Ameliyat Crohn hastalığı olanların yaklaşık yüzde 70i, hiç değilse bir kez ameliyata ihtiyaç duyarlar. Bu ameliyatlar genellikle tıkanma, abse ya da delinme gibi komplikasyonlar için yapılır. Cerrahi müdahale, yıllar boyu belirtileri hafifletebilse de, bir tedavi değildir ve hastalığın tekrarlaması çok yaygındır. Hastalığın kolon bölgesiyle sınırlı olduğu insanlarda, özellikle ilaçla tedavi başarısız olursa, kalın barsağın alınması tavsiye edilebilir. Bu ameliyatta, tüm kolon, rektum ve anüs alınır ve ileumun (ince barsağın son kısmı) ucu, dışkının geçmesi için karın duvarından çıkarılır. Deliğin üzerine dışkının boşaltılacağı bir torba takılır Hastalık ince barsakla sınırlı olduğu zaman, cerrahi müdahale barsağın hastalıklı kısmının alınmasından ve sağlıklı barsağın iki ucunun birleştirilmesinden ibarettir |
CUSHING SENDROMU
Bu türden bir hastalık, aşırı miktarda glukorkortikoid hormonlar kanda dolaşmaya başladığı zaman ortaya çıkar. Bu türden bir aşırılığın ortaya çıkması adrenal bezlerde fazla üretimin olması veya bir başka rahatsızlığı tedavi etmek için steroid ilaçların uzun süreyle kullanılmasının sonucu olabilir. Bu hastalık adını 20.ci yüzyılın başlarında ortaya çıkan Amerikalı bir cerrah olan Harvey Cushing den alır. Belirtiler - Birkaç ay ile yıllar arasında değişen bir süreden sonra yüz yuvarlaklaşır ve daha kırmızı bir görünüm alır. - Omuzlar arasında ve üstünde kambura benzer yağ birikimi - Gövdenin alt kısmında cilt üzerinde çatlaklar - Bitkinlik ve kaslarda zayıflık - Su toplanması (ödem) - Hipertansiyon - Aşırı kıllanma - Ruhsal sarsıntı - İktidarsızlık veya adetten kesilme - Özellikle omurga ve leğen kemiklerinde osteoporoz - Şeker hastalığının başlaması - Çürüklerin çok kolay bir şekilde ortaya çıkması Teşhis Doktorunuz fizik muayenede omuzları ve başınızı, Cushing e özgü değişiklikler açısından dikkatlice inceleyecektir. Yüzde yuvarlaklaşma ve kızarma, boyun kemikleri ve omuzlar arasındaki yağ dokusunda artış, teşhis açısından önemli bulgulardır. Bunlara sıklıkla kol ve bacaklarda morluklar da eşlik eder. Herhangi bir hastalığınızın tedavisi için (romatoid artrit, astım ya da bir deri hastalığı) kortikosteroid kullanıyorsanız, cushingin teşhisi oldukça kolay olacaktır. Ancak hastalık, böbrek üstü bezlerinizde aşırı hormon artışına bağlıysa, bazı testler için hastaneye yatmanız gerekebilir. Bu hormon artışı, böbreküstü bezi tümörü her iki bezde aşırı büyüme ya da bu bezlerin aşırı uyarılmasına yol açan bir hipofiz tümörüne bağlı olabilir.Karaciğerin ya da bazı başka organların habis tümörleri de Cushlng sendromuna yol açabilirler. Kan ve idrar testleri yapılarak, steroid hormonların düzeyinin artıp artmadığı anlaşılabilir. Hipofiz ve böbreküstü bezlerinin bilgisayarlı tomografisi de alınabilir. İyi huylu bir hipofiz bezi tümörünün veya böbrek üstü bezi (adrenal) tümörünün veya böbrek üstü bezi (adrenal) tümörünün başarılı bir şekilde alınması tam bir iyileşme ile sonuçlanabilir. Ancak uzun süreli hormon tedavisi gerekebilir. Kalp krizleriyle birlikte ortaya çıkan hızlı bir ateroskleroz (damar sertliği) ve omurgada çatlaklar sık sık görülür. Eğer tedavi edilmezse, bu rahatsızlık ölümle sonuçlanabilir. Eğer nedeni steroidin aşırı dozda kullanımı ise, steroid hormonların dozajı azaldıkça belirtiler yavaşça kaybolur. İlaç Tedavisi Eğer belirtiler bir ilaç tedavisi olarak steroid hormonların alınması nedeniyle ortaya çıkıyorsa, tedavi bunların kullanımı durdurmayı veya dozajı azaltmayı içerir. Ancak bu türden bir ilaç tedavisini doktorunuza danışmadan kesmeyin. çünkü steroid tedavisinin aniden durdurulması, söz konusu olan hastalığı hızlandırabilir (astım veya steroidin önerildiği diğer hastalıklar). Doktorunuz steroid dozajında kademeli bir şekilde giden bir azaltmayı önerecektir. Bazı durumlarda ilk başta önerilen steroidin yerine başka bir ilaç kullanılabilir: Stereoid ilaç tedavisinin dur-durulmasından bir yıl kadar sonra, yaralanma, enfeksiyon veya ameliyat gibi fiziki bir stres adrenal hormonun üretilmesinde tehlikeli bir yetersizliği ortaya çıkarabilir ve bu da acil tedaviyi gerektirebilir (Addison hastalığına bakın). Cerrahi Müdahale Cushing sendromu adrenal bezlerde, hipofiz bezlerinde veya karaciğerde bir tümörün sonucu olarak ortaya çıkıyorsa tümörün alınması veya hatta eğer adrenal bezlerde ise bezlerin hepsinin alınması en iyi tedavi şekli olabilir. Hipofiz bezlerindeki bir tümör için radyasyon tedavisi bir çözüm olabilir. Eğer tedavi sonucunda adrenal bezler vücudun gerektirdiği hormonları temin edemez hale geliyorsa, doktorunuz eksik hormonları karşılaması için ağızdan bazı ilaçların alınmasını önerecektir. |
CİLT SAĞLIĞINDA IŞIK
Sedef hastalığı tedavisinde çok çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Tedavi şekli; hastalığın çeşidi ve şiddeti, bulunduğu alan, hastanın yaşı ve sağlık durumu dikkate alınarak seçilir. Ultraviyole, sedef hastalarının şikayetlerini azaltabilir. Orta ve şiddetli sedefi olan,, lokal ilaç tedavisine cevap vermeyen veya bu tedavi için çok yaygın hastalığı olanlarda uygulanabilir. Güneş ışığı ve suyun sedef hastalarında faydası uzun zamandır bilinir. Ancak kontrolsüz güneşlenmek hastalara zararlı da olabilmektedir. Güneş yanığı hastalığın artmasına neden olabilir. Özellikle açık tenli kişilerde ultraviyole deri kanseri riskini arttırmaktadır. Ultraviyole ışık kaynakları, güneş ışıklarından ultraviyole A ve B nin tedavi amaçlı kullanılması için geliştirilmiş yapay cihazlardır. Böylece ultraviyole, kontrollü ve düzenli bir şekilde doktor tarafından uygulanabilir. Ultraviyole, sedef hastalarında yüksek olan deri hücrelerinin gelişme hızını azaltır. UvA (PUVA) Psoralen içeren ilacı içen hastaya ultraviyole A tedavisi uygulanır. Psoralen gözün lens kısmında birikeceğinden hastalar tedavi alırken güneş batıncaya kadar UvA geçirmeyen güneş gözlükleri kullanmalıdır. UvB UvB tedavisi güvenilir ve etkilidir. Ağızdan ilaç alınması gerekmez. Seanslar halinde uygulanır. BClear - Sedef hastalığı tedavisinde son sistem B Clear; Sedef hastalığı tedavisinde kullanılan ileri teknolojiyle geliştirilmiş yeni bir UvB cihazıdır. Fiber optik iletim sistemine sahiptir. Böylece normalde kabin tedavisi şeklinde uygulanan ultraviyole tedavisinin sadece hastalıklı bölgelere uygulanmasına olanak sağlar. Hastalıklı alanlarda yüksek dozlar kullanılarak tedavi seansları azalır. Sağlıklı cilde ışık verilmediğinden bu alanlarda yan etki olmaz. |
DELİ DANA HASTALIĞI
İngiltere de ilk olarak 1986 yılında patlak veren ve sığır etinden insanlara da geçebileceği kabul edilen Deli Dana hastalığının başlıca nedeninin hayvancılığın bir sanayi haline geldiği Avrupa da sığırların ot yerine etle beslenmesi olduğu sanılıyor. Avrupa ülkelerinde et ve süt hayvanları ucuz ve karlı olduğu gerekçesiyle, giderek artan biçimde, bitkisel yemler yerine kemik tozu ve insan tüketiminde kullanılmayan artık etlerden imal edilen yemlerle besleniyor. Birçok bilim adamı doğal beslenme biçimine aykırı bu diyetin tehlikeli hayvan hastalıklarının yayılmasına neden olduğunu düşünüyor. BSE BSE, Bovine Spongioforme Encephalopathie kelimelerinin kısaltılması. Türkçesi: Sığırların beyinlerinde süngerimsi biçimde dejeneratif değişiklerin oluşmasıyla belirgin hastalık. Hastalığa yakalanan sığırların hareketlerinde anormallik olduğu için, bu hastalığa halk arasında “deli dana” hastalığı denildi. BSE’NİN KÖKENİ Deli dana hastalığına çok benzeyen ve sadece koyunlarda görülen Scarpie hastalığı, yaklaşık 250 yıldır biliniyor. Bu hastalık, diğer hayvan türlerine bulaşabiliyor. Scarpie hastalığından ölmüş bir koyun, sığırlar için hazırlanan yemlere katkı maddesi olarak kullanıldığında, hastalık sığırlara bulaşıyor. BSE’NİN SIĞIRLARDAKİ BELİRTİLERİ Hastalığın ilk belirtileri genellikle bulaşma tarihinden 4-6 yıl sonra görülüyor. İlk belirtiler, hayvanın temas sırasında çok korkması, dişlerini gıcırdatması ve saldırgan davranışlar göstermesi. Hastalığın ileri safhasında sığırlar, burunlarını ve böğürlerini anormal bir biçimde yalar, kulak hareketleri hızlanır, baş ve kulakların duruşu anormalleşir. Hayvanlar çok fazla titrer ve bacaklarını kontrol edemezler. Çok kaşındıkları için, genellikle kafa derileri yaralanmıştır. Sığırlar, hastalığın son safhasına doğru düşer ve felç olur. Hastalığın başladığı tarihten 2-3 ay sonra da ölürler. BSE İNSANA NASIL BULAŞIR? BSE hastalığının insanlara da bulaştığı biliniyor. BSE’nin insanlarda görülen biçimi klasik Creutzfeldt-Jakob hastalığına çok benziyor. Creutzfeldt-Jakob hastalığı ilk kez 1920’li yıllarda iki Alman Nörolog tarafından tarif edilmişti. Bu hastalık, insanlarda normalde 60 yaşından sonra görülüyor. Klasik Creutzfeldt-Jakob hastalığının nedenleri hala bilinmiyor. Son zamanlarda genç insanlar da Creutzfeldt-Jakob hastalığının belirtilerine çok benzeyen bir hastalık nedeniyle hayatını kaybedince, bilim adamları, BSE’nin insanlara da bulaştigi sonucuna vardilar. CREUTZFELDT-JAKOB HASTALIGININ BELIRTILERI Hastaligin ilk belirtileri yorgunluk, uyku bozuklugu ve iştahsizlik. Hastalar, dizlerinde agri hisseder ve hareketlerini kontrol etmekte zorlanirlar. Ardindan hafiza kaybi başlar. Hastaligin son safhasinda istem dişi kas hareketleri hastayi yataga düşürür ve hasta yataginda ölümü bekler. Creutzfeldt-Jakob hastaliginin tam teşhisi ancak otopsiyle yapiliyor. Otopside, hastanin beyninin süngerimsi bir biçim aldigi görülür. HASTALIGA YAKALANMAMAK IÇIN NELER YAPMALI? BSE hastaligina en fazla Ingiltere’de yetiştirilen sigirlarda ve orada üretilen yemlerde rastlandigi için, Ingiltere’den ithal edilen koyun ve dana eti alınmamalıdır. Bilim adamları, hastalıklı sığırlardan yapılan süt ürünlerinde ve et suyu tabletleri gibi ürünlerde çok az sayıda virüs bulunduğu için, hastalığın bu ürünlerden bulaşmasının mümkün olmadığı görüşünde. Beyin, dalak ve omurilik içeren ürünler ise çok tehlikeli. Sığır dokuları içeren kozmetik ürünlerinin de tehlikeli olmadığını belirten bilim adamları, her ihtimale karşı bitkisel maddelerden yapılan ürünlerin tercih edilmesini öneriyor. BSE VEYA CREUTZFELDT-JAKOB HASTALIĞININ TEDAVİSİ İlaç tedavisi şu an mevcut değil. BSE HASTALIK ZİNCİRİ NASIL KIRILIR? Scarpie hastalığı nedeniyle ölmüş koyunların, hayvan yemi olarak kullanılmaması gerekiyor. Hastalanan sığırlar hemen kesilmeli ve yakılmalıdır. |
DEMIR EKSIKLIGI ANEMISI
Demir eksikliği anemisi kendi başına bir hastalık değildir, her zaman başka bir hastalığın bir semptomudur. Nedenleri arasında Uzun süreli kanamalar; gebelik, emzirme ve gelişme çağı gibi demir gereksiniminin arttığı durumlar; yiyecek emilim bozukluğu, şpru hastalığı gibi demir emilim bozuklukları; besinlerle yeter miktarda demir alınamaması sayılabilir. Özellikle üreme çağındaki bayanlarda çok sık rastlanan bir durumdur. Belirtiler Solukluk, çarpıntı, nefes darlığı, yorgunluk, halsizlik gibi genel anemi belirtileri yanında dudak köşelerinde çatlaklar, tırnakların kırılması, saçların kırılıp dökülmesi, dil yanmaları, yutma güçlüğü (Plummer-Vinson sendromu), iştahsızlık, kabızlık gibi semptomlar da bulunur. Laboratuar Hipokrom anemi bulguları olarak Ortalama Eritrosit Hacmi 81 den az, Otralama Eritrosit Hemoglobin 27 den düşük bulunur; eritrosit morfolojisinde mikrositoz, poikilositoz, anülositoz, anizositoz saptanır. Serum demir düzeyi normalden düşük bulunur. Serum ferritin düzeyinin veya kemik iliğinde sideroblastların azalmış bulunması tanıyı kesinleştirici kriterlerdir; kemik iliğinde demir deposunun yokluğunu ifade ederler. Kemik iliği tetkikinde eritrosit yapım hızının arttığı saptanır. Serum ferritin düzeyinin azalmış bulunduğu vakalarda kemik iliği incelemesine gerek kalmaz. Tedavi Demir eksikliğini yaratan sebebin araştırılması: Demir eksikliği anemisi tanısı konduktan sonra demir eksikliği oluşturan sebebe yönelik inceleme yapılmalıdır. Mesela mide tümörü veya diyafragma fıtığı gibi uzun süreli kanama yapan bir neden ortaya çıkarılabildiği takdirde bunun cerrahi yoldan tedavisine çalışılır, aksi halde demir tedavisi yarar sağlamaz. Kan verilmesi: Ağır demir eksikliği anemilerinde tedaviye kan transfüzyonları ile başlanılmasının akut yararı vardır, kemik iliği uyarılmış olur. Demir tedavisi: Uzun süreli demir eksikliği anemilerinde demir tedavisine ağızdan demir ilaçalrıyla başlanmalıdır. Saf demir ilaçları tercih edilmelidir. Demirli ilaçlar aç karnına veya yemekler arasında alınırsa daha iyi emilir, fakat hastaların çoğu mide yakınmaları nedeniyle tok karnına almayı tercih ederler. Ağız yoluyla aşırı dozda demir alınmasının sakıncası yoktur, zira ince barsaklardan demir emilimi vücudun gereksinimi oranında olur ve hemosideroz (fazla demir depolanması) tehlikesi ortaya çıkmaz. Ağızdan günlük demir elementi dozu 100-200 mg dır. Preparatları kullanırken her birinin içerdiği demir miktarı göz önünde tutularak dozlama yapılmalıdır. Vitamin C, mineral ve diğer vitaminlerle takviye edilmiş demir preparatlarının saf demir preparatlarına bir üstünlüğü yoktur. Demir tedavisine başlamadan önce retikülosit sayımı yapılmalı ve hastanın tedaviye cevabı 7 gün sonraki retikülosit sayımı ile kontrol edilmelidir. Retikülosit krizi denen retikülosit artışı (% 20 nin üzerine çıkması) demir tedavisine cevap alındığını ifade eder. Aksi halde demir eksikliği dışında bir başka anemi ihtimali araştırılmalıdır (aplastik anemi?). Demir tedavisine retikülosit kriziyle cevap alındıktan sonra ağızdan demir verilmeye 3 ay kadar ayni dozda devam edilerek vücudun demir depoları doldurulmalıdır. Hemoglobin miktarı 10 gün sonra artmağa başlar ve yeterli hemoglobin artışı tedavinin 25 inci gününden sonra sağlanmış olur. Parenteral (iğne şeklinde) demir tedavisi, uzun süreli demir eksikliği anemilerinde pek gerekmez. Ancak ince barsaklardan emilim bozukluğu olanlarda veya oral (ağızdan) demir tedavisine tahammül gösteremeyenlerde başvurulabilir. Kas içi ve damar içi zerkleri mümkündür. Damar içi zerklerinin teknik zararları ve yan etkileri fazla olduğu için pek tutulmamaktadır. Kliniklerde kas içi demir zerkleri tercih edilmektedir. Jectofer ampullerinin i.m. zerkleri ağrılıdır. Ferrum Hausmann ın i.m. zerkleri ise ağrısızdır. Ampulünde 100 mg elemanter demir bulunur. Parenteral demir dozajı: Hemoglobini % 1 g artırabilmek için ortalama 200 mg demir elementine gereksinim olduğu hesaplanmıştır. Kadınlarda bu miktar 50 mg kadar fazladır. Hemoglobin açığı (normal miktar - hastadaki HIb miktarı) 200 ile çarpılır. Bulunan rakama depo demiri olarak 1000 mg eklenir ve elde edilen gr kadar parenteral demir, Ferrum Hausmann ampulündeki 100 mg a bölünür. Böylece kaç ampul Ferrum Hausmann kullanılacağı hesaplanmış olur. Bu şekilde bulunan sınırın aşılması doğru olmaz, zira i.m. yoldan verilen demirin hepsi dolaşıma ulaşacağı için hemosideroz (karaciğer yetmezliği, diyabet) tehlikesi doğar. Genellikle parenteral demir tedavisi için 20-30 ampul yeterli olmaktadır. Demir tedavisinin yan etkileri: Oral kullanımda bulantı, kusma, mide ağrısı, ishal görülebilir. Kas içi kullanımda ise zerk yerinde ağrı, iltihaplanma, hafif solunum güçlüğü ve göğüs ağrısı olabilir. Damar içi zerklerde ise şok, aşırı kusmalar, terleme, sırt ve göğüs ağrıları olabilmektedir. |
DEPRESYON
Herkes zaman zaman bir çökkünlük hissedebilir. Ancak haftalarca süren hüzün, umutsuzluk ya da günlük etkinliklere karşı ilgisizlik, daha ciddi bir soruna işaret edebilir. Depresyon, özellikle bir kayıp ya da hayal kırıklığı yaşandıktan sonra ortaya çıktığında, normal bir durum olarak kabul edilebilir. Depresyon, enfeksiyon gibi başka bir hastalığın semptomu olarak da görülebilmektedir. Ancak 2 haftadan uzun sürmesi ve başka belirtilerin de eşlik etmesi durumunda, önemli bir sıkıntı ve işlevsel yetersizlik nedeni olan depresif hastalık olasılığı akla gelmelidir. Depresif hastalık, insanların %10-%15 inde, yaşamlarının bir döneminde görülebilmektedir. Yaşlılarda (70 yaşın üzerinde) depresyon semptomlarının, fiziksel kapasiteyi daha fazla azalttığı saptanmıştır. Dört yıllık bir süre içinde depresif belirtiler, yürüme hızı ve ayakta dururken birkaç pozisyonda ya da sandalyeden kalkarken dengenin korunması gibi fiziksel performansla ilgili işlevlerde %55 azalmaya yol açtı. Fiziksel performanstaki bu azalma, ağır depresyonu olan daha yaşlı erişkinlerde en belirgin düzeydeydi; ancak depresyonu aynı ölçüde ağır olmayan yaşlılarda da depresyonun benzer etkileri olduğu görüldü. Bu hastalığa ait en az 5 tipik belirtinin, en az 2 hafta devam etmesi durumunda, majör depresyon tanısı konulur. Ancak bu belirtilerin sadece birkaçının bulunması bile sıkıntıya ve işlev yetersizliğine yol açabilmektedir. Sürekli olarak depresyon belirtileri bulunan herkesin, bir hekim tarafından muayene edilmesi gerekir. Neyse ki, depresyonda etkili olan birkaç tedavi şekli bulunmaktadır. Depresyon Semptomları: - Sürekli olarak hüzünlü, kaygılı ya da "boşluk" hissi ile nitelenen duygu durumu. - Cinsel ilişki de dahil olmak üzere çeşitli etkinliklerden zevk almama ya da bunlara ilgi duymama. - Huzursuzluk, çabuk irkilme ve aşırı ağlama - Suçluluk, değersizlik, çaresizlik, umutsuzluk ve kötümserlik duyguları - Çok az ya da aşırı uyuma - İştah ve/ya da kilo kaybı ya da aşırı yeme ve kilo alma - Enerji azalması, yorgunluk, "yavaşlama" hissi - Dikkatini toplama, hatırlama ya da karar vermede zorluk - İntihar düşünceleri ya da girişimler. Tedavi Seçenekleri: - Psikoterapi : Terapistle görüşmelerin yapıldığı birkaç tedavi yönteminin etkili olduğu görülmüştür. Bu tedaviler, ilaç uygulamasıyla birlikte yürütülebilmektedir. - İlaç Tedavisi : Antidepresan ilaçlar, genellikle hastaların üçte ikisinden çoğunda etkili olmaktadır. Günümüzde hekimler birkaç tip antidepresan arasında seçim yapabilmektedir. - Elektrokonvülsif Tedavi (EKT) : Özellikle diğer tedavilere yanıt vermeyen, daha ağır depresyonu olan hastalara uygulanır. |
DEPRESYON TEDAVISINDE TERAPI
Depresyon tedavisinde terapinin ilaçlar kadar etkili olabildiği açıklandı. Amerikan Psikiyatri Kuruluşu genel kurulunda, terapi maliyetinin kısa dönemde ilaç tedavisi maliyetiyle aynı olduğu, ancak uzun dönemde daha ekonomik olabileceği belirtildi. Nashville Vanderbilt Üniversitesi uzmanlarından Dr. De Rubeis ve Steven Hollon, depresyon hastası 240 denek üzerinde ilaç ve terapinin etkisini gözlediler. Hastaların bir kısmına 16 hafta, bilmeye ve kavramaya yönelik terapi uygulayan araştırmacılar, diğerlerine 16 hafta depresyona karşı ilaç verdiler ve hastalar zaman zaman psikiyatristle görüştürüldü. Bir diğer gruba ise sadece placebo verildi ve hastalar psikiyatrist ile görüştürüldü. Bilmeye ve kavramaya yönelik kognitif terapi, hastayla psikiyatristin karşılıklı konuşması ve doktorun, hastanın kendisi ile ilgili negatif yapısını çözmeye çalışması olarak biliniyor. %57 ORANINDA OLUMLU ETKİ GÖSTERDİ 16 hafta süren araştırma sonunda, bilmeye ve kavramaya yönelik terapi ile ilaç tedavisinin hastalarda yüzde 57 oranında olumlu etki gösterdiği saptandı. Depresyon hastalarında ilaç tedavisinin, erken dönemde psikolojik terapiden daha hızlı etki gösterdiğini belirten uzmanlar, 4 aylık denemelerden sonra, psikolojik terapinin, ilaç tedavisi kadar etkili olduğunu belirlediklerini kaydettiler. Araştırmanın sonunda, bilmeye ve kavramaya yönelik terapi uygulanan hastaların yüzde 75’inde hastalığın tekrarlanmadığı gözlenirken, bu oran ilaç tedavisi uygulanan hastalarda yüzde 60 olarak belirlendi. Placebo ve psikiyatristle görüşme uygulaması yapılan hastalarda ise hastalığın tekrarlanmama oranı yüzde 19 olarak kaydedildi. Araştırmacılar, bilmeye ve kavramaya yönelik terapinin, ilaç tedavisinden daha uzun etki gösterdiğini savunuyor. UZUN DÖNEMDE DAHA EKONOMİK 16 haftalık ilaç tedavisinin 2590 dolara malolduğu, bilmeye ve kavramaya yönelik terapinin maliyetinin ise 2250 dolar olduğu bildirildi. Uzun dönemde kognitif terapinin daha ucuza mal olduğu kaydedilirken, ilaç tedavisinde hastaların sürekli ilaç kullanmak zorunda kalacakları ve bu durumun tedavi masraflarını yükseltebileceği düşünülüyor. Konu ile ilgili yorum yapan bazı uzmanlar ise ilaç tedavisinin beyindeki kimyasal maddelerin oranını azaltmaya yönelik uygulandığını, bazı ilaçların, beyinde serotonin salgılanması üzerinde etkili olarak karamsarlığı önleyebildiğini kaydediyor. Depresyon ilaçları pazarının çok geniş olduğuna dikkat çeken uzmanlar da, ilaç firmalarının depresyon ilaçlarından yılda milyarlarca dolar kazandıklarını belirtiyor. ABD’de 20 milyon kişinin depresyonda olduğu, depresyonun insanları intihara sürükleyebildiği belirtildi. |
DEPRESYONUNUZUN SEBEBI KENDINIZ OLMAYIN
Depresyon vak alarının büyük ekseriyetinde sebep üç temele dayanıyor: 1. Beyaz güneş ışığı eksikliği 2. Şeker ağırlıklı beslenme 3. Tatmin edici bir beraberlikten uzak kalma Eskiden birçok insan günlerinin önemli bir kısmını açık havada, gün ışığında çalışarak geçirirdi. Köylüler ve işçiler çiftliklerde, inşaatlarda, yol yapımlarında çalışırlardı. Tezgâhtarlar, memurlar, iş adamları da uzun uzun yürür ya da ata binerlerdi. Kısacası hergün muazzam bir egzersiz içerisindeydiler. Yalnızca zenginler eve kapanırdı. Zengin ev hanımları depresyon ve sıkıntı içerisinde ömürlerini tüketirken, köylü hanımlar dinç, sağlıklı ve üretken konumda idiler. Zenginlerin bu durumunu, bakın, şu olay nasıl anlatıyor: Zengin bir ailenin şoförü, bu ailenin çocuğunu hergün lüks arabaya taşır, nereye götürecekse götürür, sonra kucağına alıp eve taşırmış. Bu adamın birinin dikkatini çekmiş. "Hanımefendi! Çocuğunuz yürüyemiyor mu?" diye sormuş. Kadın "Elbette yürüyebiliyor, ama çok şükür, öyle bir zorunluluğu yok" diye cevap vermiş. Rafine şeker kullanımına gelince: Köylüler asırlardır, dünyanın dört bir yanında pancardan, kuru üzümden, tatlı meyvelerden doğal şeker elde ediyor, damak tadına uyan değişik tür tatlandırıcılardan faydalanıyorlardı. Rafine şeker zenginlerin seçimiydi. Bugün tıp dünyası, şeker ağırlıklı beslenmenin, gut, böbrek hastalıkları, şeker hastalığı ve hipoglisemin (kan şekerinin düşmesiyle oluşan karbonhidrat ****bolizması bozukluğu) gibi hastalıkların önemli bir sebebi olduğunu bildiriyor. Zenginler eskiden eti öğün için temel besin olarak görüyorlardı. Ete parası yetmeyen ve zenginlerin topraklarında avlanmaları yasak olan köylüler ise balık, sebze ve meyvelerle besleniyorlardı. Sonuçta sağlığı korumak için çok yönlü beslenmenin uzağına düşen zenginler, tek boyutlu beslenme tarzıyla, guatr başta olmak üzere, çeşitli ****bolizma hastalıklarına kolayca yenik düştüler. Üçüncü depresyon kaynağı son yıllarda ortaya çıktı. Artık toplumun her kesimindeki insanlar toplumdan ve sosyal ilişkilerinden kopar hale geliyorlar. Kalabalıklar arasında bir tür yalnızlık yaşıyorlar. Yaşlılar arasında yapılan incelemelerde, emekli olduktan sonra pasif bir hayatın içine düşenlerin işten ayrılmalarının üçüncü senesine ulaşmadan hayata veda ettikleri kaydediliyor. İşlerinden nefret etseler, emekliliklerini iple çekseler ve pasif hayatı özleseler de aslında çalışma hayatı onların vazgeçemeyecekleri birşey. Problem ortada. Peki çözüm ne? Yaşam tarzımızı değiştirmek. Cep telefonu çalınca açan kişinin tansiyonunun bir derece yükselmesi, iş hayatının baskıları bizi ilâç kullanmaya yöneltiyor. Kullandığımız bu ilâçlar ise kimyasal madde özelliği taşıyor. Kendimizi mi kandırıyoruz? Kitleler halinde dünyanın parasını vererek sağlık kulüplerinde oksijenden mahrum "adale sporu" yapıyoruz, gün ışığında koşmak dururken. Binaları yüksek yaparken havalanmayı ihmal ediyor, "air condition" kullanıyor ve mikrop, polen ve allerjen maddeleri solumaya başlıyoruz. Kimyasal işlem gören yiyeceklere bayılıyoruz. Mahalle pazarı yerine ithal besinlere yöneliyoruz. İçme suyumuz başlı başına bir mesele. Her zaman pişirmeye , kızartmaya, doğal yiyeceklerin doğallığını bozmaya çalışıyoruz. Canımız sıkılınca doktorumuz bize bir mutluluk hapı yazıyor. Bu bir müddet kendimizi iyi hissettiriyor, ama içme suyumuzu, oturma şeklimizi, uykumuzu, siyah ekmeğimizi, iş ortamımızı, güneşimizi nereye kadar ihmal edeceğiz? Depresyonumuzun sebebi kendimiz olmamalı. |
DIABETES INSIPIDUS (SEKERSIZ DIYABET)
İsim ve belirtilerdeki benzerliğe rağmen bu rahatsızlık şeker hastalığı ile karıştırılmamalıdır. İnsülin (hücrelere enerji temin etmek için vücudun glikozu kullanmasını ve korumasını temin eden hormon) yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan şeker hastalığının (diabetes melitus) aksine, şekersiz diyabet (diabetes insipidus) antidiüretik hormon (ADH) yetersizliği nedeniyle ortaya çıkar. Bu hormon hipofiz bezinin arka lobu tarafından salgılanır.Eğer antidiüretik hormon yetersizliği varsa, vücutta su dengesini kontrol olayı kaybolur. Uygun sıvı seviyesini korumak için gerekli olan suyu yeniden emmenin yerine, böbrekler suyu dışarı atar. Belirtiler - Aşırı susama - idrar miktarının artışı - Su kaybı, fiziki çöküntü ve düşük tansiyon koma halini ortaya çıkarabilir. Şekersiz diyabet hastalığı olanların yaklaşık yarısında rahatsızlığın nedeni bilinmez. Ancak belirtilerin ortaya çıkmasından birkaç yıl sonra bir hipofiz tümörü açıkça görülebilir. Kafada herhangi bir yaralanma veya hipofiz tümörleri için herhangi bir yaralanma veya hipofiz tümörleri için herhangi bir ameliyat nedeni ile hipofiz bezlerinde ortaya çıkan zararlar tanımlanabilen nedenler arasındadır. Teşhis En önemli bulgu idrar artışıdır. 24 saatte 5 ila 20 litre idrar çıkarılabilir. Gece ve gündüz her yarım saatte bir idrara çıkılır. İdrardaki bu artış aşırı su kaybına yol açar, sonuçta deri kuruluğu ve aşırı susama hissi ortaya çıkar. Eğer doktorunuz şekersiz diyabetten kuşkulanıyorsa susuzluk testi yapacaktır. Bu testte şahıs birkaç saat susuz bırakılır. Bu süre içersinde çıkardığı idrar ölçülür. Bu testte, antidiüretik hormonu normal düzeyde olan birinde idrar miktarı azalırken, şekersiz diyabeti olan-da ise idrar miktarı azalmaz. Doktorunuz ayrıca su ve tuz dengesini saptamak için kan testleri yapacaktır. Şekersiz diyabet hormon takviyesi ile etkili bir şekilde tedavi edilebilir. Belirlenen nedenin (bir tümör veya hastalık) sorunları ortaya çıkardığı durumlar dışında, şekersiz diyabet hastalığı olan bir kişinin normal bir yaşam sürmesi beklenir. Tıbbi Tedavi Bir burun spreyi şeklinde veya sentetik bir hormonun enjekte edilmesi ile antidiüretik hormon verilecektir. Bu hormon tedavisi genellikle yaşam boyunca sürer. Ancak bilinen nedenin baştaki bir yaralanma veya herhangi bir ameliyat olduğu durumlarda bir kaç ay ile bir yıl arasında değişen bir süre içerisinde bez normal fonksiyonunu yeniden kazanır hale gelebilir. Bu durumda ilaç tedavisi kesilmelidir. Thiazid grubundan diüretik bir ilaç da önerilebilir. Diüretiklerin aslında idrar miktarını artırmak için kullanıldığı gerçeğinin yanı sıra, thiazidler bazı kişilerde şekersiz diyabetin tedavisinde etkilidir. Cerrahi Tedavi Neden hipofız bezindeki bir tümör ise ameliyat veya radyasyon terapisi uygun olabilir. Beslenme Bazı durumlarda sodyumun kısıtlanmasına yardımcı olduğundan, yemeklerde tuz miktarının sınırlandırılması tavsiye edilebilir. |
DIFTERI (KUS PALAZI)
Difterinin nedeni olan Corynebacterium diphtheriae bakterisi oldukça tehlikeli bir zehir salgılar. Bakterinin salgıladığı bu zehir kalpte ve sinir sisteminde oldukça ciddi bozukluklara yol açar. Mikrobun kaynağı hastalar ve bakteriyi taşıyan kişilerdir. Genellikle damlacık yoluyla bulaşır. Çok ender vakalarda doğrudan temasla geçer. Vücudun hemen kabul ettiği bir hastalık değildir. Bebeklerde çok ender olarak rastlanır. Çocuklarda 2-6 yaş arası çok sık görülür. Yaş ilerledikçe hastalığa yakalanma olasılığı giderek zayıflar. Oluştuğu yerlere göre difterinin aşağıdaki çeşitleri vardır: Burun difterisi Difterinin bebeklerde en çok görülen şeklidir. Bazen çok az ateş yapar. Solunum güçleşir. En belirgin işareti burun akıntısının iltihaplı ve kanlı olmasıdır. Burun difterisi çoğu zaman fark edilmez ve ağır hastalık olması nedeniyle tehlikelidir. Ağız ve boğaz difterisi En sık görülen difteri şeklidir (yüzde 50). Boğaz ağrısı ve yutkunma güçlüğü ile başlar. Bademciklerin üstü ve küçükdil boğazın arka duvarına (ağır seyreden vakalarda ağız dokusuna) kadar uzanan beyazımsı gri renkli lekelerle kaplanır. Lekeler, tahta bir spatula ile kazındığında kanama olmaz. Boyun lenf bezlerinde şişme görülür. Gırtlak difterisi Kimi zaman kendiliğinden kimi zaman da boğaz difterisinden yayılarak oluşur. Çocuklarda 1-4 yaş arası çok sık görülür. Yavaş yavaş sıcak basması, kuru ve boğucu öksürük ve solunum güçlüğü ile başlar. Bu belirtiler birkaç gün içinde şiddetlenir. Belirtilerin nedeni gırtlak zarındaki şişliklerin difteri pasına dönüşmesidir. Eğer gerekli müdahale yapılmazsa solunum yollarında hayati tehlike oluşturabilen sıkışmalar olabilir. Solunum güçlüğü giderek artar ve soluk alınırken ıslığa benzer bir ses duyulur. Boğaz kasları gerilir. Göğüs kafesi ve karın boşluğu zorlanır. Çocuklarda morarma olur. Yüz soluk, nabız zayıf, kalp atışları hızlıdır. Boğulma krizleri ölümle sonuçlanabilir. Göz difterisi Gözün bağdokusu üzerinde oluşur. Göz şişer ve beyazımsı gri renkli bir tabakayla kaplanır. Bazı durumlarda göz açılamayacak kadar şişer, gözden kanla karışık iltihap akar. Saydam tabakanın zedelenmesi sonuçta kör olma olasılığı vardır. Deri ve yara difterisi: Oldukça tehlikelidir ve belirli bir yara tabakası oluşturarak kendini belli eder. Göbek difterisi : Yara difterisinin göbekte görülen şeklidir. Ortakulak difterisi : Çok ender olarak görülür. Kuluçka devresi: 1-7 gün. Belirtileri Hastalık ateşle başlar. Baş ağrısı, kusma, çocuklarda karın ağrısı olur. Belirtileri bakterilerin yerleştiği bölgeye göre değişiklik gösterir. Seyri Çok hafif geçen durumlarda hasta olan kişiyi fazla sarsmaz ve ateş aşırı derecede yükselmez (38,5 dereceye kadar). Çok belirgin olmayan yutkunma güçlüğü görülür. Kimi zaman, difterinin belirgin özelliği olan iltihaplı tabaka bile olmaz. Bu takdirde hastalığın hızla yayılma olasılığı vardır, çünkü hastalık teşhis edilemediği için hastanın ayrılması söz konusu olmamıştır. Hastalık sürekli ilerleme gösteriyorsa boğaz, burun ya da gırtlak difterisi vb. gibi difteriler ortaya çıkabilir. Hastalık seyrinin çok ağır geçtiği durumlarda kuvvetli zehir etkileri görülür. Çok yüksek ateş, nabız düzensizliği, huzursuzluk, sürekli kusma, burun ve deride ufak tefek kanamalar, boğazda şişme gibi ağır yan etkiler ortaya çıkar. Difteri bakterilerinin salgıladığı zehir kana geçerse kalp, kan dolaşımı ve sinir sistemlerinde bozukluklar baş gösterir. Sonunda kan zehirlenmesinden kaçınılamaz. Hastalığın seyri sırasında en belirgin işaretler şunlardır: Aşırı solukluk, kusma, nabız atışlarının düzensizliği, soğukluk duygusu, ısı ve tansiyon düşmesi, 2. ya da 3. hafta içinde kalp kaslarındaki iltihaplanma sonucu ani ölüm. İyileşme sırasında bile kalp kaslarının iltihabı sonucu ölüm görülebilir. Diğer bulaşıcı hastalıklara oranla kalp daha çok etkilenir. 2. ve 4. haftalar arasında görülen felçler, sinir sisteminin de hastalıktan ötürü etkilendiğine işarettir. Hastalık nedeniyle oluşan felçler hastayı ve ailesini korkutursa da, hastalık teşhisinde yardımcıdır ve çoğu kez birkaç ay sonra felç durumu ortadan kalkar. Tedavi En iyi ilaç l894te bulunan difteri serumudur. Difteri serumu, kanda serbestçe dolaşan zehirli maddeleri yakalar, ama kalp kasları . ya da sinir sistemine yerleşmiş olan zehirli maddelere ulaşamaz ve hastalığa neden olan bakterileri öldüremez. Bu nedenle difteri .serumu mümkün olduğu kadar erken verilmelidir. Serumla birlikte penisilin de verilmelidir. Penisilin yalnızca difteri bakterilerini yok eder, zehirleri etkileyemez. Kan dolaşımının sürekli kontrol altında tutulması çok önemlidir. Kalp üzerindeki yan etkisi dikkate alınarak hastanın 8-14 gün süreyle yatakta tutulması gerekir. Difterinin her çeşidinde ve kalpteki yan etkilerinde hastanın mutlaka bir hastane tedavisi altına alınması zorunludur. Korunma Burun ve gırtlak salgılarının .bakteriyolojik laboratuvar araştırmasında sonuç negatif alındığında hastalık bulaşıcı niteliğini kaybetmiş demektir. Çocuklara difteri aşısı yapılmalıdır. Hastalığın bulaşmasını önlemek amacıyla hastanın mutlaka ayrılması gerekir. Beklenir bir difteri olasılığına karşı çocuklara serum verilebilir. Difteri aşısı dört haftalık aralarla yapılır. İlk aşı, bir yaşına kadar yapılmalı, 2 ve 6 yaşlarında tekrarlanmalıdır. Difteri aşısı tetanos aşısı ile birlikte de yapılabilir. Hastanın evde tedavi edilmesi halinde, hastaya bakan kişinin hastanın yanına girerken bir maske takması ve oksijen peroksitli suyla gargara yapması gerekli önlemler arasında sayılabilir. Difteride penisilin, eritrosin ve streptomisin kullanılır. Ağır vakalarda kortikosteroidler kullanılabilir |
DIS KULAK ILTIHABI (EXTERNAL OTIT)
Yüzücü Kulağı diye de bilinir. Yüzücü kulağı (External otitis) dış kulak kanalının ısrarlı biçimde tahriş olması ve iltihaplanması halidir. Ayrıca bir enfeksiyon da bulunabilir. Kanalda cildin kat kat soyulması (egzama) gelişebilir. Egzamayı kaşırken cilt çatlar ve kulak kanalını bakteri ve mantar istila eder. Kirli suda yüzmek bu hastalığı kapmanın yollarından biridir. Kulak salgısı kanaldan temizlenmeye kalkışıldığında, cilt tahriş olur, kaşınır veya yırtılır. Bu da o kişinin en gözde "aletiyle" (toka vs.) kulağını daha fazla karıştırmasına sebep olur. Bir risk daha da vardır. 0 da kulak zarını delme olasılığıdır. Saç spreyleri ve saç boyaları da kulak kanalını tahriş edebilir. Dış otit yüzücü kulağı bazen mantardan kaynaklanır. Aspergillus niger en sık görülen mantardır. Belirtileri, urukkulosisle aynıdır. furunkulosis tekrar tekrar çıbanlar çıkması halidir ve kulak kanalındaki bir tüy kesesinin mikrop kapmasıyla başlar. Bu rahatsızlık sık sık tekrar eder Dış otit (yüzücü kulağı) genç yetişkinlerde görülür. Belirtileri - Dış kulak kanalının kaşınması - Kulak ağrısı - Kulakta sarı veya yeşil sarı kötü kokulu cerahat oluşması - Başın hareketiyle kulakta ağrı duyulması - Duyma kaybı. Teşhis Eğer kulağınızda kaşınma,kulağınızın içinde pullanma ya da kulak kanalınızda ağrı varsa, bunlar dış kulak yolu iltihabının göstergesi olabilir. Çoğu kez kulaktan dışarı doğru sarımsı ya da sarımsı yeşil bir akıntı olur ve bazen bu akıntıdan sonra ağrı hafifler. Eğer iltihap ya da dokudaki şişme kulak kanalını tıkarsa duyma-da bir azalma olabilir. Doktorlar otoskop denen bir aletle kulak kanalına bakarak dış kulak yolu iltihabı tanısını koyarlar. Eğer iltihap varsa örnek alınarak laboratuvara gönderilebilir. Çoğu dış kulak yolu enfeksiyonu rahatsızlık duygusu yaratsa da, uygun tedavi edildiklerinde genellikle tehlikeli değildirler. Bu enfeksiyon,özellikle şeker hastalarında tedavi edilmezse çevre kemiklere ve kıkırdaklara yayılarak hasar verebilir. Tedavi Eğer yüzücü kulağı rahatsızlığınız olduğundan şüphelenirseniz, doktora gitmeden önce sancıyı geçirecek bazı şeyler yapabilirsiniz. Kulağınızın üzerine ılık (sıcak değil) bir ufak yastık koymak faydalı olur. Aspirin veya başka bir ağrı kesici de sancıyı azaltır. Teşhisten sonra doktorunuzun kulak kanalını bir emme aletiyle veya pamuklu çubukla temizlemesi beklenir. Bu tahrişin ve sancının geçmesini sağlayabilir. Doktor daha sonra çeşitli tedavi metodlarından birini önerebilir. Ekseriyetle kortikosteroidli (kaşıntıyı durdurmak ve iltihabı azaltmak için) bir kulak damlası ve bir antibiyotik (enfeksiyon kontrol etmek için) verilir. Bazen ağızdan alınan haplar da kullanılabilir. Şiddetli ağrı olduğundan ağrı kesici tavsiye edilir. İyileşme sırasında kulağa su kaçmamasına dikkat edilmelidir. 3 veya 4 gün sonra eğer gözle görülür bir iyileşme olmazsa, doktorunuz ağızdan alınmak üzere antibiyotik verebilir. Enfeksiyona neden olan organizma laboratuvar testleriyle belirlenmişse, özellikle onu etkileyecek antibiyotik seçilir. Dış kulak iltihabı (yüzücü kulağı) mantardan kaynaklanıyorsa sülfanilamid tozu serpilerek urunkolisisden kaynaklanıyorsa, ağızdan alınan veya kulak damlası şeklinde verilen antibiyotikle tedavi edilir. Özellikle neden mantar olduğunda bu durum birçok defa tekrar edebilir. Önlenmesi Dış otit ekseriyetle önlenebilir. Pis suda yüzmeyin. Banyodan ve yüzmeden sonra kulaklarınızı kurutun. Kulak kanalının rutubetli olması enfeksiyon kapmasını kolaylaştırır. Saçınızı boyarken veya saç spreyi kullanırken kulak deliklerinizi kuzu yününden ufak toplarla kulağınızı kapayın. Bunlar suyu geçirmez. |
DISKI TUTAMAMA
Abdest tutamama hali bağırsak hareketlerini kontrol edebilme yeteneğinin kaybolmasıdır. Bu bozukluk yetişkin bir kimsede görülürse problem bu durumu yaratan şartlardan kaynaklanır. Çocuklarda görülen benzer durum için (Encopresis) kontrol edememe halini doğurabilecek, sebebi tespit edebilmek ıçın doktorunuz size sorular soracaktır. Sorular hapşırmakla, öksürmekle ilgili olabilir, ayrıca bu hal geceleri mi oluyor ve başka ilgili belirtiler var mı? Doktor bunları da öğrenmek isteyebilir. Ancak sfinkterinizi (kas) muayene ederek bu bölgedeki adalelerin sağlam olup olmadığını belirleyecektir. Doktorunuz ayrıca özel incelemeler de isteyebilir. Elektromiografi veya rektal ve anal bölgedeki çeşitli baskıları belirlemek için özel aletlerin kullanılması bu incelemeler içine girer. Dışkıyı tutamamak, rektumdaki, anüsdeki veya preanal bölgedeki apsenin veya iltihabın arkasından ortaya çıkabilir. Bu bölgede yapılan bir ameliyatın neticesi olabilir. Doğum sırasında olabilecek bir yara olaya yol açabilir. Özellikle eğer anal sfinkter iyiyse bu hal sinir sistemindeki bir rahatsızlıktan bilhassa omuriliği etkileyen bir bozukluktan sonra meydana gelebilir. Abdest tutamamak genelde yaşlılarda görülür. İleri yaşlarda küçük ve büyük abdest kontrol eden kaslar ve bağlar zayıftır ve fiziki rahatsızlardan daha çabuk etkilenirler. Tutma kabiliyetinin kaybı yaşlılığın şartı değildir. Ayrıca yaşlılarda dışkıların birikip sıkışması da daha sık görülür. Genelde kabız kimselerde olur. Fakat sıkışan dışkı bağırsağı tamamen tıkamaz ve dışkının sıvı halindeki bölümü geçer ve kontrol edememe halini doğurur. Yetişkinler arasında özellikle eğer anal sfinkter iyi durumdaysa bu problemi halletmek için bağırsakları terbiye etme programına başlanabilir. Bazen hacim genişletici (kronik kabız) de buna dahildir. Doktorunuz tuvalete çıkmak için her gün belli bir süre tuvalette oturmanızı tavsiye edebilir. Bu günün kalan zamanında kontrolü sağlamanızı temin edebilir. Su içmeniz ve taze meyve sebze yemeniz de tavsiye edilecektir. Bu bazen daha normal dışkı yapmanızı ve daha seyrek dışarı çıkmanızı sağlar. Bazı zaman özellikle eğer sfinkter zedelenmiş ise doktorunuz bir cerrahi müdahale tavsiye edebilir. |
DIYAFRAGMATIK FITIK
Diyafragmatik fıtık, diyaframda normal olmayan bir açıklığın karın bölgesi içeriğinin bir kısmının göğüs bölgesine doğru taşmasını mümkün kıldığı durumlarda meydana gelir. Çok ciddi vakalarda, mide ve barsakların büyük bir kısmı, kalp ve akciğerlerin yer değiştirmesine neden olur. Bu anormallik doğumdan kısa bir süre sonra bebeğin fıtık yüzünden solunum güçlüğü çekmesi ile teşhis edilir. Bu durum bebeğin yaşamını tehdit eden bir durumdur ve acilen ameliyat edilmesi gerekir. Bununla beraber; çoğunlukla fıtık aylar sonrasına kadar kendini belli etmeyebilir. Geç ortaya çıkan diyafragmatik fıtık semptomları arasında kusma, ağır karın ağrıları, beslenme sonrası rahatsızlık ve kabızlık sayılabilir. Kimi zaman herhangi bir belirti ortaya çıkmaz ve problem ancak rutin röntgen çekimleri esnasında keşfedilebilir. Eğer doktorunuz bebeğinizde diyaframatik fıtıktan kuşkulanıyor ise, teşhisi desteklemek için röntgen çekimine gerek duyulabilir. Ameliyat gerekli bir tedavi şeklidir. Doğduktan sonraki ilk 3 gün esnasında diyafragmatik fıtık teşhisi konan ve hastalıktan ciddi şekilde etkilenmiş olan bebeklerde, ölüm oranı %50 dir. Bununla beraber, solunum güçlüğü şikayeti olmayan bebeklerin çoğu hayatta kalmayı başarabilir |
DIZ YARALANMALARI
Diz eklemi, bacağınızın üstüne bastığınızda ortaya çıkan darbe etkisini azaltmak için yastık benzeri oluşumları kapsar. Bu oluşumlarda yırtılma veya zedelenme ortaya çıkarsa ağrılı diz hastalığı da denilen diz incinmeleri oluşur. Belirtiler - Dizde ağrı ve şişme - Dizin sağlam basamaması, sendeleme duygusu - Bir patlama sesi, bir sürtünme duygusu veya eklemin fiziki olarak kilitlenmesi - Diz belirli bir pozisyonda sertçe kilitlenirse veya bir travma olayı şiddetli bir ağrı meydana getirip de diz normal fonksiyonunu yapamaz olursa derhal tıbbi yardım sağlayınız. Diz eklemini yaralanmalara duyarlı hale getiren iki önemli faktör bulunmaktadır. İlki, dizin konumu, dizi beklenmedik darbelere maruz kalmasına ve sürekli kullanılan bir eklem olmasına neden olmaktadır. İkincisi, dizin yapısının karmaşıklığıdır. Dizin hareket aralığı, vücuttaki diğer eklemlere benzemez: Bükülme dışında, daha karmaşık hareketleri de yapmamızı sağlar. Teşhis Bir diz yaralanmanız olduğu zaman, çeşitli pozisyonlarda muayene edilmesi gerektiği için, doktorunuz hareket ettirdiğinde ağrıyı azaltmak amacıyla uyuşturucu bir ilaç verebilir. Dizin dıştan muayenesinden sonra, dizin içindeki yapıların ve oluşan hasarın görülmesi-ni sağlayan testler yapılabilir. Geleneksel yöntem diz röntgeninin çekilmesidir. Diğer yöntemler arasında, artrografi (eklem boşluğuna boyalı bir madde verildikten sonra röntgen çekilmesi) ve manyetik rezonans (MRI; manyetik bir alana dokunun verdiği yanıtın bir bilgisayar tarafından yorumlandığı, eklem yapısını gösteren yöntem) sayılabilir. Artroskopi (eklem boşluğunun, küçük bir kesiden eklem içine sokulan fiberoptik bir boru aracılığıyla incelenmesi) de yapılabilir. Diz incinmelerinin şiddet derecesi farklılık gösterir, bu mafsalın uğradığı hasarın tipine bağlıdır. Çoğu diz incinmelerinin sınıflandırıldığı birkaç ana grup vardır. Hepsi de mafsalda ağrı ve dengesizlik güçsüzlük meydana getirebilir. Menisküs Yırtıkları Menisküs dizde, uyluk kemiğinin ucuyla kaval kemiği uçları arasında bulunan yarımay şeklinde bir kıkırdaktır. Belirli darbe ve bükme zedelenmeleri ve menisküsde yırtılmaya yol açar ve mafsalda ağrı yapar. Bazen zedelenme anında bir ses duyulur. Çoğu zaman bu zedelenme sizin bükülüp kalmanıza yol açacaktır. Bazı durumlarda, ayağa kalkıp hatta aktiviteye devam edebilirsiniz, fakat büyük ihtimalle dizdeki bir kıkırdak yırtılması derhal şişmeye ve sürekli ağrıya sebep olacaktır. Birkaç haftalık bir sürede iyileşse bile nüksedebilir. Serbest Cisimler Bazı diz zedelenmelerinde diz kapağının veya kıkırdağın (menisküs) parçaları yerlerinden kopar ve mafsal boşluğunda rasgele dolaşmaya başlar. Bunun yaptığı etki bir kapıya kalem sıkışmasına benzer. Küçük bir başıboş kıkırdak parçası bile diz mafsalına takılıp mafsalı "kilitleyebilir veya ağrı yapabilir. Tedavi Diz incinmesi için gereken tedavi her incinmeye göre farklıdır. Nispeten küçük diz zedelenmeleri için uygun tedavi yaklaşımı koruma, dinlenme, buz, kompres ve yükseltme olarak özetlenebilir. incittiğiniz zaman dizinizi kullanmayı bırakın. Şişmeyi sınırlı tutmak için buz ve bandaj (sarma, sıkıştırma kullanın. Ağrıyı ve şişmeyi azaltmaya yardımcı olmak için bacağınızı yükseğe kaldırın. Eğer ekleminiz ağır şekilde hasar görmüşse rekonstrüktif cerrahi gerekecektir, belki kemikleri, eğer yerinden çıkmış veya kırılmışsa yerine yerleştirmek için, veya kopan veya yırtılan bağları tekrar yerine bağlamak için çoğu zaman, ufak zedelenmeler için büyük bir yer açmadan küçük bir bölgede yapılan bir işlem olan artroskopi ile tamir edilebilir. Rehabilitasyon Ameliyattan sonra, ilk iyileşme süresi içinde bir destek aracı, aparey veya alçı uygulanabilir. Dizi hareket ettirmenize izin verildikten sonra hareket kapasitesini geri döndürmek ve mafsalın gücünü tekrar kazanması için size bir egzersiz program verilecektir. İyileşmenizi bir fizik tedavi teknisyeni veya rehabilitasyon uzmanı gözlemleyebilir. |
DOLAMA
Dolama, tırnağın çevresindeki derinin yüzeysel bir enfeksiyonu olup en büyük sıklıkla stafilakoklar veya mantar tarafından meydana getirilir. Bu durum genellikle bir şeytan tırnağını ısırıp kopartma gibi bir yaralanmanın veya tırnak dibindeki deriyi bir işleme tabi tutmak veya deri itmek gibi hareketlerin sonucu olur. Tırnağa bitişik olan cildin üzerinde kırmızı, şişkin bölge ile kendini gösterir. Bakteriyel dolama genellikle ani ve ıstıraplı bir enfeksiyondur. Yüzeysel cerahat dolu kabarıklar belirebilir. Tutulan bölgeyi bastırınca cerahat sızıntısı olabilir. Dolamanın bir başka çeşidine mantar enfeksiyonu sebep olur ve bu, şeker hastalığı olan kişilerde ve ellerini uzun süre su içinde bulunduranlarda yaygındır. Mantar enfeksiyonları ağır ağır gelişir, fakat inatçı olma eğilimi gösterir. Bazen hem bakteriler hem de mantar vardır, böylece daha fazla şişme ve cerahate yol açılır. Akut bir enfeksiyon tırnağın çevresinden ve epidermisten dolaşarak bunların altına işleyip ağrılı bir apse meydana gelmesine yol açar. Tırnak dibindeki deri kabarır. Tırnak ayrılabilir. Tırnakta bozulma veya renk atması meydana gelir. Nadir olmakla birlikte, bu enfeksiyon parmağın içine işleyerek tendon dokusuna yayılabilir. Deri boyunca görülen kırmızı çizgiler, bakteriler kanınıza karıştığının işaretidir. Eğer böyle bir durum olursa, doktora gidin. Teşhis için dolamaya hangi tip mikroorganizmanın neden olduğunu belirlemek amacıyla cerahat kültürü yapılabilir. Tedavi Sıcak banyolar: Dokuların iltihapla şişmesini azaltmaya yardım edecektir. Bunları takiben bir antibakteriyel madde (bakteri enfeksiyonları için) sürülebilir veya eğer bir mantar enfeksiyonu varsa yüzde 1 lik gentian violet solüsyonu kullanılabilir. |
DUPUYTREN KONTRAKTURU
Bu hastalık adını 19. yüzyıl başlarında yaşamış ve onu tarif etmiş olan Fransız cerrahı Baron Dupuytren den almıştır. özelliği cildin altındaki dokunun üstünün sertleşmesidir (palmar fascia). Belirtiler - Bir veya birkaç parmağı açamamak, - Avuç içinde küçük bir şişkinlik veya sertlik. Dupuytren kontraktürü genellikle ağrılı değildir, fakat elde ilerleyen bir deformasyon meydana getirebilir. Aynı zamanda ayak tabanında da buna benzer doku sertleşmesi ve çekmesi görülebilir. Bu rahatsızlık en çok yüzük parmağı ve küçük parmakta oluşur fakat herhangi bir parmağı, ayak tabanını hatta penisi etkileyebilir. Hastalığın nedeni bilinmemektedir. Fakat kalıtım öğesi güçlü görülmektedir. Çünkü bu problem aynı ailenin bireylerinde daha fazla görülür. Bir diğer ortak özellik, orta yaşlı erkekler olup bazıları alkolik veya epileptiktir. Bu bağlantının nedeni bilinmiyor. Tek bir travmatik olaya bağlı olma ihtimali fazla değildir. Teşhis Bu hastalığın teşhisi için fizik muayene genellikle yeterlidir. Hasta bölgenin üzerindeki derinin çukurlaşması oldukça karakteristiktir. Derinin altında, hareket ettirilemeyen bir doku şeridi de olabilir. Bileğin pozisyonundaki bir değişiklik kontraktürü etkilemez. Teşhis koyulduktan sonra, hastalığın ilerlemesini gözlem altında tutmak önemlidir. Doktorunuz avuç içiniz aşağı gelecek şekilde elinizi düz bir yüzeye koymanızı isteyebilir. Eğer bu durumda parmağınızı açamazsanız, tedavi gerekebilir. Testin sonucu negatif bile olsa, zaman zaman bu testi tekrarlamanız gereklidir. Sonuç, durumun kötüleştiğini gösterirse, ameliyat yapılabilir. Bu sık rastlanan hastalık, çoğunlukla ağrılı olmamasına rağmen parmakların esnekliğinin gittikçe azalması zaman içinde rahatsızlığa yol açabilir. Fakat birçok vakada tedavi gerekmez. Ameliyat gerekli olduğu zaman sıklıkla, normal hareket yeteneğinin tamamı veya çoğu geri dönebilir, yine de, bazı kimselerde rahatsızlık nüksedebilir. Tedavi Ameliyat Ameliyat, büzüşmüş dokuların çıkarılması ve bazı vakalarda vücudun diğer bölgelerinden alınan derinin bu bölgeye nakledilmesi (gref) ya da diğer cerrahi girişimlerden oluşur. El birkaç gün ya da hafta açık pozisyonda parmaklarla birlikte sarılacak ve daha sonra parmak ve el egzersizlerinden oluşan fizik tedavi başlayacaktır. |
DUSUK TANSIYON (HIPOTANSIYON)
Kan basıncının düşük olması nadir olarak görülen bir durumdur. Genel olarak sağlık açısından her hangi bir tehlikesi yoktur; dahası tansiyonu düşük insanların daha uzun yaşasığını ve kalp ve böbrek hastalıklarına daha az yakalandıklarına dair bulgular mevcuttur. Bununla birlikte, bazı araştırmacılar tarafından sikulatuvar asteni (dolaşım zayıflığı denebilir) denilen bir hastalık tanımlamışlar ve bunun tedavisine yönelik oalrak, kan basıncını yükselten ilaç geliştirmişlerdir. Tansiyon düşüklüğü olanlarda ani kalkışlar sırasında; hafif bir başağrısı ve zihin bulanuklığı olabilir. Bunu engellemenin en iyi yolu pozisyon değiştirirken dikkatli olmaktır. Sürekli yorgunluk ve halsizlik hissedenlerin bazılarında sinirsel kaynaklı tansiyon düşüklüğü olduğu ileri sürülmektedir. Bu kişilerde uzun süre ayakta durmaya, egzersize veya sıcak ortamlarda uzun süre kalmaya bağlı olarak ani tansiyon düşmeleri meydana gelmektedir. Johns Hopkins Universitesinde gerçekleştirilen bir çalışmada, bu tür rahatsızlığı olanlara bol-tuzlu diyet ve kan basıncını yükselten ilaç vermeyi müteakip hastaların %75 inde, yorgunluk şikayetlerinin ortadan kalktığı gözlenmiştir. Benzer bir durum yaşlılarda da meydana gelebilir. Yaşlılarda özellikle yemeklerden sonra kanın sindirim organlarına hücum etmesine bağlı olarak, bir halsizlik hissedilebilir. Bu duruma yemek-sonrası tansiyon düşüklüğü adı verilir ve genellikle tansiyonu yüksek olan hastalarda gözlenir. Bu kişilerde asıl problem, kan basıncının yüksekliğinden dolayı, göreceli olarak dolaşımda azalmış olan kanın hayati organlardan olan beyne pompalanmasının azalmaya uğramasıdır. Eğer böyle bir probleminiz varsa, günde en az 6 bardak su içerek damar içinde dolaşan kan miktarını arttırın ve yemeklerden sonra az bir miktar yürüyün. Kan basıncı düşük olan yaşlılarda ölüm oranının daha fazla olduğunu iddia eden araştırmacılar bulunmakla birlikte, sorunun kanbasıncından kaynaklanmadığını öne sürenler de vardır; bunlara göre sorun kalpten kaynaklanmaktadır ve tedavi edilebilmektedir. |
EGZAMA
Atopik dermatit oalrak da bilinen egzama, allerjik bir deri hastalığıdır. Yeni doğanlarda, çocuklarda ve genç yetişkinlerde sık olarak gözlenir. Kaşıntılı, kalınlaşmış, kırmızı alanlarla kendini gösterir ve vücudun değişik yerlerinde olabilir. Kaybolup tekrar ortaya çıkabilir ve astım gibi allerjik hastalıklarla birlikte bulunabilir. Tedavide genelde steroidli pomadlar kullanılmaktadır. Ancak uzun süre bu tür tedaviler almış ve tedavi olamamışsanız, aşağıdaki tedavi yöntemi sizin için uygun olabilir. - Diyetinizden süt ve tüm süt ürünlerini çıkarın. - Günde iki kez 500 mg kuş üzümü yağı veya bulamıyorsanız 50şer gram kuş üzümü yiyin. 12 yaşından daha küçükler için miktarların yarısını verin. Buna 6-8 hafta devam edin. - Sizi rahatlatacak herhangi bir yöntem bulun, bu hipnoz olabilir. Hipnozun allerjik durumlarda fayda sağladığını ortaya koyan sonuçlar vardır. - Kaplıcalar egzamada son derece faydalı olabilir. Bunun için uzun süre her gün kaplıca suyu ile yıkanmanız gerekir. Bu süre içerisinde ilaç kullanmamanız daha iyi olabilir. - Sarı sabır bitkisinden elde edilen krem ve nergis losyonu etkilenen bölgelere sürülebilir. - Protein tüketiminizi azaltın, günlük kalori alımınızın %10unu geçmesin. Protein kaynağı olarak hayvansal ürünler yerine bitkisel ürünleri tercih edin. - Doğal şartlarda yetiştirilmiş sebze ve meyveleri tüketin, suni gübre ve ilaçlarla yetiştirilen besinlerden uzak durun. - omega-3 yağ asitlerini daha fazla tüketin. - hidrojenize veya kısmen hidrojenize yağlardan kaçının (margarinler, hamburger yağları...) - banyodan sonra sadece kurulanın, derinizi ovalamayın. |
EKTODERMAL DISPLAZI (Ectodermal Dysplasia)
Deri ve derinin eklerinin (saç, tırnaklar, dişler ve ter bezleri) gelişim bozukluğu ile kendini gösteren kalıtımsal bir hastalıktır. Ektodermal displazinin çok sayıda tipi bulunmakla birlikte en sık rastlanılan tipi; X-kromozomuna bağlı olarak geçiş gösteren anhidrotik ektodermal displazidir (terleme yokluğu/azlığı ile birlikte olan tipi) ve sadece erkeklerde gözlenir. Otozomal kromozomlara (cinsiyet kromozomları dışındaki kromozomlar) bağlı olarak dominant (baskın) geçiş gösteren diğer bir tipi ise hem erkek hem de kız bebeklerde aynı oranda gözlenir. Otozomal dominant tip ile X-geçişli tipde gözlenen şikayetler ve belirtiler aynıdır. Ektodermal displazide, derinin tüm ekleri değişik derecelerde etkilenmiş olabilir. Anhidrotik ektodermal displazide ter bezlerinin anne karnında iken gelişmemesi sonucu meydana gelir. Etkilenen bebeklerde vücut sıcaklığının kontrolünde sorun vardır ve çok hafif hastalıklarda bile son derece yüksek ve tehlikeli ateş yükselmesi gözlenebilir, çünkü teleyerek ateşin kontrol mekanizması ortadan kalkmaktadır. Yetişkin hastalarda ise sıcak ortamlarda bulunmak ve çalışmak zorlaşır. Mukozaların (vücudun iç boşluklarını döşeyen deri) tutulduğu hastalarda burunla ilgili kronik enfeksiyonlar daha sık gözlenir, solunum yolu enfeksiyonları artmıştır ve burundan sürekli kötü kokulu bir akıntı gelebilir. Saç telleri çok ince olabilir veya saçta dökülmeler görülebilir. Cİlt ince ve rengi açık olabilir. Diş gelişimi anormaldir ve bir çok diş eksik olabilir. Bu hastalıktan korunmak için yapılması gereken en önemli şey; ailesinde ektoermal displazi olduğu bilinen anne - babaların hamilelik öncesi genetik danışmanlık hizmetleri için için ilgili bir birime müracaat etmeleridir, hamilelik sırasında hastalığın saptanmasını sağlayacak bir analiz bulunmamaktadır. Belirtiler ve Şikayetler - diş sayısının az olması - sivri dişler - diş çıkmasının gecikmesi - terleme yokluğu - gözyaşı yokluğu (nadiren) - ince deri - cilt rengi açıklığı - kötü kokulu burun akıntısı - sıcağa tahammül edememe - vücut sıcaklığınd aani yükselmeler - ince saş telleri - saç yokluğu - tırnaklarda şekil bozukluğu (kalınlaşma) - burunda basıklık Tanı Biyopsi ile tanı konur (deri ve mukozalardan örnek alınır). Tedavi Ektodermal displazinin özel bir tedavisi yoktur. Tedavide genelde kozmetik yöntemler kullanılır: Takma diş veya protez, saç için peruk gibi çözümler kullanılabilir. Gözlerde kurumayı engellemek için sentetik gözyaşı damlaları kullanılabilir. Burundaki akıntıları ve enfeksiyon gelişimini engellemek için sık sık bir hekim tarafından burun iç kısmının temizlenmesi gerekebilir. Erken yaşlarda panaromik diş grafisi çekilir. Erken aşamada protezlerin kullanılması yüzde yapısal anomalilerin ortaya çıkmasını önleyebilir. Daha yeni yöntemlerden biri de protetik dişlerin içine yerleştirildiği kemik implantları kullanmaktır. Vücut sıcaklığının kontrolü sürekli bir problem olabilir; sık sık soğuk su ile duş almak, serin ortamlarda bulunmak ve serinletici spreyler kullanmak gerekebilir. Aktiviteler, giysiler, soğutma yöntemleri ve hatta daha serin iklimli bir yere taşınmak gerekebilir. Anhidrotik ektodermal displazili hastalarda atopik ekzema da sıktır ve tedavi edilmelidir. Hastaların çoğunun derisi kurudur ve nemlendiriciler kullanılmalıdır. Palmoplantar keratoderma varsa keratolitikler kullanılır. Bu hastalıkla birlikte bulunabilecek yarık damak ve dudak, uretral stenoz, vaginal adezyonlar, mukozal ve kutanöz malignite, sindaktili ve diğer yapısal anormallikler için cerrahi tedavi gereklidir. Mukozal lökoplaki ve atrofik deri bulunursa malignite açısından; diskeratozis konjenita varsa kan diskrazileri için düzenli izlem gereklidir. Tırnak distrofisi olan hastalarda özel ayakkabı kullanılmalıdır. Akut paronişi varsa antibiyoterapi uygulanır. Sonuç Ektodermal displazi hayat boyu sürecek ve gerekli önlemler alındığında hayatı tehdit etmeden kontrol edilebilecek bir hastalıktır. Ancak özellikle vücut sıcaklığının kontrolü konusuna özellikle dikkat edilmelidir. Ateş yükselmesine bağlı havale geçirilebilir, bu konuya özellikle dikkat edilmelidir. Ayrıca vücut sıcaklığındaki aşırı yükselmeler beyinde hasara neden olabilir. |
EPIGLOTIT (NEFES BORUSU KAPAKCIGI ILTIHABI)
Epiglotit nefes borusunun üstündeki ufak kıkırdağın iltihabıdır. En sık 2-5 yaş arasındaki çocuklarda görülür ama yetişkinlerde de rastlanır. Erkeklerde kadınlardan, beyaz ırkta diğerlerinden daha sıktır. Epiglotit bakteri enfeksiyonudur. Hodgkin hastalığı, lösemi ve bağışıklığı yok edici hastalıklar epiglottitisli ortam yaratırlar. Belirtiler - Boğaz ağrısı - Ateş, - Yutma zorluğu - Kısık-boğuk ses. - Nefes alma güçlüğü (acil). Teşhis Epiglotit belirtileri farenjit ve bademcik iltihabı belirtilerine benzer. Çocuğunuzda boğaz ağrısı görülür ve yutma çok güçleşir. Ateşlenirler ve sesleri kısılır. 1-2 günden uzun sürerse doktora başvurun. Doktor boğazını muayene edip, kültür testi yaptırmak için örnek alacaktır. Bakteri bulunursa, doktor antibiyotik tedavisine başlar. Belki boğaz röntgeni de ister. iltihap hızlı bir şekilde başlayıp 1-2 saatte akut hale gelir. Küçük dil şişince nefes borusunu tıkayıp nefes almayı güçleştirebilir. Kişi boynunu ileri uzatıp öne eğilerek daha yi nefes almaya çalışır. Böyle bir durumda derhal ambülans çağırın ve hastaneye ulaşın. Tedavi Genelde antibiyotik tedavisiyle bakteri yok edilebilir. Çok güç nefes alma hallerinde nefes borusundan içeri tüp sokularak nefes almaya yardımcı olunur (tracheostomi). |
EPILEPSI (SARA)
Epilepsi (nöbetleri), beyindeki ani elektriksel aktivite artışları sonucu meydana gelen ve beynin normal işlevlerini hasara uğratan bir durumdur. Epilepsili hastalar, genelde doğumsal olarak bu hastalığı taşırlar, ancak bazılarında daha sonraki yıllarda (kaza sonrası gibi) gelişebilir. Epilepsi ataklarının şiddeti çok değişken olabilir. İlk kez gözlendiğinde kesinlikle bir acil servise ve nöroloji uzmanına müracaat etmek gerekir. Epilepsi tedavisinde antikonvülzan adı verilen ilaç grubu kullanılır, bunlar genelde yatıştırıcı etki gösterirler. Bunlardan en eskisi fenobatbital ve fenitoindir. Şu an için piyasada bu amaçla kullanılan çok sayıda ilaç bulunmaktadır. İlaçlarınızı kesinlikle bir nöroloji uzmanının kontrolünde kullanmanız gerekir. Epilepsi için önerilen tedaviye yardımcı yöntemlerden birisi ketojenik diyettir. Bu diyet yüksek oranda yağ, az miktarda karbohidrat ve protein ile sınırlı miktarda sıvı içerir. Bu diyet vücutta keton cisimlerinin artmasına yani ketozise neden olur. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte bu durum (ketozis) epilepsi ataklarının sıklığını ve oluşumunu azaltır. Özellikle 1-10 yaş arasındaki çocuklarda ve ilaçlarla yeterli derecede tedavi edilemeyen (ilaçlardan fayda görmeyen) hastalarda etkilidir. Yetişkinlerde ve adölesan dönemde etkin olmadığı gözlenmiştir. Aşağıda epilepsi hastalarının tedavilerine yardımcı olabilecek bazı öneriler sunulmuştur, ancak BU YÖNTEMLERDEN FAYDA GÖRSENİZ BİLE KESİNLİKLE HEKİMİNİZE DANIŞMADAN İLAÇALRINIZI BIRAKMAYI VEYA İLAÇ DOZUNU DEĞİŞTİRMEYİN. - uyarıcı özelliğe sahip tüm alışkanlıklarınızı bırakın: tütün, kahve, kola, çikolata gibi. - yemeklerle birlikte hergün 3 kez 500 mg kalsiyum ve 250 mg magnezyum alın. Bunlar sinirlerin aşırı uyarılabilirliğini azaltmaya yöneliktir. - vitamin - E alın. bu konudaki çalışmalar yetersiz olmakla birlikte, fayda sağladığı hastalar bulunmaktadır. önerilen doz 40 yaş altındakiler için 400 IU / gün, daha yaşlılar içinse günde 800 IU dir. - solunum egzersizleri ve stres kontrol egzersizleri yapın. - bu yöntemler muhtemelen ilaç kullanma gereksiniminizi ortadan kaldırmayacaktır, ancak uzun sürede ilaç dozunu azaltmanıza yardımcı olacaktır |
FARENJIT
Farenks (Pharynx) bademciklerle ses kutusu arasında kalan kısımdır. Dolayısıyla farenjit boğaz ağrısı denilen hastalığın başka bir adıdır. Bu akut veya kronik olabilir. Akut farenjite sebep ya bir bakteri (beta-streptococcus) veya bir virüstür. Beta-Streptococcus hastalığına strep throatı adı da verilir. Kronik şekli sürekli sinüs, akciğer veya ağız enfeksiyonundan olabilir ve sinüslere yayılır. Belirtiler: - Boğaz ağrısı, - Yutma güçlüğü, - Ateş. Ayrıca çok alkol, sigara veya kötü, dumanlı hava solumak da başlıca sebepleri arasındadır. Teşhis Boğazınız kızarıp şişerek, yutkunmayı ve bazen soluk almayı bile zorlaştırabilir. Cerahat da görülebilir. Boğazınızda yanma hissedebilirsiniz. Bu belirtiler birkaç günden fazla sürerse doktorunuza başvurun. Doktorunuz boğazınızı muayene edecek ve enfeksiyon etkeninin bir bakteri olup olmadığını belirlemek için, laboratuvara gönderilmek üzere bir kültür örneği alacaktır. Ayrıca burun ve solunum yolları enfeksiyonu gibi diğer hastalıklar yönünden de muayene edecektir. Tedavi Çoğunda tedavi gerekmez. Ancak bakterinin yaptığı farenjit için antibiyotik verilebilir. Virüs nedeniyle olanlarda antibiyotiğin yararı olmaz. Bol bol dinlenmeli, aspirin veya benzer bir ilaç olmalı ve günde birkaç kez ılık tuzlu suyla gargara yapmalısınız. Pastiller de rahatlatabilir. Yumuşak yiyecekler yiyerek boğazınızı tahrişten kaçınabilirsiniz |
FIBROZ DISPLAZI
Bir ölçüde Paget hastalığına benzeyen fibröz displazide kemik dokusunun anormal kistik büyümesi söz konusudur. Bu hastalıkta kemik dokusu daha çok fibröz yapıdadır. Nedeni bilinmeyen bu hastalık genellikle ilk çocukluk döneminde ortaya çıkar ve birden fazla kemiği etkileyebilir. Fibröz displazinin bir tipi, kızlarda erken cinsel olgunlaşma (Albright sendromu) ile birlikte görülür. Belirtiler - Özellikle bacağın alt bölümünde kemik ağrısı, - Yürüme zorluğu, - Nadir olarak kırıklar ve birçok kemikte şekil bozukluğu, - Çoğu kez herhangi bir belirti vermez. Teşhis Fibröz displazinin varlığı, kemik röntgenleri ve biyopsi yapılarak kemik dokusundan alınan örneğin laboratuvarda incelenmesi ile doğrulanır. Tedavi Fibröz displazi tedavi edilebilen bir hastalık değildir, ancak kemiklerdeki aşırı fıbröz büyüme ameliyatla çıkarılabilir. Kemik grefi de (başka bir kemikten alınan dokunun etkilenen bölgeye yerleştirilmesi) gerekli olabilir |
FITIKLAR
Çoğu kimse fıtığı ağır kaldırmanın bir neticesi olarak düşünür. Esasında fıtığın genel olarak belirli bir nedeni yoktur. Herhangi bir kimse hatta yeni doğmuş bir bebeğin bile fıtığı olabilir. Karın içi organlarımız ince bir kas örtüsüyle yerlerinde tutulurlar. Bu organlardan birinin herhangi bir kısmı bu kas örtüsünün zayıf bir yerinden dışarı çıkar ve fırlarsa veya bu kas duvarını yırtarsa, fıtık oluşur. Belirtileri - Eğilirken veya bir şey kaldırırken rahatsızlık duymak; - Kasıkta hassas bir kitle bulunması. Karın bölgesini etkileyen üç tip fıtık vardır. Kasık (inguinal) uyluk (femoral) ve göbek (umblikal) fıtığı. Başka bir fıtık da hiatal fıtıktır. Bu da diyaframın yemek borusuna açılan deliğinden (midenin bir bölümünün) fırlamasıdır. Eğer sıkışan bağırsak parçasına kan gitmezse buna bağırsak düğümlenmesi denir. Kasıkta Görülen Fıtık Erkeklerde fıtık ekseriyetle testise uzanan sperm kordonunun karından çıkıp skrotuma (torba) girdiği yerde belli olur. Bu geçitteki (halka) bağ dokusu (dış kasık bağı) zayıflarsa, bağırsağın bir bölümü buradan dışarı çıkabilir ve kasık bölgesinde bir kitle oluşturur. Bu doğrudan (direkt) kasık fıtığıdır. Karından çıkan bir bağırsak kitlesi sperm tüpünün yolunu izleyip skrotumdan (torba derisinden) içeri girerse buna dolaylı (endirekt) kasık fıtığı denilir. Bu fıtık çok sancılı olabilir ve skrotumu şişirebilir. Bu iki tür fıtık erkeklerde görülen her 5 fıtığın dördünü oluşturur. Kadınlarda kasık fıtığı az görülür ve karından mesaneye idrar yolu geçitleri saran dokularla bir araya geldiği yerde meydana gelir. Uyluk Fıtığı Özellikle şişman veya hamile kadınlarda görülür ve uyluğun üst kısmındadır. Ana kan damarlarını (uyluk arteri) bacağa taşıyan kanalda oluşur. Bu fıtık ekseriyetle kasıkta görülen fıtıktan biraz aşağıdadır. Uyluk fıtığının düğümlenmesi olasılığı diğer bütün fıtıklardan daha fazladır. Göbek Çevresi Fıtığı (Paraumilical Hernia) Bu tür fıtığa çok daha az rastlanır. Göbeği saran karın duvarındaki zayıflık nedeniyle göbekte bir kitle meydana çıkar. Bazı yeni doğmuş bebeklerde buna benzer bir problem görülür ve ona göbek fıtığı denir. Bu türde bağırsağın bir kısmı bir kısmı kanına dönmek yerine göbek kordonunda kalmıştır. Kesi Yeri Fıtıtı (Incisional Hernia) Cerrahi bin müdahaleden sonra gerektiği gibi eski halini almayan bir karın duvarı fıtık yapabilir. Bu tip fıtıklar genellikle az problem yaratır. Fakat bağırsakların bir bölümü fıtıktan dışarı çıkıp rahatsızlık verebilir. Baskı yapılarak karın duvarından geri (içeri) itilemeyen fıtıkların sıkışmış ve düğümlenmiş olması mümkündür. Tedavi edilmezse, düğümlenmiş ve sıkışmış olan kısım dolaşan taze kandan oksijen alamaz. Neticede kangren olur. Bu da hayatı tehlikeye atan ve derhal ameliyat gerektiren bir durumdur. Tedavi Ameliyat : Birçok fıtık için en iyi tedavi fıtığı ameliyatla karına geri itmek ve karın duvarındaki zayıf adaleyi dikmektir. Ameliyattan aşağı yukarı bir ay sonra güç gerektiren normal hareketlerinizi yapmaya başlayabilirsiniz. Diğer Tedaviler Korsa giymek kabul edilebilir bir fıtık tedavisi şekli değildir. Doktorunuz ameliyattan önce problemin ilerlemesini önlemek üzere korse giymenizi isteyebilir. Bu kalıcı bir çare değildir. |
FOLIK ASIT EKSIKLIGI
Folik Asit Eksikliği Erkeklerde Kısırlığa mı Neden Oluyor ? Vitamin B9 olarak da bilinen Folik asit, özellikle sebzelerde, portakal suyunda ve tahıllarda bulunuyor. Bugüne kadar folik asitin, özellikle hamilelik döneminde bebeğin sağlıklı bir şekilde gelişimi için olan önemi üzerinde durulmakta idi. Ancak Kaliforniyalı araştırmacılar folik asit ile ilgili yaptıkları bir çalışmanın sonucunu açıkladıklarında, bu vitaminin farklı bir rolü üzerinde de durulmaya başlandı. Araştırma sonuçlarına göre erkeklerde genelde kısırlıkla birlikte olan sperm sayısı azlığı durumunda aynı zamanda folik asit (bir tipi) eksikliği de bulunduğu saptandı. Araştırmacılardan Lynn Wallock (Oakland Araştırma Enstitüsü Çocuk Hastanesinde araştırma görevlisi), yaptığı açıklamada sonuçların erkek üreme sağlığı açısından önemli olduğunu gösterdiğini belirtti. Ancak Kaliforniya Üniversitesi üroloji bölümü öğretim görevlilerinden Paul Turek, sperm sayısının erkek üreme yeteneğinin ancak bir kısmının göstergesi olduğunu belirterek söz konusu çalışmada incelenen sperm sayısı düşük erkeklerin çoçuk yapıp ypamadıklarının incelenmediğini ve erkeğin üreme yeteneği bakımından normal olması için mutlaka normal sperm sayısına sahip olmasının gerekli olmadığını söyledi. 24 sigara içen ve 24 sigara içmeyen erkeğin incelendiği çalışmada aynı zamanda, düşük folik asit seviyesinin sperm içindeki DNA bozuklukları ile de ilişkili olabileceği saptandı. Wallock, bu durumun bebeklerdeki doğumsal defektlerle ve yavrunun ileri yaşlarda orataya çıkabilecek kanser hastalıkları ile de ilişkili olabileceğini söyledi. Çalışmanın tamamı Fertility & Sterility dergisinin son sayısında yayınlandı. Wallock, "Bazen sperm sayısını normal düzeyde saptayabiliriz, ancak sperm içindeki DNA hasarlı olabilir. Sperm hücresi DNA içeriden bir paket taşıyıcısıdır. Taşıyıcı paketi çok iyi bir şekilde yerine ulaştırabilir, ancak paket açıldığında içindeki DNA nın hasarlı olduğu ortaya çıkar" dedi. Ancak bu tespit de öncekiler gibi eleştirilere maruz kaldı. Turek, bu çalışmanın folik asit düzeyi ile doğumsal defektler arasındaki potansiyel riski ortaya koyamayacak kadar basit olduğunu belirtti ve bu çalışma ile tür spekülasyonları ortaya atmanın erken olduğunu söyledi. Oregon Sağlık Bilimleri Üniversitesinden Peter Sutovsky, bu çalışmanın gereksiz yere bazı sigara içenlerin çocuklarına kanser bulaştıracakları (geçirecekleri) korkusuna yol açabileceğini söyledi. Ve bu çalışmada sigara içenlerde sadece bir folik asit tipinin eksikliğinin saptandığının altını çizdi. Çalışmadaki sigara içenlerin sigara içmeyenlere göre daha yüksek sperm sayılarının olduğuna dikkat çeken Sutovsky, sigara içenlerin spermlerinde DNA hasarı bulunma oranının daha yüksek olmasından dolayı vücudun üretkenliği koruyabilmek için daha fazla miktarda sperm ürettiğini ortaya attı. Bu üç araştırmacının konu üzerindeki birleştikleri ortak konu ise, erkek üreme sağlığının devamı için iyi bir diyetin gerekli olduğu. Turek, kısırlık problemi olan erkeklerin iyi yemeleri, iyi uyumaları, streslerini azaltmaları ve vücutlarına bir mabet yeri gibi özenli davranmaları gerektiğini söyledi. "İyi üreme sağlığı iyi bir beden sağlığı ile mümkündür" dedi. Wallock, erkeklerin her gün 5-9 porsiyon sebze ve meyve yemeleri gerektiğini söyledi. 1998 yılında devletin aldığı kararla belirli yiyeceklerin foli asit ilave edilerek güçlendirildiğini ve çoğu erkeğin yeterli miktarda folik asit aldığını belirtti. Bununla birlikte folik asit ilavesinin tam etkisinin bilimediğini söyleyen bayan araştırmacı, yüksek miktarda alkol alan, bazı mide ve barsak rahatsızlıkları bulunan ve kanser tedavisi için antifolat ilaçlar kullanan erkeklerin besinlerdeki folik asitten yeterince faydalanamayacaklarını iave etti. Ne Yapmalı ? Eğer bebeğiniz olmuyorsa (erkek veya dişi olmanız farketmez) yediklerinizi gözden geçirin. Wallock, bu küçük çaplı araştırmanın bile beslenme ile erkek üreme sağlığı arasında olası ilişkiler olabileceğini gösterdiğini söyledi ve folik asit yemek konusunda da aşırıya kaçmamak gerektiğini, çünkü nadir de olsa aşırı folik asit tüketiminin hastalığa neden olabileceğini söyledi. |
GALAKTORRHEA
Normal olarak, sadece doğum yaptığınızda veya 1-2 gün evvel süt salgılarsınız. Eğer bunun dışında memelerinizden süt sızarsa olağan dışı bir durumunuz var demektir; buna galaktorrhea (Yunanca gala: süt, rhoia: akıntı) denir. Araştırmacılar vakaların yüzde 50 sinde sebebin bulanamadığını, yüzde 25 de sebebin, prolaktinma denilen bir tür hipofiz tümörü olduğunu söylemektedirler. Bu tümör genellikle selim olmasına karşın, süt üretimini düzenleyen prolaktin hormonu salgılar. kalan yüzde 25te galaktorrhea çeşitli nedenlere bağlı olabilir (Örneğin, hipertiroidizm belirtisi veya bir ilacın yan etkisi), Galaktorrhea ya sebep olan ilaçlar methildopa (yüksek tansiyon için kullanılan bir ilaç), phenotiazinler (bir müsekkin grubu) depresyona karşı çeşitli ilaçlar ve dekstroamfetamin içerirler. Belirtiler - Genellikle her iki meme başından beyazımsı veya yeşilimsi akıntı; - Amenore ile birlikte olabilir. Teşhis Doktor memenizi ve (bazen kanserle birlikte görülen kanlı akıntı olmadığından emin olmak için) memeden gelen sıvıyı inceleyecektir. Tıbbi olarak tarihçeniz, galaktorrheanın aldığınız bir ilacın yan etkisi olup olmadığını aydınlatır. Prolaktin seviyenizi belirlemek için kan testleri ve hipotalamus ve hipofizin CT scani (bilgisayarlı tomografi) yapılabilir. Galaktorrhea bir hipofiz tümöründen kaynaklanmadığı takdirde sağlığınızı tehdit etmez. Bu cins tümörler yavaş gelişir ve bazıları sonunda olduğu gibi kalır. Çoğunlukla ilaçla tedavisi başarıyla sonuçlanır. Eğer başarısız olursa ameliyat veya radyoterapi kullanılabilir. İlaç Tedavisi Hipotiroidizm için tiroksin verilir. Hipofiz bir tümörünüz varsa veya testten galactorrhea için hiçbir izahat alınamıyorsa, doktorunuz muhtemelen tümörü küçültebilmek, prolatin seviyesini düşürebilmek için bromokriptin verecektir. Bromoktriptin, çoğunlukla belirlenmeyen bir sebepten de olsa, galaktorrhea yı tedavi eder. Ameliyat Büyük bir hipofiz tümöründe ameliyat gerekli olabilir. Çünkü bu tümörler yeniden gelişebilirler. Uzun süreli bir bromokriptin tedavisine veya radyoterapi ye ihtiyacınız olabilir. |
GANGLION
Ganglion, cildin altında beliren bir şişliktir, genellikle el bileğinde olur fakat bazen ayağın üst kısmında veya bileğin (el) iç tarafında veya parmaklarda olabilir. Belirtileri - Bilekte bir şişkinlik - Bu şişkinlikle birlikte ağrı, özellikle bilek açıldığı veya eğildiği zaman bulunabilir fakat genelde bu şişlik ağrısızdır. Bir mafsal veya tendon içine sızmış olan koyu bir sıvının birikmesinden meydana gelir. Genellikle dokunulduğunda esnektir ve çeşitli büyüklüklerde olabilir. Teşhis Bir fizik muayene yapıldıktan sonra, başka sorunların varolmadığından emin olmak için bazı testler ve röntgen gerekebilir. Teşhisi doğrulamak için bazen ultrason incelemesi yararlı olur. Esas itibariyle zararsızdır. Fakat bileğinizde veya ayağınızda bir şişlik fark ederseniz, habis bir tümör gibi diğer nedenleri saf dışı bırakmak için bir doktora danışın. Eğer ganglion ağrılıysa doktorunuz ameliyat veya diğer yollarla rahatlama sağlayabilir fakat çoğu durumlarda bu zararsız küçük şişlik tedavi gerektirmez ve yaşayışınızı etkilemez. Tedavi, Ameliyat Doktorunuz ganglionu birkaç yerden iğneyle deldikten sonra üzerine basınç uygulayarak patlatabilir veya içindekileri iğneyle çekebilir. Çoğu vakalarda ameliyat gereksiz görülür fakat gangliyon ağrılı ise ve direnaja cevap vermiyorsa cerrahi olarak çıkartılabilir |
GILBERT HASTALIGI
Doğumsal ve ailevi bir hastalıktır. Nadiren görülür. Hafif olan olgularda hastalığın farkına varılmaz. Mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte, karaciğer hücreleri kandaki bilirubini alamamaktadır. Bazı hastalarda karaciğer içerisine giren bilirubinin ancak bir kısmı konjüge hale çevrilebilir. Bu durumda indirekt bilirubin 10 mg a kadar çıkabilir. Hafif derecede bilirubin artışı ile seyreden bir hastalıktır. Serumda indirekt bilirubin değerlerinin arttığı gözlenir. Toplam bilirubin düzeyi 2-5 mg civarındadır. Doğuştan olmakla birlikte, 15-45 yaşlarında ve erkeklerde sık olarak görülür. Zararsız bir sarılık türüdür. Hastalarda bilirubinin arttığı dönemlerde hafif bir halsizlik, bulantı ve karın üst kısmında ağrılar meydana gelebilir. Karaciğer ve dalakta büyüme olmaz. Karaciğer testleri ve SGOT, SGPT değerleri normaldir. Karaciğer biyopsisi normaldir. Hemolitik anemi hastalığı ile karışabilir, ancak kan sayımı ile kolayca ayırt edilebilir. Hastalık şiddetlenme ve hafifleme şeklinde seyreder. Yorgunluk, açlık, heyacan ve üzüntülerin sarılığın ortaya çıkışında ve alevlenmesinde etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Tedavi gerektirmez, sarılık bir kaç günde kendiliğinden kaybolur. Uzun süren sarılıklarda barbitüratlar verilebilir. |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:46 . |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Dizayn ve Kurulum : Makinist