..:: BİLGİ VADİSİ ::.. BİLGİ VADİSİ RSS   TWİTTER   BİLGİ VADİSİ FORUM FACE GRUBU  

Anasayfa Kimler Çevrimiçi Bugünkü Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   ..:: BİLGİ VADİSİ ::.. > GENEL KONULAR > TARİH KÖŞESİ > Efsaneler Ve Destanlar
Google

   

 
Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Eski Türk Edebiyatı
Konudaki Cevap Sayısı
18
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
1341

Yeni Konu aç Cevapla
 
Seçenekler Stil
Eski 08.06.11, 01:23   #11
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Türkçe, Ural-Altay dil gurubunun Altay koluna dahil bir dildir. Türk'lerin tarihine paralel olarak Türkçe'nin yayıldığı coğrafi alan çok geniştir. Bugünkü Moğolistan'da Karadeniz'in kuzeyinde, Balkanlarda, Doğu Avrupa'da, güneyde Anadolu ve Irak'da, Kuzey Afrika'nın bir bölümünü içine alan geniş bölgede, Türkçe konuşan Türk halkları yaşamaktadır. Bu kadar büyük bir alan içinde konuşulan Türkçe, pek çok lehçe, şive ve ağız farklılıkları göstermektedir. Tarihi gelişimi içinde Türkçe, VIII-XIII. Asırlar arasında Eski Türkçe, XIII-XX. Asırlar arasında Orta Türkçe, XX asırda yeni Türk Yazı Dilleri ana başlıkları altında üç gurupta incelenmektedir. Türkiye Türkçesi, Orta Türkçenin, Batı Türkçesi kolunun günümüzde kullanılan bölümüdür. Batı Türkçesinin ikinci devri olan Osmanlıca (Osmanlı Yazı Dili) İstanbul'un fethinden Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar XV-XX. asırlar arasında devam eden yazı dilidir. Bu dönemde, Arapça ve Farsça unsurlar Türkçeyi büyük ölçüde istila etmiş, Osmanlı yazı dili. Üç dilden oluşan yapma bir dil haline gelmiştir. Beş asır süren Osmanlıca döneminde Türkçe kendi tabii gelişmesini sürdürememiştir. 1908 Meşrutiyetinden sonra Türkiye Türkçesine geçiş hareketinin hazırlıkları 1911'de Selanik'de başlayan "Yeni Lisan" hareketi ile şekillenmişti. Cumhuriyetten sonra 1928'de yapılan Harf İnkılabı ile Arap harfleri terk edilip Latin harflerinin kabulü Türkçenin yabancı unsurlardan kurtarılmasını hızlandırdı. Türk dilini araştırmak ve tabii mecrasında gelişmesine katkıda bulunmak üzere 1932 yılında Türk Dil Kurumu kuruldu. Bu çalışmalarla, bugün Türkiye Türkçesi, yabancı unsurlardan arınmış, tabii mecrasında gelişmeye devam eden edebiyat ve kültür dili olarak yaşamaktadır. Türk Edebiyatı, Türklerin dahil oldukları üç medeniyet ve kültür dairesine paralel olarak üç safhada incelenmektedir. İslamiyetten önceki Türk Edebiyatı, İslamiyetten sonraki Türk Edebiyatı ve Batı tesirindeki Türk Edebiyatı. İslamiyetten önceki Türk Edebiyatı, Türklerin Orta Asyada yaşadıkları devirlerde bütün Türk boyları arasında müşterek ve büyük bölümü ile sözlü olan edebiyattır. Türk dilinin tespit edilebilen en eski yazılı metinleri VII. Asrın sonlarına ve VIII. Asrın ilk yarısına ait olan dikili taşlardır. Bunlar arasında yer alan 732'de Kültigin, 735'de Bilge Kağan, 720'de Tonyukuk adına dikilen Orhun Anıtları gerek muhtevaları, gerekse mükemmel dil ve üsluplarıyla Türk dili ve edebiyatının ve tarihinin şahaserleri arasında yer almaktadır. Bu dönemden günümüze ulaşan Türk destanları arasında Yaratılış, Saka, Oğuz Kağan, Göktürk, Uygur, Manas destanları sayılabilir. XIV. asırda yazıya geçirilen "Dede Korkut Kitabı" destan döneminin hatıralarını saklayan, gerek muhteva gerekse dil ve üslup mükemmeliyeti bakımından Türkçenin şaheserleri arasında yerini daima muhafaza eden çok değerli bir eserdir.

1071 Malazgirt zaferi ile birlikte yaşayan Türklerin Anadoluya göçleri sonucunda kurulan Anadolu beylikleri, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğu dönemlerinde Türk Edebiyatı iki kolda gelişme göstermiştir. Klasik Türk Edebiyatı veya Divan Edebiyatı adıyla anılan arap-fars geleneğine dayalı Türk Edebiyatı ve Orta Asya geleneğine dayalı Türk Halk Edebiyatı. Divan şiirinin kökleri islam öncesi Arap şiirine dayanır. Bu şiir tarzı islamiyetten sonra, bu dine giren çeşitli milletlerin katkısı ile önce Arapçada, daha sonra Farsçla ile Doğu ve Batı Türkçelerinde, en sonra da Hint müslümanlarının yazı dili olan Urduca'da gelişmiştir. İslami edebiyatların şiir tipi ortak teknik malzeme (şekiller, temalar, motifler) ile ortak bir dünya görüşünü ve estetik kavramını benimsemiştir. Ayrıca İslam dininin sınırlı oranda da bu dinin yayıldığı çevrelerdeki eski kültürlerin etkilerinin ürünleridir. İslam kültürü, ortak islam edebiyatının şekil ve tekniği, zevki, hayat görüşü, temaları, motifleri, Türklerden önce müslüman olarak bir islami edebiyat geliştiren İranlıların aracılığı ile Türk Edebiyatına girmiştir. Divan şairlerinin müstakil dünya görüşleri ve felsefeleri yoktur. Hepsi aynı fikirleri değişik bir biçimde söylemişlerdir. Şairin kişiliğini ve büyüklüğünü, söyleyiş orjinalliği ve güzelliği sağlar. Divan şairi daima aşıktır. Bu aşk onulmaz dert olmakla beraber şair bu dertten memnundur, onlara göre bu derdin dermanı gene bu derdin kendisidir. En başarılı ve tanınmış divan şairleri Baki, Fuzuli, Nedim ve Nefi'dir. Türk Edebiyatı, İslamiyetin kabulünden ve tarihindeki siyasi gelişmelerden dolayı iki farklı tarzda gelişme göstermiştir. Saray, konak, medrese ve bunlara yakın çevrelerde tahsilli kişilerin yarattığı ve takip ettiği Divan Edebiyatı ile eğitimleri daha çok sözlü kültür birikimine dayanan daha çok kırsal kesime ve yeniçeri ocaklarına has olan Halk Edebiyatıdır. Divan Edebiyatı başlangıçta iki yabancı gelenek olan Arap-Fars edebiyat geleneğine kurulmuş zaman içinde taklidi aşan Osmanlı terkibi ve uslübuna ulaşarak milli edebiyat hüviyetini kazanmıştır. Bugün de bir ölçüde yaşamakta olan Türk Halk Edebiyatı geleneği, Türklerin Orta Asya Edebiyat geleneklerinin islamiyet ve yeni yaşayış şart ve şekilleri içinde tekabül etmiş milli edebiyatlarıdır. Türk Halk Edebiyatı, dış yapıda ve bir ölçüde icra töresinde müştereklik gösteren muhteva ve fonksiyonları ile farklı olan Anonim, Aşık ve Tekke Edebiyat tarzından oluşur. XIII asrın ikinci yarısıyla XIV. Asrın başlarında yaşamış olan Yunus Emre, şiirde çığır açmış büyük sofi ve şairdir. Yunus Emre, Divan, Aşık Tekke ve Tasavvuf Edebiyat tarzlarının her üçünde de etkili olmuştur. Karacaoğlan, Aşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Kayserili Seyrani, Aşık edebiyatının önemli temsilcileri arasında yer alırlar. Çağdaş Türk Edebiyatı, 1839 Tanzimat Fermanı ile yürürlüğe giren medeniyet ve kültür değişikliği ve bu değişikliğin dayandığı Batılılaşma olgusunun belirlediği bir gelişim sürecinde değerlendirilebilir.
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:23   #12
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

Karagöz-Hacivat


Türk gölge oyununun tek temsilcisi olarak kabul edilen Karagöz oyununun kökeni konusunda değişik görüşler vardır.


Kimi kaynaklara göre Orta Asya'dan, İran'dan ya da Hindistan'dan batıya göç eden Çingeneler aracılığıyla Anadolu'ya gelmiştir. Bir görüşe göre Bizans, İtalya ya da Yunan kökenlidir. Türkiye'ye Portekiz ya da İspanya'dan göç eden Yahudiler aracılığıyla geldiğini savunanlar da vardır. Ancak bu görüşleri kanıtlayacak yeterli belge yoktur. Oysa Yavuz Sultan Selim döneminin güvenilir kaynaklarından İbni İlyas, gölge oyununun Türkiye'ye XVI.yy.'da Mısır'dan geldiğini ortaya koymuştur. İlk zamanlar Mısır gölge oyununun etkisi altında olan Karagözün, kesin biçimini XVII.yy.'da aldığı ve tiplemelerin de bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülmektedir.

KARAGÖZ

Karagöz ve Hacivat'ın gerçek kişiler olduğuna dair halk arasında yaygın bir efsane vardır. Buna göre Karagöz B.Trakya'da yaşayan bir demirci ustasıdır. Orhan Gazi Bursa'yı alınca buraya gelir, Demirtaş Köyü'ne yerleşir. Orhan Gazi'nin emriyle inşa edilmekte olan caminin bağlantı demirlerini yapmakla görevlendirilir. Caminin ustabaşısı Hacı İvaz(Hacivat) ile Karagöz arasında bir süre sonra eğlenceli söyleşmeler başlar. Öteki işçiler işi gücü bırakıp onları izlediklerinden işler yarım kalır. Durumu öğrenen Orhan Bey, Karagöz'ün başını vurdurtur; olanları görüp ürken Hacivat da hacca gitmek üzere yola çıkar, eşkıyalar tarafından öldürülür. Tüm olanlardan pişmanlık duyan Orhan Bey, Şeyh Küşteri adlı birinin Karagöz'le Hacı İvaz arasında geçen söyleşmeleri bildiğini öğrenir. Çağırtıp anlatmasını ister. Şeyh Küşteri de aydınlatılmış bir perdeye yansıttığı görüntülerle Hacı İvaz ve Karagöz arasındaki söyleşmeleri canlandırır. Orhan Bey çok beğenir ve bu oyunun sürdürülmesini ister. Böylece Karagöz oyunu ortaya çıkmış olur. Halk arasında yaygın bir efsane olmasına karşın, yapılan araştırmalar bu efsanede kimi tarih tutarsızlıklarının olduğunu ve gerçekle pek ilintisi olamayacağını ortaya koymuştur.

Karagöz oyunları dört bölümden oluşur: mukaddime (öndeyiş,giriş), muhareve (söyleşme), fasıl (oyunun kendisi) ve bitiş. Oyunun mukaddime denilen bölümünde, ilkin perdeye göstermelik yansıtılır. Göstermelik çoğu kez oyunun içeriğiyle ilintisi olmayan bir görüntüdür (bir dalyan,vakvak ağacı, gemi, denizkızı, kediler, Burak vb.).

Bu görüntü müzik eşliğinde perdeye yansıtılarak izleyicilerin ilgisi oyuna ve perdeye çekilir. Görüntü nareke adı verilen cırtlak bir düdük sesiyle kaldırılır ve tefin tartımına uygun hareketlerle perdeye Hacivat gelir, bir semai okur. Bunu kimi kez, bir ara semaisi izler. Ardından ''Of hay Hak'' diyerek perde gazeline başlar. Bu gazel, öndeyiş bölümünün en önemli öğesidir. Bunda Karagöz perdesinin bir öğrenek yeri olduğu, felsefi ve tasavvufi anlamı, kurucusunun Şeyh Küşteri olduğu belirtilir. Padişaha övgü ve yakarışın yanısıra tasavvuf konularına da değinilir. Bundan sonra Hacivat, uyaklı bir anlatımla konuşur ve bir beyit okur, kendisine kafa dengi bir arkadaş aradığını ve bu arkadaşta aradığı özellikleri ağdalı bir dille belirtir. Kimi kez yeniden bir beyit okuduktan sonra perdeye Karagöz indirilir. İkisi dövüşmeye başlar, Hacivat kaçar, Karagöz yere uzanıp ona veriştirmeye başlar. Ardından bir tekerleme söyler. Bu tekerleme genellikle aynı harfle başlayan çeşitli sözcüklerin belli bir mantık bağı olmadan art arda sıralanması biçimindedir (Esasen ''Kara kaşla kara gözlümdür sebep'' şarkısı karalığından neş'et ettiği için kasımın fırtınasına karışan kaz yavruları karmakarışık olup karabiber havanına girdikleri için kaşık altı oldular). Bundan sonra, muhavere bölümüne geçilir.

Muhavere genellikle oyunun iki baş kişisi olan Hacivat'la Karagöz arasında geçer. Bazen muhavereye başka kişilerin de katıldığı olur. Bu bölüm salt söze dayanır olay yoktur. Amacı, Karagöz'le Hacivat'ın kişiliklerini, ses, yaradılış, yetişme biçimi ve diğer özelliklerini vurgula***** yansıtmak ve kişilikleri arasındaki zıtlığı belirginleştirmektir.

Karagöz ve Hacivat

Fasıl bölümü oyunun kendisidir. Burada Hacivat ve Karagöz'ün yanısıra, oyunun öteki kişileri de bir olaylar dizisi içinde yer alır. XVI.yy.'da belirli bir konudan çok hayvanlarla, gemilerle daha çok kopuk sahneler gösterilirken, XVII.yy.'dan başlı***** fasıl konuları belli bir olaylar dizisine uymaya başlamıştır. Fasıllar çok çeşitlidir. En eski olan ve her Karagöz oynatanın dağarcığında bulunması gerekenlere karı kadim, Meşrutiyet döneminden sonra ortaya çıkanlara nev icat denir.

Bitiş bölümü genellikle çok kısadır. Karagöz oyunun bittiğini belirtir, kusurları için af diler, gelecek oyunu duyurur. Bundan sonra Hacivat'la aralarında kısa bir söyleşme geçer, bu söyleşi oyundan çıkarılacak öğreneği vurgular.

Karagöz figürleri kalın deriden, özellikle deve derisinden yapılır. Bu derinin kullanılabilmesi için birçok işlemden geçmesi gerekir. Renklendirme için eskiden kökboyalar kullanılıyordu, bugün ise bunların yerini çini mürekkebi almıştır. Oynak eklemli olarak yapılan parçalar birbirlerine kiriş, kursak, tel ya da naylon iplik ile bağlanır. Oynatma değneklerinin geçeceği delikler, yuvarlak ikinci bir deri parçası dikilerek derinleştirilir.

Karagöz perdesinin boyutları eskiden 2x2,5 m iken daha sonra 1,10x0,80 m olmuştur. Perdenin çevresi çiçekli bezden, ayna denen yarı saydan bölümü ise mermerşahidendir. Perdenin arkasında ve tabanında perdenin çerçevesine iplerle tutturulmuş peş tahtası denen bir raf bulunur. Buraya perdeyi aydınlatan meşale konur. Meşale çeşitli biçimlerde hazırlanır. Bir çanak içine pamuk ipliğinden yapılmış dört parmak kalınlığında bir fitil konur, zeytinyağı, beziryağı ya da susamyağıyla yakılır. Çok parlamaması için, arada bir, yağın içine bir zincir daldırılır. Perde mumlarla da aydınlatılabilir. Oynatma değnekleri 60cm boyunda ve gürgendendir. Figürdeki deliğine iyice yerleşmesi için ucu ısıtılır ya da erimiş muma batırılır.

Karagöz tek bir sanatçının gösterisidir. Bu kişiye hayali ya da hayalbaz denir. Karagözde müziğin yeri çok önemlidir. Oyun baştan sona müziklidir. Karagöz oynatan kişinin, hem oyunun tekniği ile ilgili işleri, hem müziği, hem de figürleri idare etmesi gerekir. Bu nedenle bazen çırak kullandığı da olur. Bunlara yaptıkları işlere göre sandıkkar, yardak, dayrezen gibi adlar verilir.

Karagöz oyunlarında bilinen tiplemelerin XVII.yy.'da ortaya çıkmaya başladığı öne sürülmektedir. Karagöz oyunlarındaki kişilerin en önemli özelliği, değişik tiplerden seçilmiş olmalarıdır. Bunlar durağan, değişmez kişilikleri simgelerler. İstemlerini kullanma güçleri yoktur, bu yüzden sürekli kendilerini yinelerler. İlişkilerinde ve davranışlarında değişmezlik sözkonusudur. Belli bir zamana da oturtulmamışlardır. Geçmişleri ve gelecekleri yoktur. Abartılmış kusurlar, özellikler tek kişide toplanmıştır. Dış görünüşleri önemlidir.

XVII.yy.'da kesin biçimini alan Karagöz, kısa sürede en tutulan ve yaygın seyirlik oyunlardan olmuştur. Kaynaklarda XVI.yy.'dan başla***** sık sık adına rastlanmakla birlikte, hakkında yeterince bilgi verilmemiştir. Karagöz oyunu üzerine bilgilerin çoğu XIX.yy. kaynaklarından edinilmiştir. Araştırmacılar Karagöz oyunlarının nasıl bir halk güldürüsü olduğuna ilişkin çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Kimisine göre dar bir mahallenin sınırları içine sıkışmış, gerçek dünyayla ilişkisi olmayan; kimine göre felsefi ve tasavvufi; kimine göre de erotik öğelerin ağır bastığı bir halk seyirlik oyunudur. Türkiye'ye gelmiş birçok yabancı, gördükleri Karagözün açık saçık bir oyun olduğu üzerinde durmuşlardır. Thevenot, G.A.Oliver, Gerard de Nerval, Karagöz'ün perdeye erkeklik aygıtı ile çıktığını söyleyen Sevin, Edmond de Amicis. gibi. Nitekim ele geçen bazı kaynaklar, Karagöz oyunlarında siyasal taşlamalara ve güncel olaylara da yer verildiğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Çeşitli yabancı tanıklar Karagözün siyasal yönüne dokunuyorlar. Bir tanık, Karagözün hoşnutsuz kişilerin sözcüsü olduğu için yasaklandığını, kimi yerlerde sınırlı olarak oynatıldığını söylüyor. Bir başkası Karagöz'de söyleşmelerin yer yer mizahlı, nükteli, yer yer fitneci, ortalığı karıştırıcı olduğunu, sultana bile sataştığını belirtiyor. Oysa temel olan Karagöz'ün açık biçimli bir oyun olması, her olaya, konuya ve amaca uyarlanabilmesidir...

Türk gölge oyununun tek temsilcisi olan Karagöz'ün günümüzde canlılığını koruyamadığı görülmektedir. Çeşitli Karagöz oyunları sahneye, televizyona, baleye uyarlanmış, sergiler açılmış, Karagöz oyunu yarışmaları düzenlenmişse de günümüze değin geleneksel biçimi üzerinde yeterince durulmamıştır.
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:23   #13
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

Karagöz-Hacivat


Türk gölge oyununun tek temsilcisi olarak kabul edilen Karagöz oyununun kökeni konusunda değişik görüşler vardır.


Kimi kaynaklara göre Orta Asya'dan, İran'dan ya da Hindistan'dan batıya göç eden Çingeneler aracılığıyla Anadolu'ya gelmiştir. Bir görüşe göre Bizans, İtalya ya da Yunan kökenlidir. Türkiye'ye Portekiz ya da İspanya'dan göç eden Yahudiler aracılığıyla geldiğini savunanlar da vardır. Ancak bu görüşleri kanıtlayacak yeterli belge yoktur. Oysa Yavuz Sultan Selim döneminin güvenilir kaynaklarından İbni İlyas, gölge oyununun Türkiye'ye XVI.yy.'da Mısır'dan geldiğini ortaya koymuştur. İlk zamanlar Mısır gölge oyununun etkisi altında olan Karagözün, kesin biçimini XVII.yy.'da aldığı ve tiplemelerin de bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülmektedir.

KARAGÖZ

Karagöz ve Hacivat'ın gerçek kişiler olduğuna dair halk arasında yaygın bir efsane vardır. Buna göre Karagöz B.Trakya'da yaşayan bir demirci ustasıdır. Orhan Gazi Bursa'yı alınca buraya gelir, Demirtaş Köyü'ne yerleşir. Orhan Gazi'nin emriyle inşa edilmekte olan caminin bağlantı demirlerini yapmakla görevlendirilir. Caminin ustabaşısı Hacı İvaz(Hacivat) ile Karagöz arasında bir süre sonra eğlenceli söyleşmeler başlar. Öteki işçiler işi gücü bırakıp onları izlediklerinden işler yarım kalır. Durumu öğrenen Orhan Bey, Karagöz'ün başını vurdurtur; olanları görüp ürken Hacivat da hacca gitmek üzere yola çıkar, eşkıyalar tarafından öldürülür. Tüm olanlardan pişmanlık duyan Orhan Bey, Şeyh Küşteri adlı birinin Karagöz'le Hacı İvaz arasında geçen söyleşmeleri bildiğini öğrenir. Çağırtıp anlatmasını ister. Şeyh Küşteri de aydınlatılmış bir perdeye yansıttığı görüntülerle Hacı İvaz ve Karagöz arasındaki söyleşmeleri canlandırır. Orhan Bey çok beğenir ve bu oyunun sürdürülmesini ister. Böylece Karagöz oyunu ortaya çıkmış olur. Halk arasında yaygın bir efsane olmasına karşın, yapılan araştırmalar bu efsanede kimi tarih tutarsızlıklarının olduğunu ve gerçekle pek ilintisi olamayacağını ortaya koymuştur.

Karagöz oyunları dört bölümden oluşur: mukaddime (öndeyiş,giriş), muhareve (söyleşme), fasıl (oyunun kendisi) ve bitiş. Oyunun mukaddime denilen bölümünde, ilkin perdeye göstermelik yansıtılır. Göstermelik çoğu kez oyunun içeriğiyle ilintisi olmayan bir görüntüdür (bir dalyan,vakvak ağacı, gemi, denizkızı, kediler, Burak vb.).

Bu görüntü müzik eşliğinde perdeye yansıtılarak izleyicilerin ilgisi oyuna ve perdeye çekilir. Görüntü nareke adı verilen cırtlak bir düdük sesiyle kaldırılır ve tefin tartımına uygun hareketlerle perdeye Hacivat gelir, bir semai okur. Bunu kimi kez, bir ara semaisi izler. Ardından ''Of hay Hak'' diyerek perde gazeline başlar. Bu gazel, öndeyiş bölümünün en önemli öğesidir. Bunda Karagöz perdesinin bir öğrenek yeri olduğu, felsefi ve tasavvufi anlamı, kurucusunun Şeyh Küşteri olduğu belirtilir. Padişaha övgü ve yakarışın yanısıra tasavvuf konularına da değinilir. Bundan sonra Hacivat, uyaklı bir anlatımla konuşur ve bir beyit okur, kendisine kafa dengi bir arkadaş aradığını ve bu arkadaşta aradığı özellikleri ağdalı bir dille belirtir. Kimi kez yeniden bir beyit okuduktan sonra perdeye Karagöz indirilir. İkisi dövüşmeye başlar, Hacivat kaçar, Karagöz yere uzanıp ona veriştirmeye başlar. Ardından bir tekerleme söyler. Bu tekerleme genellikle aynı harfle başlayan çeşitli sözcüklerin belli bir mantık bağı olmadan art arda sıralanması biçimindedir (Esasen ''Kara kaşla kara gözlümdür sebep'' şarkısı karalığından neş'et ettiği için kasımın fırtınasına karışan kaz yavruları karmakarışık olup karabiber havanına girdikleri için kaşık altı oldular). Bundan sonra, muhavere bölümüne geçilir.

Muhavere genellikle oyunun iki baş kişisi olan Hacivat'la Karagöz arasında geçer. Bazen muhavereye başka kişilerin de katıldığı olur. Bu bölüm salt söze dayanır olay yoktur. Amacı, Karagöz'le Hacivat'ın kişiliklerini, ses, yaradılış, yetişme biçimi ve diğer özelliklerini vurgula***** yansıtmak ve kişilikleri arasındaki zıtlığı belirginleştirmektir.

Karagöz ve Hacivat

Fasıl bölümü oyunun kendisidir. Burada Hacivat ve Karagöz'ün yanısıra, oyunun öteki kişileri de bir olaylar dizisi içinde yer alır. XVI.yy.'da belirli bir konudan çok hayvanlarla, gemilerle daha çok kopuk sahneler gösterilirken, XVII.yy.'dan başlı***** fasıl konuları belli bir olaylar dizisine uymaya başlamıştır. Fasıllar çok çeşitlidir. En eski olan ve her Karagöz oynatanın dağarcığında bulunması gerekenlere karı kadim, Meşrutiyet döneminden sonra ortaya çıkanlara nev icat denir.

Bitiş bölümü genellikle çok kısadır. Karagöz oyunun bittiğini belirtir, kusurları için af diler, gelecek oyunu duyurur. Bundan sonra Hacivat'la aralarında kısa bir söyleşme geçer, bu söyleşi oyundan çıkarılacak öğreneği vurgular.

Karagöz figürleri kalın deriden, özellikle deve derisinden yapılır. Bu derinin kullanılabilmesi için birçok işlemden geçmesi gerekir. Renklendirme için eskiden kökboyalar kullanılıyordu, bugün ise bunların yerini çini mürekkebi almıştır. Oynak eklemli olarak yapılan parçalar birbirlerine kiriş, kursak, tel ya da naylon iplik ile bağlanır. Oynatma değneklerinin geçeceği delikler, yuvarlak ikinci bir deri parçası dikilerek derinleştirilir.

Karagöz perdesinin boyutları eskiden 2x2,5 m iken daha sonra 1,10x0,80 m olmuştur. Perdenin çevresi çiçekli bezden, ayna denen yarı saydan bölümü ise mermerşahidendir. Perdenin arkasında ve tabanında perdenin çerçevesine iplerle tutturulmuş peş tahtası denen bir raf bulunur. Buraya perdeyi aydınlatan meşale konur. Meşale çeşitli biçimlerde hazırlanır. Bir çanak içine pamuk ipliğinden yapılmış dört parmak kalınlığında bir fitil konur, zeytinyağı, beziryağı ya da susamyağıyla yakılır. Çok parlamaması için, arada bir, yağın içine bir zincir daldırılır. Perde mumlarla da aydınlatılabilir. Oynatma değnekleri 60cm boyunda ve gürgendendir. Figürdeki deliğine iyice yerleşmesi için ucu ısıtılır ya da erimiş muma batırılır.

Karagöz tek bir sanatçının gösterisidir. Bu kişiye hayali ya da hayalbaz denir. Karagözde müziğin yeri çok önemlidir. Oyun baştan sona müziklidir. Karagöz oynatan kişinin, hem oyunun tekniği ile ilgili işleri, hem müziği, hem de figürleri idare etmesi gerekir. Bu nedenle bazen çırak kullandığı da olur. Bunlara yaptıkları işlere göre sandıkkar, yardak, dayrezen gibi adlar verilir.

Karagöz oyunlarında bilinen tiplemelerin XVII.yy.'da ortaya çıkmaya başladığı öne sürülmektedir. Karagöz oyunlarındaki kişilerin en önemli özelliği, değişik tiplerden seçilmiş olmalarıdır. Bunlar durağan, değişmez kişilikleri simgelerler. İstemlerini kullanma güçleri yoktur, bu yüzden sürekli kendilerini yinelerler. İlişkilerinde ve davranışlarında değişmezlik sözkonusudur. Belli bir zamana da oturtulmamışlardır. Geçmişleri ve gelecekleri yoktur. Abartılmış kusurlar, özellikler tek kişide toplanmıştır. Dış görünüşleri önemlidir.

XVII.yy.'da kesin biçimini alan Karagöz, kısa sürede en tutulan ve yaygın seyirlik oyunlardan olmuştur. Kaynaklarda XVI.yy.'dan başla***** sık sık adına rastlanmakla birlikte, hakkında yeterince bilgi verilmemiştir. Karagöz oyunu üzerine bilgilerin çoğu XIX.yy. kaynaklarından edinilmiştir. Araştırmacılar Karagöz oyunlarının nasıl bir halk güldürüsü olduğuna ilişkin çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Kimisine göre dar bir mahallenin sınırları içine sıkışmış, gerçek dünyayla ilişkisi olmayan; kimine göre felsefi ve tasavvufi; kimine göre de erotik öğelerin ağır bastığı bir halk seyirlik oyunudur. Türkiye'ye gelmiş birçok yabancı, gördükleri Karagözün açık saçık bir oyun olduğu üzerinde durmuşlardır. Thevenot, G.A.Oliver, Gerard de Nerval, Karagöz'ün perdeye erkeklik aygıtı ile çıktığını söyleyen Sevin, Edmond de Amicis. gibi. Nitekim ele geçen bazı kaynaklar, Karagöz oyunlarında siyasal taşlamalara ve güncel olaylara da yer verildiğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Çeşitli yabancı tanıklar Karagözün siyasal yönüne dokunuyorlar. Bir tanık, Karagözün hoşnutsuz kişilerin sözcüsü olduğu için yasaklandığını, kimi yerlerde sınırlı olarak oynatıldığını söylüyor. Bir başkası Karagöz'de söyleşmelerin yer yer mizahlı, nükteli, yer yer fitneci, ortalığı karıştırıcı olduğunu, sultana bile sataştığını belirtiyor. Oysa temel olan Karagöz'ün açık biçimli bir oyun olması, her olaya, konuya ve amaca uyarlanabilmesidir...

Türk gölge oyununun tek temsilcisi olan Karagöz'ün günümüzde canlılığını koruyamadığı görülmektedir. Çeşitli Karagöz oyunları sahneye, televizyona, baleye uyarlanmış, sergiler açılmış, Karagöz oyunu yarışmaları düzenlenmişse de günümüze değin geleneksel biçimi üzerinde yeterince durulmamıştır.
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:24   #14
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

Ortaoyunu


Ortaoyunu, doğaçlamaya dayanan geleneksel bir Türk Halk Tiyatrosudur. Karagöz'den çok ayrı olmamakla birlikte, havası, kişileri, oyun dağarcığı, güldürme yöntemleri, kuruluşu bakımından bu iki oyun arasında öylesine bir yakınlık vardır ki,ikisi aynı zamanda çıkamayacağına göre, birinin ötekinden çıktığına inanmak zorunda kalırız. Türklerin Karagöz, kukla gibi cansız, meddah gibi tek anlatıcılı sözlü seyirlik oyunları yanında canlı oyuncularla oynanan en bellibaşlı geleneksel tiyatrosu olan Ortaoyununun kaynağına ve adına ilişkin çeşitli görüşler vardır. Bunlardan en yaygını oyunun,ortada, halk arasında oynandığından bu adı aldığıdır. Bunun yanısıra, yalnızca yer açısından değil, oynandığı zaman bakımından da bu adın verilmiş olabileceği,başka gösteriler arasına konmuş oyun anlamına geldiği de savunulur. Ortaoyununun comedia dellarte'ye benzerliğinden yola çıkarak İtalya'dan Venedik ve Cenevizliler yoluyla geldiğini, Türkiye'de buna Arte oyunu dendiğini ve bunun giderek ortaoyununa dönüştüğünü öne süren kaynaklar da vardır. XV. ve XVI. yy.'larda İspanya ve Portekiz'den gelen Yahudiler'in İstanbul'da auto adıyla sergiledikleri oyunları kaynak gösterenler yanında ortaoyunuyla yeniçeri ortaları arasında ilişki kuran araştırmacılara da rastlanmaktadır. Bunlar, yeniçeri ortalarında bu tür oyunlar sergileyen toplulukların bulunması nedeniyle oyunun ortaoyunu adını aldığını ileri sürerler.

Ortaoyununun en önemli özelliği, doğaçlamaya dayanmasıdır. Oyuncular belli metne göre değil, verilen konuya göre sözlerini ve davranışlarını belirleyebilmektedir. Tiplemeleri, konuları ve oynanış biçimi Karagözle büyük benzerlik gösterir. Gölge oyunundaki Karagöz ve Hacivat'ın yerini, ortaoyununda Kavuklu ve Pişekar almıştır. Bütün oyunun çatısı, gerilimi bu iki kişinin karşıtlığında, aralarındaki çatışmada gelişir. Ahmet Rasim Pişekar ve Kavuklu'yu şöyle tanımlar:
''Oyunda en ziyade mahareti olması ve oyunu idare etmesi lazım gelen Pişekar görünür yani rejisör çıkar. Pişekar akıllı, salih,işgüzar, rehber, tecrübeli ve yaşlı bir tiptir. Kavuklu, oyunun ser-komiğidir. Her şey, her entrika, her sürpriz onun mizahıyla açılır. Kavuklu mütecahil, müteami, mütelaşi ve mütebessim geçinmek suretiyle Pişekar'ı uğraştıra uğraştıra en sonunda oyuna münasib olan bir tekerleme, bir monolog ile maksadını izah ederek prelüdü bitirir.''

Ortaoyunu fasıl dağarcığı yönünden de gölge oyununa benzer. Konular oldukça zengindir. Günlük yaşam, olaylar, masallar, efsaneler, eski halk öyküleri vb. çok değişik malzeme, oyun konularını oluşturur.

Ortaoyunu başlıca öndeyiş, söyleşme, tekerleme, fasıl ve ve bitiş bölümlerinden oluşur. Öndeyiş bölümünde zurna Pişekar havası çalar, Pişekar meydana gelir,iki eliyle dört bir yanı selamladıktan sonra zurnacıyla kısa bir konuşma yapar. Bundan sonra zurna genel olarak Kavuklu havası çalar ve Kavuklu ile Kavuklu-arkası gelir. Çoğu kez Kavuklu ile Kavuklu-arkası, Pişekar'ı birden görünce korkarlar, korkudan yere, birbirlerinin üstüne düşerler. Bundan sonra oyunun ikinci bölümü olan Pişekar ile Kavuklu arasındaki söyleşme gelir. Söyleşme bölümü oyunun en ustalık isteyen bölümüdür. Kavuklu ile Pişekar arasında bir çene yarışıdır. Söyleşme bölümü iki kesimde olur: Önce, Karagöz Muhaveresine benzeyen, söyleşenlerin birbirleriyle tanıdık çıkması, birbirlerinin sözlerini ters anlaması gibi güldürücü bir söyleşme ki buna ''arzbar'' denir; sonra da tekerleme denilen, Karagöz muhaverelerinde de kimi kez raslanılan, fakat ortaoyununa özgü bir söyleşme. Tekerlemelerde Kavuklu, Pişekar'a başından geçmiş gibi, olmayacak bir olayı anlatır. Pişekar da bunu gerçekmiş gibi dinler, sonunda da bunun düş olduğu anlaşılır. Tekerleme sona erip bunun bir düş olduğu anlaşıldıktan sonra Fasıl denilen asıl oyuna geçilir. Bu bölümde belli bir olay canlandırılır. Çoğu kez, Kavuklu iş aramaktadır, tekerleme sonunda Pişekar bu işi ona bulur. Fasıldan sonra çok kısa bir bitiş bölümü gelir. Oyunu bitirmek gene Pişekar'a düşer. Seyircilerden özür diler, gelecek oyunun adını ve yerini duyurur.

Ortaoyunu,''palanga'' ya da ''meydan'' adı verilen alanda oynanır. Erkekler ''mevki'', kadınlar ''kafes''denilen yerlerden oyunu izlerler. Başlıca dekoru ev, dükkan vb. yerleri simgeleyen, yeni dünya ve dükkan adlı çift katlı, iki kafes paravan oluşturur. Yeni dünya ve dükkan arasında boy bakımından fark olduğu gibi görevleri de değişiktir. Bunlar Ortaoyunu dağarcığının hemen bütün fasıllarında raslanılan ikili olaylar dizisinin gereçleridir. Hemen her fasılda Kavuklu'nun bir iş araması ve iş sahibi olmasıyla iş yerinde çalışması için dükkan, zennelerin mahallede bir ev aramaları için ev yani yeni dünya gerektir. Ortaoyununun en önemli öğelerinden biri de Pişekar'ın elinde tuttuğu iki dilimli, birbirine çarpıldığında ses çıkartan şakşaktır. Bu, Pişekar'ın oyunu ve oyuncuları yöneten kişi olduğunun belirtisidir. Pişekar bununla oyunculara görevlerini hatırlatır; çeşitli sesler çıkartır; sırasında oyuncalara vurarak ya da çeşitli hareketler yaparak güldürü öğesi oluşturur. Kimi zaman izleyicilerin dikkatini toplamak için de şakşağı kullanır. Ortaoyununun da, Karagöz'de olduğu gibi, kendine özgü bir argosu vardır.

- Bir ortaoyunu gösterisi-

Ortaoyunu doğaçlamaya dayanışı ve yuvarlak sahne düzeniyle ''açık biçim''denilen ve izleyicinin tepkisine, oyunla izleyici arasındaki ilişkiye göre biçimlendirilebilen bir oyun türü olarak nitelendirilir. Oyun yeri yuvarlak olduğundan, oyuncular zaman zaman yer değiştirerek izleyicilerin tümünün kendilerini görmesini sağlarlar. Oyun söz ağırlıklı olmakla birlikte hareket ve tavırlar da büyük önem taşır ve çoğu zaman büyük ustalık gerektirir.

XIX..yy.'da Karagöz gibi ortaoyunu da ahlaka aykırı söz ve davranışlara yer verildiği gerekçesiyle tartışma konusu oldu. Tartışmaların odak noktasını, oyuncuların konuşmalarında çokça yer verdikleri küfürler ve açık sözcükler oluşturuyordu. Bazı yazarlar bu tür oyunların yasaklanmasını, bazıları da kağıda dökülüp sansürden geçirilmesini savunuyorlardı. Bir bölüm ise ortaoyununun ıslah edilerek oynanmasından yanaydı. Geleneksel biçimiyle ortaoyununu savunanların azınlıkta kalması yanında çağdaş tiyatronun gelişim süreci de ortaoyununun eski önemini ve izleyicisini yitirmesine neden oldu. Günümüzde ortaoyunu, daha çok festivallerde geleneksel oyunlardan bir örnek olarak sunulmaktadır. Ancak bunlar da geleneksel ortaoyununun temel özelliklerinden uzak birer örnek niteliğindedir
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:25   #15
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

TURK HALK TIYATROSU

KARAGÖZ
MEDDAH
Ortaoyunu üzerine pek çok inceleme yayınlandığı halde, gene de bu tiyatro türü üzerine karanlık kalmış birçok birçok nokta bulunmaktadır. Bunların başında ortaoyununun eskiliği geliyor.

Çoğu araştırmacı, ortaoyununun XIX..yy.'da ortaya çıktığını belirtir. Oysa aynı nitelikte oyunlar XVI. ve XVII.yy.'larda kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu vb. adlarla sergilenmekteydi. Ortaoyunu, bu oyunlara XIX.yy.'da kesin biçimini aldıktan sonra verilen addır. Nitekim 1834'ten başla***** çeşitli kaynaklarda bu tür oyunlar ortaoyunu adıyla anılmıştır. II.Mahmut'un kızı Saliha Sultan'ın düğün şenliklerini anlatan Şair Esat'ın Surname-i Saliha (1834) adlı yapıtı, II.Mahmut'un şehzadeleri için düzenlenen sünnet düğününü ve Mihrimah Sultan'ın düğününü anlatan Lebib Surnamesi (1836), Abdülmecit'in oğullarının sünnetini anlatan 1845 tarihli Surname bu kaynakların başlıcalarıdır ve bunlarda ortaoyununun oynanış biçimi, tiplemeler, oyunların konuları oldukça ayrıntılı anlatılmaktadır
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:25   #16
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

A) İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

Türkler, yerleşik hayata geçmeden önce atlı-göçebe medeniyeti denilen bir medeniyet tarzı içinde yaşamaktaydı. Adından da anlaşılacağı gibi, bu medeniyet tarzında atın önemli bir yeri vardır. At, ehil hayvanlar içinde en hızlısıdır. Türkler, ehlîleştirdikleri atlarla akıncılık yapmışlar, çiftçilikle uğraşan kavimler üzerinde üstünlük sağlamışlardır. Divânü Lûgati't-Türk'te yer alan "Kuş kanadı ile Türk atı ile." ata sözü, atın Türklerin hayatında oynadığı rolü çok güzel anlatır.
At, eski Türklerde binek hayvanı olması yanında aynı zamanda yiyecek, içecek ve giyecek kaynağı olmuştur. Bu ihtiyaçlarını karşılamak için at sürüleri besleyen Türkler, yaylak ve kışlak hayatı yaşamak zorunda kalmışlardır.
Türkler, geçimlerini sağlamak için akıncılığı bir meslek hâline getirmişlerdir. Akıncılığın en önemli iki silâhı ok ve yaydır. Bunları kullanmakta çok usta olan Türkler, akıncılık dışında avcılık ile bu maharetlerini geliştiriyorlardı. Sonuç olarak atçılık, avcılık ve akıncılık, atlı-göçebe medeniyetinin temelini oluşturuyordu. Bu hayat tarzı, kuvvetli, cesaretli avcı ve akıncı tipini gerekli kılıyordu. Türk destanlarındaki kahramanlar, bu medeniyetin hayat anlayışını ve ideal insan tipini temsil ederler. Destan kahramanlarının hayatlarına hâkim olan ve şahsiyetlerini şekillendiren, bu medeniyet tarzının temel değerleridir. İslâmiyet öncesindeki edebî eserleri değerlendirirken, toplumun bu özelliklerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Genel Özellikleri
a) İslâmiyet öncesindeki Türk edebiyatı yabancı etkilerden uzak bir edebiyattır.
b) Dil, saf Türkçe olup, yabancı kelime yok denecek kadar azdır.
c) Edebiyat, atlı göçebe hayatının özelliklerini yansıtır.
d) Eserler, genellikle anonimdir; pek azının sahipleri bilinmektedir.
e) Eserlerin tamamında milletin ortak duygu ve düşünceleri hâkimdir.
f) Nazım birimi genellikle dörtlüktür. Dörtlüklerin kafiye şeması aaab şeklindedir.
g) Şiirde hece vezni ve daha çok yarım kafiye kullanılmıştır.
h) En eski eserlerde bile işlenmiş bir dil ve edebî üslûp görülür. Bu durum, bilinenlerden daha eski metinlerin olduğunu düşündürmektedir.
i) Yiğitlik, yurt ve tabiat sevgisi, büyüklere saygı, işlenen başlıca temalardır.
________________________________________
B) GEÇİŞ DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ

Türkler X. yüzyılda İslâmiyeti kabul ettikten sonra Türk dili ve edebiyatında değişiklikler görülür.
İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünleri XI ve XII. yüzyıllarda ortaya çıkar. Bunlardan ilki, Karahanlı Devleti zamanında Hakaniye Türkçesi ile yazılmış olan Yusuf Has Hâcib'in Kutadgu Bilig'idir. Aynı yüzyılda yazılmış bulunan Kâşgarlı Mahmut'un Divânü Lûgati't-Türk'ü de İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünlerindendir. Bu eserler arasına XIII. yüzyılın başında Yüknekli Edip Ahmet'in kaleme aldığı Atabetü'l-Hakâyık'ı da katmak gerekir.
XII. yüzyılda Orta Asya'da Ahmet Yesevî ve Hakim Süleyman Ata, dinî-tasavvufî halk şiirinin ilk güzel örneklerini vermişlerdir.
İlk İslâmî eserlerin meydana getirildiği bu yüzyıllarda edebiyatın her alanında bir ikilik bulunmaktadır. Bu da, geçiş döneminin bir özelliğidir.

Genel Özellikleri
a) Türk edebiyatı bu yüzyıllarda bir geçiş dönemi yaşar. Bir yandan, eski edebiyat anlayışı sürdürülürken, öbür yandan yeni medeniyetin edebiyat anlayışına uygun eserler verilir.
b) Dilde Arapça ve Farsça kelimeler görülür.
c) Uygur alfabesi yanında, Arap alfabesi de kullanılır.
d) Şiirlerde, hem millî nazım birimi olan dörtlük, hem de yeni şiirin nazım birimi olan beyit kullanılmıştır.
e) Hece vezni ile birlikte aruz veznine yer verilmiştir.
________________________________________
C) HALK EDEBİYATI

a) Âşık edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır.
b) Âşık veya saz şairi denilen sanatçılar tarafından daima müzik eşliğinde söylenir.
c) Âşıklar, bu edebiyatın mensur kısmını oluşturan halk hikâyelerinin oluşumu, gelişimi ve aktarılmasında da önemli rol oynarlar.
d) Şiirde nazım birimi dörtlüktür.
e) Koşma, semâî gibi nazım şekilleri ile güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama türlerinde şiirler yazılmıştır.
f) Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır.
g) Klâsik edebiyatın etkisiyle, aruz ölçüsü ve beyitlerden oluşan divan, kalenderî gibi nazım şekilleri de kullanılmıştır.
h) Âşık edebiyatı doğaçlamaya (irtical) dayanır. Âşıklar, eserlerini bir ön hazırlık olmaksızın, doğrudan sözlü olarak meydana getirirler.
ı) Söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır.
j) Dinî-tasavvufî edebiyatın etkisinde kalmıştır.
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:27   #17
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

İslamiyet'in Kabulüne Kadar Olan Türk Edebiyatı

a) Göktürk Edebiyatı: Türklerde yazılı edebiyat, mevcut bilgilerimize göre, Göktürkler zamanında, 7. yüzyılda başlamıştır. İlk yazılı metinlere bu dönemde rastlanır. Orhun Anıtları, Moğolistan'ın kuzeydoğusunda, Orhun ırmağının eski yatağı ile Koşuçaydan Gölü civarındadır. Bu anıtlar, üç yazıttan oluşmuştur:

· Tonyukuk Yazıtı (miladi 720)
· Kültigin Yazıtı (miladi 732)
· Bilge Kağan Yazıtı (miladi 735)

b) Uygur Edebiyatı: Uygurların tarihine bağlı olarak 745-840 arası ve 840'dan sonrası olmak üzere iki bölümde incelenmektedir. Dokuz Oğuzlar olarak da bilinen birinci döneme ait bilinen en önemli anıt, Uygurların 2. Kağan'ı Moyunçar adına dikilendir. On Uygurlar olarak da bilinen ikinci dönem ise oldukça farklıdır. Maniheizm dininin kabulü ile yeni bir alfabe kullanılmaya başlanmıştır.




Tekerleme
• Sözlüklerde "ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eşsesli kelimelerle kurulu konuşma" anlamlarına gelen tekerleme masal, hikaye, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir. Çokluk çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak, oyunlarda eş ve ebe seçmek için bu yola başvurulur. Masal tekerlemesi, oyun tekerlemesi gibi adlar alırlar. En çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve sonunda söylenirler. Yöreye göre değişik isimle de söylenirler. Doğu Anadolu’da döşeme, Güney Anadolu’da sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda muhavere, çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk tekerleme örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügati’t Türk’te bazı tekerlemeler yer alır.

ÖRNEK TEKERLEME:

Yağ yağ yağmur
Tarlada çamur
Teknere hamur
Ver Allahım ver
Sellice yağmur

Evvel zaman içinde
Kalbur zaman içinde
Deve tellal iken
Sinek berber iken
Ben annemin babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
O yalan bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Bu da mı yalan...
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:28   #18
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

İslami Dönem Türk Edebiyatı

11. Yüzyıl: İslami Dönem Türk Edebiyatı'na ait ilk eser 11.Yüzyıl'a ait olan 'Kutadgu Bilig'dir. Yusuf Has Hacip tarafından yazılmış öğretici bir eserdir. Siyaset-nâme niteliğindedir ve 6500 beyitten oluşur. Bu döneme ait diğer bir önemli eser de 'Divânû Lügâtit Türk'tür. Kaşgarlı Mahmut tarafından Araplara Türkçe'yi öğretmek amacıyla yazılmış bir lügâttır. Bu döneme ait önemli bir eser de Edip Ahmet Yükneki'nin öğretici nitelikteki dini kitabı 'Atabetül Hakayık'tır.

12. Yüzyıl: Bu yüzyılın en önemli ismi Hoca Ahmed Yesevi'dir, Türk tasavvuf tarihinin ilk önemli şairidir. Hikmetleriyle büyük ün kazanmıştır. Bu yüzyılın diğer önemli ismi ise Kitab-ı Meryem, Kitab-ı Bakırgen ve Kitab-ı Âhirzaman adlı eserlerin sahibi, aynı zamanda Hoca Ahmed Yesevi'nin öğrencisi olan Hakim Süleyman Ata'dır.

13. Yüzyıl: Bu yüzyılda Anadolu'da edebiyat üçe ayrılır.

1- Divan Edebiyatı (Yüksek Zümre Edebiyatı)
2- Tasavvuf Edebiyatı
3- Halk Edebiyatı
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eski 08.06.11, 01:29   #19
sansar
 
sansar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
 
Üye Numarası: 2752
Üyelik tarihi: 27.12.2009
Yaşım: 56
Mesajlar: 3.980
Konular: 2849
Rep Bilgisi
Rep Gücü : 25
Rep Puanı : 764
Rep Seviyesi : sansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to beholdsansar is a splendid one to behold
Aktivite
Level: 47 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Paylaşım: 116 / 1166
Güç: 1326 / 51063
Tecrübe: 65%

İletişim
Standart

Nasreddin Hoca (1208-1284)

Sivrihisar'ın Hortu yöresinde doğdu, Akşehir'de öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü, babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi, İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır. Onun yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.

Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir. Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma. Gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, Şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen öğesidir. Bu öğeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumun yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur. Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan, bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır. Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur.

Nasreddin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar, genellikle, halk arasında geçer. Hoca soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur. Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak, kendi toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır.

Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez, onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş gülmecelerde eşek bulunmaz, oysa at geniş bir yer tutar. Bu konuda, başka bir çelişki sergilenir, gülmecede güldürücü öğe ile yerici öğe yanyana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir.

Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret" le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur. Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir.

Nasreddin Hoca'nın etkisi bütün toplum kesimlerine yayılmış, "İncili Çavuş", "Bekri Mustafa", "Bektaşi" gibi çok değişik yörelerin duygularını yansıtan gülmece türlerinin doğmasına olanak sağlamıştır. Bunlardan ilk ikisi saray çevresinin oldukça kaba beğenisini, üçüncüsü de gene halkın Şeriat'ın katılığına karşı duyduğu tepkiyi dile getirir.
ww.uydulife.tv
__________________






sansar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Yeni Konu aç Cevapla

Bookmarks


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz Aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, vBulletin Solutions, Inc.
Dizayn ve Kurulum : Makinist
Forum SEO by Zoints

E-Marine Education | Vbulletin | Tosfed |
www.bilgivadisi.biz   www.bilgivadisi.biz